Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Mevlânâ Hâce Ali er-Râmitenî (Kuddise Sirruhû)

Mevlânâ Hâce Ali er-Râmitenî

Mevlânâ Hâce Ali er-Râmitenî (Kuddise Sirruhû)

FacebookTwitterTelegramWhatsAppPaylaş

Hakîkat ve yakînin burhânı, hidayet ve irfan sahibi, irşad kutbu, rahmet denizi, Mevlânâ Hâce Ali Râmitenî (Kuddise Sirruhû) hazretleri Silsile-i Sâdât’ın on üçüncü altın halkasıdır. Çok yüksek makamlara ve hayretler uyandıran kerametlere sahip olan Hâce Ali Râmitenî hazretleri “Azîzân” lakabıyla anılırdı. Güzel yüzlü, uzun boylu, uzuvları birbirine mütenasib olan bir zattı. Dokumacılık mesleğiyle geçimini sağlardı. Bundan dolayı kendisine “Hâce Nessâc”da denirdi.

Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin hidayet semasındaki kadri anlatmakla anlaşılamayacak kadar ziyadedir. Şeyhi Mevlânâ Mahmud İncîr Fağnevî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinden elde ettikleriyle doğu ve batıyı himmetiyle doldurarak irşad etmiştir. Çok uzun yaşadığı nakledilen Hâce Alî Râmitenî (Kuddise Sirruhû) geriye birçok mürid bırakmış, Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretlerine irşad yetkisi vererek yüce yolun devamını sağlamıştır.

Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû), Buhara yakınlarında bulunan Râmiten kasabasında dünyaya geldi. Buraya nisbetle kendisine Râmitenî denmiştir. Çocukluğundan itibaren tahsil etmeye başladığı zahirî ilimlerde çok iyi bir konuma geldi. Şeyhine bağlandıktan sonra da çok yüksek makamlar elde etti ve sapkınlıkta olanlara bir hidayet rehberi oldu. İnsanlara daima Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarını anlattı. Hârezm’e giderek burada Hârezm Sultanı da dâhil olmak üzere birçok talebe yetiştirdi.

Kendisine Azîzân Denmesinin Sebebi

Rivayet edildiğine göre, bir gün Mevlânâ Hâce Ali Râmitenî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin kıymetli bir dostu ona misafirliğe geldi. Alî Râmitenî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin evinde misafirine ikram edeceği bir yiyecek yoktu. Bunun üzüntüsüyle birlikte misafiriyle otururlarken ansızın kapı çaldı. Gelen kişi Hâce Alî Râmitenî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin müridlerinden birisiydi. Babası aşçı olan bu zat, Hâce hazretlerine tirit yemeği getirmişti. Getirdiği ikramı mürşidinin huzuruna bıraktıktan sonra edepli bir şekilde şeyhine hizmette bulundu. Mevlânâ Alî Râmitenî (Kuddise Sirruhû) misafirine ikram edebileceği bir yiyecek bulduğu için çok mutlu oldu. Misafir gittikten sonra o müridini çağırarak şöyle buyurdu:

— Allah Te‘âlâ rızkını artırsın, hediyeni kabul buyursun. Şimdi söyle bakalım, benden ne istersin? İsteğin Allah’ın izniyle gerçekleşir! Himmeti bir hayli yüksek olan mürid:
— Efendim! Benim en büyük muradım içimle dışımla sizin gibi olmaktır, dedi. Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretleri şöyle buyurdu:
— Evlâdım! Bu çok zor bir istek. Zira sen buna dayanamazsın! Ancak mürid:
— Efendim! Ben başka bir şey istemem, benim tek isteğim budur! deyince, Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretleri onun elinden tutarak halvete götürdü ve ona tam bir teveccühle teveccühte bulundu. Bir süre sonra dışarıya çıkan mürid, insanların Hâce Alî Râmitenî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinden ayırt edemeyeceği şekilde, içi ve dışı onun gibi olduğu bir hâldeydi. Bu hâle daha fazla dayanamayan mürid kırk gün daha yaşadı ve vefat etti. Bunun üzerine kapıdan içeriye girdiklerinde bir azîz varken, dışarıya çıktıklarında iki azîz olduklarından dolayı Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretlerine iki azîz anlamına gelen “Azîzân” denmiştir.

Şeyh Rükneddîn’in Üç Sorusu ve Hâce Azîzân’ın Verdiği Cevaplar

Mevlânâ Hâce Ali er-Râmitenî (Kuddise Sirruhû)

Şeyh Rükneddîn Alâüddevle es-Simnânî hazretleri, Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) ile muâsır bir zattı. Aralarında bazen mektuplaşma gerçekleşirdi. Bir gün Şeyh Rükneddîn (Kuddise Sirruhû) bir mektup yazıp Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) hazretlerine gönderdi. Üç mesele hakkında olan sorularına Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) hazretlerinden doyurucu cevaplar aldı.

Birinci sorusunda; “Siz de biz de saliklere hizmet ederiz. Siz sofrada tekellüf eylemeksizin, elinizde olanla yetinirsiniz; biz ise tekellüf eder, sofranın bol çeşitli olmasını sağlamaya çalışırız. Buna rağmen insanlar sizden razı olup, bizden şikâyet ederler. Bunun sebebi nedir?” dediğinde Hâce Alî Râmitenî (Kuddise Sirruhû) şu cevabı verdi:

“Minnet ile hizmet edenler çoktur, ama hizmet ettiğini minnet bilenler azdır. Çok çalışın ki hizmette bulunduğunuzu minnet bilesiniz. Öyle yaptığınızda kimse sizden şikâyetçi olmaz.”

İkinci sorusunda; “Duyduğumuza göre sizin terbiyeniz Hızır (Aleyhisselâm) tarafından gerçekleşmiştir. Bu nasıl oldu?” diyen Şeyh Rükneddîn’in sorusunu Hâce Alî Râmitenî (Kuddise Sirruhû) şöyle yanıtladı:

“Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın öyle âşık kulları vardır ki, Hızır (Aleyhisselâm) da onlara âşıktır.”

Şeyh Rükneddîn üçüncü olarak şu soruyu sordu; “Sizin cehrî (açık) zikir yaptığınızı işittik. Bu nasıl bir şeydir?” Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurdu:

“Biz de duyduk ki, siz de gizli zikir yapıyormuşsunuz. Mademki gizli zikir yapıyorsunuz, halk bunu nereden biliyor? O zaman sizinki de gizli zikir sayılmaz. İkisi de duyulduğuna göre bu konuda eşit olmuş oldular. Şu da var ki, gizli zikirle meşhur olmak riyaya daha yakındır.”

Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) zikir telkini konusunda açık ve gizli zikir usullerini uygulamıştır. Ancak daha sonra Nakşibendiyye yolunda usul olarak gizli zikir benimsenmiştir.

Hârezm’e Gitmesi ve Sultan ile Münasebeti

Anlatıldığına göre Mevlânâ Hâce Ali Râmitenî (Kuddise Sirruhû) hazretleri bir ilham neticesinde Buhara’dan Hârezm’e gitmeye karar verdi. Hârezm’e geldiğinde sur kapısında konakladı. Oranın sultanına bir elçiyle haber gönderdi:

“Dokumacı bir fakir beldenize girmek ve konaklamak istiyor. Eğer izin verirseniz girecek, değilse ger dönecek.”

Sonra gönderdiği elçiye, eğer izin verilirse mühürlü bir vesika almasını emretti. Elçi gidip durumu anlattığında padişah ve yanındakiler onunla alay etti ve padişah şöyle dedi: “Bunların ahmak oldukları bellidir, ne istiyorsa yazıp verin!” İstediğini alan elçi emri istenilen şekilde yerine getirip vesikayı teslim etikten sonra Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) beldeye girdi ve büyüklerin yolu üzere irşad faaliyetlerine hemen başladı. Öyle ki her gün çarşıya çıkıyor ve esnafa şöyle diyordu: “Yevmiyeniz ne kadar?” Onlardan miktarın öğrendikten sonra, “Yevmiyenizi ben vereceğim, siz sadece meclisimize gelin, abdestinizi alın ve akşama kadar Allah Teâlâ’yı zikredin,” diyordu. Sözünü dinleyenlerde onun bereketi ve kuvvetli tasarrufu sebebiyle öyle hâller oluyordu ki, Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) hazretlerinden ayrılamıyorlar, devamlı onun sohbetinde bulunmak istiyorlardı. Bir zaman sonra etrafındaki müridleri bir hayli çoğaldı.

Bu durumu kıskanan bazı kimseler sultana giderek: “Beldenize bir şeyh geldi, bütün insanlar onun etrafında toplandı, her geçen gün talebeleri ve müridleri çoğalıyor. Bu şekilde devam ederse tahtınızdan olacaksınız ve ülkede önüne geçilemez bir fitne çıkacak!” dediler.

Sultan ve yanındakiler bundan çok korktular ve Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) hazretlerini beldeden uzaklaştırmak istediler. Bu durumu öğrenen Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretleri daha önce almış olduğu vesikayı elçisine vererek sultana gidip şöyle demesini istedi:

“Hâce Ali Râmitenî (Kuddise Sirruhû) buraya sizin izninizle girdi. Eğer hükmünüzü değiştirmek istiyorsanız buradan gidecek.” Elçi, padişahın yanına gelerek emrolunduğu şekilde vesikayı verip Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin sözünü ilettikten sonra padişah son derece utandı ve Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin ziyaretine gitti, ondan özür diledi ve ondan inâbe alarak büyük menfaatler elde etti.

Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) Hazretlerinin Kerameti

Rivayet edildiğine göre, Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) ile aynı dönemde yaşamış olan Seyyid Atâ (Kuddise Sirruhû) zamanın önde gelen kimselerindendi. Bir keresinde Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) ile aralarında bir olay geçti. Nasıl olduysa Seyyid Atâ (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin ağzından Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) hazretleri aleyhinde bir söz çıktı. Bir süre sonra eşkıyalar gelerek her yeri yağmaladılar. Malları gasp ettiler ve birçok kimseyi de esir alıp yanlarında götürdüler. Bu esirler içerisinde Seyyid Atâ (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin oğlu da vardı. Bu olayı duyan Seyyid Atâ (Kuddise Sirruhû) bu sıkıntının sebebinin Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin aleyhine konuşması olduğunu anladı. Koşarak gidip ondan özür diledi.

Daha sonra Seyyid Atâ (Kuddise Sirruhû), Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretlerini ve bir grup âlimi evine davet etti. Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretleri bu davetin amacını anlamıştı. Hizmetçiler sofrayı kurduktan sonra Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurdu:

“Seyyid Atâ (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin oğlu gelmeden bu yemeği yemeyeceğim!” Bir süre sükût ettikten sonra kapı çalındı ve içeriye Seyyid Atâ (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin oğlu girdi. Büyük bir şaşkınlığa kapılan cemaat ona nasıl kurtulduğunu sorduklarında: “Az önce eşkıyaların esiriydim, sonra bir anda kendimi burada buldum,” şeklinde cevap verdi. Hâlbuki iki şehir arası oldukça uzak bir mesafeydi. Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin bu kerametini görenler onun faziletini ve makamının yüceliğini tekrar müşahede etmiş oldular.

Bazı Kelâm-ı Şerîfleri

Mevlânâ Hâce Ali Râmitenî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin her birisi inci gibi olan sözlerinden bazıları şunlardır:
“Abdulhâlık Gucdüvânî’nin (Kuddise Sirruhû) evlatlarından birisi yeryüzünde bulunsaydı Mansur darağacında asılmazdı.”
“Amelini bir şey görmeden amel etmek gerekir. Kendini her daim kusurlu bulmak ve yeniden amel etmek gerekir.”
“İki halde, kendinizi geri tutun ve dikkatli olun; Konuşurken ve yemek yerken,”
Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) hazretlerine; “İman nedir?” diye sordular. O da cevap olarak dokumacılık mesleğinin diliyle şöyle buyurdu: “Kesmek ve birleştirmektir.”

Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) şöyle anlatmıştır: “Bir gün Hızır (Aleyhisselâm), Hâce Abdulhâlık Gucdüvânî’nin (Kuddise Sirruhû) yanına gelir. Hâce (Kuddise Sirruhû) evden iki arpa ekmeği çıkarır. Hızır (Aleyhisselâm) ondan yemez. Hâce Abdulhâlık (Kuddise Sirruhû) hazretleri ona: “Yiyiniz, helâldir” dediğinde Hızır (Aleyhisselâm) şu cevabı verir: “Gerçekten helâldir, ama hamurunu yoğuran abdestsiz yoğurmuştur. Bize bunu yemek reva değildir.”

Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) hazretlerine soruldu: “Kişi kaybettiği amelleri ne zaman geri kazanabilir?” Buyurdu ki: “Tan yeri ağarmadan önce!”

Şeyh Bedruddîn el-Meydânî (Kuddise Sirruhû) hazretleri, Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) hazretlerine sordu: “Allah (Celle Celâluhû) ‘O’nu çokça zikredin’ kavl-i şerifiyle bizlere onu çokça zikretmemizi emretti. Ancak bu zikirden murad dil ile zikretmek midir, yoksa kalp ile zikretmek midir?” Hâce Azîzân (Kuddise Sirruhû) hazretleri şöyle cevap verdi: “Başta olan için dil ile zikretmek, sonda olan için ise kalp ile zikretmek!”

Mevlânâ Hâce Ali er-Râmitenî (Kuddise Sirruhû) Hazretlerinin Halifeleri

Mevlânâ Hâce Ali Râmitenî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin meşhur dört halifesi vardı. Kendisi vefat ettikten sonra irşad faaliyetleri onlarla devam etti. Halifeleri, başta Mevlânâ Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî (Kuddise Sirruhû) olmak üzere Hâce Muhammed Külâhdûz, Hâce Muhammed Bâverdî ve Hâce Muhammed Hallâc (Kaddesallâhu Esrârahum) hazretleridir.

Yüz otuz sene gibi uzun bir ömür yaşayan Mevlânâ Hâce Ali Râmitenî (Kuddise Sirruhû) hazretleri h.721 (m.1321) yılında Hârezm’de vefat etmiştir. Allah (Celle Celâluhû) bizleri bilcümle Meşâyıh-ı Kirâm’ın şefaatlerine nâil eylesin. Amin…

SİLSİLE-İ ZEHEBSİLSİLE-İ SAADATALTIN SİLSİLEALTUN SİLSİLESİLSİLEYİ ZEHEBSİLSİLEYİ SADATSİLSİLE-İ ŞERİFSİLSİLEYİ ŞERİFSİLSİLETÜ-Z ZEHEBSİLSİLETÜ ZEHEBSİLSİLE

Peygamber efendimiz hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V.)’den başlayarak silsile isimleri sırasıyla şöyledir;

1 – Hazret-i Muhammed Mustafâ (sallâllâhu aleyhi ve sellem)

2 – Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk (radıyallâhu anh)

3 – Selmân-ı Fârisî (radıyallâhu anh)

4 – Kâsım Bin Muhammed (rahmetullâhi aleyh)

5 – Câfer-i Sâdık (rahmetullâhi aleyh)

6 – Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullâhi aleyh)

7 – Ebû’l-Hasan Harakānî (rahmetullâhi aleyh)

8 – Ebû Ali Fârmedî (rahmetullâhi aleyh)

9 – Yûsuf Hemedânî (rahmetullâhi aleyh)

10 – Ebu-l Abbas Hz. Hızır (aleyihisselam)

11– Abdülhâlık Gucdüvânî (rahmetullâhi aleyh)

12 – Muhammed Ârif Rîvgerî (rahmetullâhi aleyh)

13 – Mahmûd Encîrfağnevî (rahmetullâhi aleyh)

14 – Ali Râmîtenî (rahmetullâhi aleyh)

15 – Muhammed Baba Semmâsî (rahmetullâhi aleyh)

16 – Seyyid Emîr Külâl (rahmetullâhi aleyh)

17 – Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend (rahmetullâhi aleyh)

18 – Alâüddîn Attâr (rahmetullâhi aleyh)

19 – Yâkub-el Çerhî (rahmetullâhi aleyh)

20 – Ubeydullah-el Ahrâr (rahmetullâhi aleyh)

21 – Muhammed Ez-Zâhid (rahmetullâhi aleyh)

22 – Derviş Muhammed İmkenegî (rahmetullâhi aleyh)

23 – Hâcegî Muhammed Semerkandi (rahmetullâhi aleyh)

24 – Muhammed El-Bâkī Billâh (rahmetullâhi aleyh)

25 – İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî (rahmetullâhi aleyh)

26 – Muhammed Mâsûm Serhendî (rahmetullâhi aleyh)

27 – Muhammed Seyfüddîn Serhendî (rahmetullâhi aleyh)

28 – Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî (rahmetullâhi aleyh)

29 – Mirzâ Mazhar Cân-ı Cânân (rahmetullâhi aleyh)

30 – Abdullah Dehlevî (rahmetullâhi aleyh)

31 – Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (rahmetullâhi aleyh)

32 – Mevlânâ Osman Siraceddin (rahmetullâhi aleyh)

33 – Mevlânâ Şeyh Ömer Ziyaüddin (rahmetullâhi aleyh)

34 – Mevlânâ Muhammed Necmeddin-i Kübra (rahmetullâhi aleyh)

35 – Şeyh Baki Hocaefendi (rahmetullâhi aleyh)

36 – Kutb-ul Aktab Şeyh Bedir Karahan (rahmetullâhi aleyh)

37 – Mevlânâ Şeyh Hüseyin Gümüş (rahmetullâhi aleyh)

38 – Şeyh Mürşid Rashid İbrahim Haake (rahmetullâhi aleyh)