Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Mevlânâ Selmân el-Farisî Hazretleri

Mevlânâ Selmân el-Farisî Hazretleri

Mevlânâ Selmân el-Farisî Hazretleri

Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh), uzunca boylu, buğday tenli, gökçek yüzlü ve sık sakallıydı. Bünyesi sağlam ve güçlüydü. Dostluğu külfetsizdi. Samimi ve geçim ehli bir zattı.

Altın silsilemizin üçüncü halkası, Allah Rasûlü (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in “Bizden ve ehl-i beytimizden” iltifatına mazhar olmuş olan Mevlânâ Selmân el-Farisî (Radıyallâhu Anh)dır. Asıl adı Mabih iken, müslüman olduktan sonra Allah Rasûlü (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) tarafından “Selmân” ya da “Selmânu’l-Hayr” diye adlandırıldı; “İbn İslam” diye de künye aldı. İran’ın İsfahan bölgesinden olup, İranlılardan Müslüman olan ilk kimsedir. Nitekim Hazreti Peygamber (Sallâhu Aleyhi ve Sellem): “Arab’ın ilki benim, Rum’un Suheyb, Habeş’in Bilâl, Fars’ın da Selmân” buyurmuştur.

Doğumu, Ailesi ve Çevresi

Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh), İsfahan’ın Cey köyünde çiftlik sahibi ve kabile reisi zengin bir ailenin çocuğudur. Babası Büd veya Büdehşan adlı bir zattır. Aile ve çevresinin dinî, ateşperestliktir. Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh) da önceleri o dinin müntesibi idi; ancak gönlünde alev alev yanan bir hak ve hakikat sevgisi, onu hak din aramaya sevk etti. Önce Hıristiyanların ibadeti ve kilisesi dikkatini çekti. Hristiyanlığın aslını öğrenmek için Şam tarafına gitti. Oradan Musul, Nusaybin ve Ammuriye’ye geçti. Ammuriye’de karşılaştığı ve hizmetinde bulunduğu rahip kendisine, İbrahim (Aleyhisselâm)ın hanîf ve tevhîd diniyle gelecek son peygamberin zuhûrunun pek yaklaştığını ve onun Arap toprağında ortaya çıkacağını, söyledi. Bunun üzerine Ammuriyye’ye gelen Benî Kelb kabilesi ticaret kervanıyla Şam üzerinden Medine’ye yakın Vadi’l-Kura’ya geldi.

Benî Kelb kabilesi tüccarları buraya kadar kendilerine refakat eden bu İranlı arkadaşlarına -her nedense- ihanet ederek köle diye bir yahudiye sattılar. Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh)a, Ammuriyye’de karşılaştığı ve hizmetinde bulunduğu rahip, vefatı sırasında gelecek olan son peygamber hakkında şu önemli ayrıntıyı da işaret etmişti: “Arap toprağında zuhur edecek ve iki taşlık arasında hurmalık bir yere hicret edecek. İki kürek kemiği arasında peygamberlik mührü olacak. Hediyye kabul edip sadaka almayacak.”

Selmân el-Farisî Hazretleri

İslâmiyet’i Kabulü

Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh), Medine’de köle olarak bulunduğu sırada Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in zuhûrunu haber alınca, ilk fırsatta bir yolunu bulup yanına gitti. Ammuriye’deki rahibin verdiği ipuçlarına göre Rasûlullâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)i süzdü ve uzunca bir teftişten sonra, onda, râhibin haber verdiği bütün özelliklerin var olduğunu gördü. Hemen aradığını bulan insanların gönül coşkusu ve ruh hâliyle onu kucakladı ve müslüman oldu.

Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh) köle oluşu sebebiyle Bedir ve Uhud gazvelerine katılamamıştı. Ancak Allah Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bizzat uyarısı üzerine Ashâb-ı Kirâm, Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh)ın bedelini ödeyerek hürriyetine kavuşturdular.

Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh), yıllar yılı aradığı ve bulmak için pek çok sıkıntılara katlandığı hak din ve onun yüce peygamberine kavuşmuştu. Artık onun en büyük hazzı, zamanını Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in dizinin dibinde, mescidin sofasında geçirmek, ondan gördüğü, duyduğu ve öğrendiği hakikati sünger gibi emerek ruhuna nakşetmek ve bununla hayatına yön vermekti. Ashâb-ı Kir’âm arasına karışınca samimiyeti, sadakati ve becerikliliği ile kısa zamanda sevildi. Sahâbîler (Radıyallâhu Anhum) onu adeta paylaşamaz oldular. Özelikle Hendek gazvesinde engin tecrübesi ve bilgisiyle herkesi kendine hayran bıraktı. O günün harp imkânlarına göre çok yeni ve modern sayılabilecek, şehrin çevresine hendek kazma fikri, ona aitti. Bir nevi sur vazifesi görecek olan hendeğin kazımında Mevlân3â Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh) canhıraş bir şekilde çalıştı ve beş arşın derinliğinde, on arşın boyundaki hendeği bir günde kazmaya muvaffak oldu. Bu başarısı, ashâb arasında paylaşılamaz biri hâline gelmesine vesile oldu. Muhacirler, ”Selman bizdendir” derken, Ensar da “Selman bizdendir” diye ona kucak açıyordu. Bunlara şâhid olan Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh)a dünyalara değer bir iltifatta bulunarak: ‘’Selman, bizim ehl-i beytimizdendir’’ buyurdu.

Hazreti Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) hicret sonrası, dünya tarihinde bir benzerine rastlanmayan engin bir anlayışla Mekkelilerle Medinelileri kardeş yapması (muâhât) sırasında Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh) ile Ebü’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh)ı kardeş ilan etmişti. Fakr ve zühd üzere olan bu iki sahâbî, birbirlerini sık sık ziyaret eder, birbirlerinin ihtiyaçlarını görerek yardımlaşır ve yer yer birbirlerine sünnet çizgisinde tavsiyelerde bulunurlardı.

Zühdü ve Takvası

Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh) zâhidâne hayatı ve dünyaya değer vermeyen anlayışıyla tanınan bir sahâbîydi. Nitekim Kinde kabilesinden bir kadınla evlenmişti. Zifaf gecesi kadının yanına girdiği zaman her tarafın kıymetli taşlar ve kumaşlarla süslendiğini görünce dayanamadı: “Evimiz ateşi yakılmış cehenneme dönmüş. Oysa Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bana: ‘’Dünyadaki eşyan bir yolcunun azığı, yani yol eşyası kadar olsun’’ buyurmuştu, dedi. Evin süsleri sökülüp atılıncaya ve sade bir hale konuluncaya kadar içeri girmedi.

Hazreti Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in bu sözünü kulağına küpe yapan Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh), bir başka defasında Sa’d ibni Ebî Vakkâs (Radıyallâhu Anh) da aynı şeyi söylemişti. Olay şöyle meydana geldi. Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh) hastalandı. Sa’d ibni Ebî Vakkâs (Radıyallâhu Anh) da onu ziyarete geldi. Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh)ı ağlıyor gören Sa’d ibni Ebî Vakkâs (Radıyallâhu Anh) şaşırdı ve ağlamasının sebebini sordu. Büyük sahâbî şu karşılığı verdi: ‘’Ağlayışım ölümden korkumdan, ya da dünyaya düşkünlüğümden değildir. Rasûlullâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in tavsiyelerine uyamamış, emirlerini yerine getirememiş olmaktandır. Çünkü o bize: ‘Dünyalığınız bir yolcunun azığı kadar olsun’ buyururdu. Şu çevremdeki eşyalara bak.” Oysaki o sırada çevresinde bulunan eşya da bir çamaşır leğeni, bir büyükçe çanak ve bir de abdest ve gusül için kullanılan su kabından ibaretti. Vefatından sonraki terekesi de on dört dirhem tutarında bir şeydi.

Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh)ın hilâfeti zamanında Medain’e vali tayin edildi. Valilik onun hayat standardında herhangi bir değişiklik meydana getirmedi. Çünkü o, izzet ve şerefin dünyevi makamlarda ve üniformalarda değil, iman ve uhrevi hayatta olduğuna inanıyordu. Vali olduğu halde doğru dürüst bir evi ve elbisesi bile yoktu. Hırkasını hem cübbe gibi giyer, hem de bir kısmını altına serip yatak, birazını da üstüne örtüp yorgan olarak kullanırdı. Kendisine ev yapmak isteyen bir Müslümana: ‘’Ayağa kalktığımda başımın değeceği yükseklikten, uzandığımda ayaklarımın erişeceği genişlikten fazlasını istemem’’ demişti.

Valiliği sırasında şehrin ve halkın her türlü işiyle uğraşır, halk arasında pejmürde bir kıyafetle dolaşmaktan çekinmezdi. Onu bu kılıkla görenler tanıyamaz, vali olduğunu bilemeden yük taşıtırlardı. Vali olduğunu anlayanlardan yükü sırtından almak isteyenler olursa da ona izin vermez, gidecekleri yere kadar yüklerini taşıyıverirdi.

İnsanoğlunun yediklerinin en temiz ve güzel olanının el emeği olduğu inancıyla maişetini temin için hurma yaprağından zembil ve sepet örer, onu satarak geçinirdi. Hammaddesini bir dirheme aldığı hurma yaprağından sepet ördükten sonra onu üç dirheme satar, bir dirhemiyle hammaddenin borcunu öder, geri kalan iki dirhemin birini çoluk çocuğunun nafakasına ayırır, diğerini infak ederdi. Valiliği sırasında yaşı ilerleyince uykusu azalmıştı. Bu yüzden gece karanlığı basınca namaza başlar, namazdan yorulunca zikir ve fikirle meşgul olurdu. Bedeninin dinlendiğini hissedince tekrar namaza kalkardı.

Yeme-içmenin bir amaç değil, bir araç olduğuna inandığından yemeğe düşkünlük göstermezdi. Nitekim bir defasında yemek konusunda kendisine ısrar edenlere şunları söylemişti: “Israr edip durmayın, bu kadarı kâfi. Çünkü ben Rasûlullâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in: ‘Dünyada iken karınlarını çokça doyuranlar, kıyamet günü en çok aç kalacak olanlardır. Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir.’ buyurduğunu işitmiştim.”

Nefs Terbiyesi Konusunda Örneklik ve Rehberliği

Nefse sahip olma ve onu sabra alıştırma konusunda açlık ve az yemenin ehemmiyetini vurgulayan Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh), bir başka defasında bir vesak tutarında bolca rızık aldı. Tabii onun bu konudaki “hassasiyetini bilenler hemen sordular: “Ya Selman bu ne hal?” O, nefse hâkim olmanın yollarından birinin, onun meşru isteklerini sınırlı olarak karşılamak oluğuna işaret için söyle konuştu: “Nefs ihtiyaç duyduğu azığı görünce mutmain olur ve insana ibadetini ifsad edecek bir vesvese veremez.”

Tasavvuftaki “El kârda gönül yârda” prensibi onun şu sözlerinde ma’kes bulmuştur: “Düşünürken Rabbini an, hüküm vereceğinde, insanlara bir pay dağıtacağında, dünyevi meşguliyetlerin sırasında daima O’nu hatırla.”

Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh) ile Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh)ın dostluğu yıllar yılı devam etti. Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh) Medain valisiyken Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh) ona şöyle bir mektup yazdı: ”… Hakk Te‘âlâ sizden sonra beni mal ve evlat ile rızıklandırdı. Bir de Arz-ı Mukaddese’de mukim kıldı…”

Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh) şu karşılığı verdi: ”Mektubunuzda mal ve evlatla merzuk kılındığınızı yazmışsınız. Bilesiniz ki hayır ve fazilet, mal ve evlat çokluğunda değil, hilmin çok, ilmin yararlı olmasındadır. Mukaddes beldede bulunduğunuzu yazmışsınız. Mukaddes Belde orada yaşayanları takdis edip yüceltmez. Asıl şeref ve yücelik, Cenâb-ı Hakk’ı görür gibi ibadet etmek, ihsan duygusuna ermek, nefsini ölülerden bilip kendinde varlık görmemektir.”

Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh) bu mektubunda tasavvufun esası sayılan ihsan ve gariplik, yani fakr ve zühd mefhumlarını dile getirip terviç etmektedir.

Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’in elini onun omuzuna koyarak: “Bunlardan öyle erler çıkacak ki iman Süreyya yıldızında olsa muhakkak ona yetişir” buyurup adeta Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh) için bir hedef göstermiştir. Belki bu yüzden o, İran’ın fethi sırasında orduda bulunmuş ve halkı nebevi üslupta Hakk’a davet etmeden onlarla savaşmamıştır. İran’ın fethinden sonra da Medain valiliği yapan Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh)ın manevî ve rûhânî etki alanı daha çok İran, Isfahan ve ötesi yani Türkistan bölgesidir. Çünkü silsilesinde Mevlânâ Selmân el-Fârisî (Radıyallâhu Anh)a yer veren Nakşibendîliğin en yaygın olduğu bölge, burası olmuştur.

Selmân- Fârisî (Radıyallâhu Anh) rivayete göre iki yüz küsur sene yaşamış ve 35/655 yılında vefât etmiştir.

Dipnotlar


Sıfâtu’s-Saf, 1,538, Bezzâr ve Taberânî’den naklen.
Hilyetü’l-Evliyâ, 1/199.
Tecrîd-i Sarîh Tercümesi. 10/201.

SİLSİLE-İ ZEHEBSİLSİLE-İ SAADATALTIN SİLSİLEALTUN SİLSİLESİLSİLEYİ ZEHEBSİLSİLEYİ SADATSİLSİLE-İ ŞERİFSİLSİLEYİ ŞERİFSİLSİLETÜ-Z ZEHEBSİLSİLETÜ ZEHEBSİLSİLE

Peygamber efendimiz hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V.)’den başlayarak silsile isimleri sırasıyla şöyledir;

1 – Hazret-i Muhammed Mustafâ (sallâllâhu aleyhi ve sellem)

2 – Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk (radıyallâhu anh)

3 – Selmân-ı Fârisî (radıyallâhu anh)

4 – Kâsım Bin Muhammed (rahmetullâhi aleyh)

5 – Câfer-i Sâdık (rahmetullâhi aleyh)

6 – Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullâhi aleyh)

7 – Ebû’l-Hasan Harakānî (rahmetullâhi aleyh)

8 – Ebû Ali Fârmedî (rahmetullâhi aleyh)

9 – Yûsuf Hemedânî (rahmetullâhi aleyh)

10 – Ebu-l Abbas Hz. Hızır (aleyihisselam)

11– Abdülhâlık Gucdüvânî (rahmetullâhi aleyh)

12 – Muhammed Ârif Rîvgerî (rahmetullâhi aleyh)

13 – Mahmûd Encîrfağnevî (rahmetullâhi aleyh)

14 – Ali Râmîtenî (rahmetullâhi aleyh)

15 – Muhammed Baba Semmâsî (rahmetullâhi aleyh)

16 – Seyyid Emîr Külâl (rahmetullâhi aleyh)

17 – Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend (rahmetullâhi aleyh)

18 – Alâüddîn Attâr (rahmetullâhi aleyh)

19 – Yâkub-el Çerhî (rahmetullâhi aleyh)

20 – Ubeydullah-el Ahrâr (rahmetullâhi aleyh)

21 – Muhammed Ez-Zâhid (rahmetullâhi aleyh)

22 – Derviş Muhammed İmkenegî (rahmetullâhi aleyh)

23 – Hâcegî Muhammed Semerkandi (rahmetullâhi aleyh)

24 – Muhammed El-Bâkī Billâh (rahmetullâhi aleyh)

25 – İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî (rahmetullâhi aleyh)

26 – Muhammed Mâsûm Serhendî (rahmetullâhi aleyh)

27 – Muhammed Seyfüddîn Serhendî (rahmetullâhi aleyh)

28 – Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî (rahmetullâhi aleyh)

29 – Mirzâ Mazhar Cân-ı Cânân (rahmetullâhi aleyh)

30 – Abdullah Dehlevî (rahmetullâhi aleyh)

31 – Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (rahmetullâhi aleyh)

32 – Mevlânâ Osman Siraceddin (rahmetullâhi aleyh)

33 – Mevlânâ Şeyh Ömer Ziyaüddin (rahmetullâhi aleyh)

34 – Mevlânâ Muhammed Necmeddin-i Kübra (rahmetullâhi aleyh)

35 – Şeyh Baki Hocaefendi (rahmetullâhi aleyh)

36 – Kutb-ul Aktab Şeyh Bedir Karahan (rahmetullâhi aleyh)

37 – Mevlânâ Şeyh Hüseyin Gümüş (rahmetullâhi aleyh)

38 – Şeyh Mürşid Rashid İbrahim Haake (rahmetullâhi aleyh)