Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Kâsım ibnü Muhammed es-Sâdık Hazretleri

Kâsım ibnü Muhammed es-Sâdık

Kâsım ibnü Muhammed es-Sâdık Hazretleri

Mevlânâ Kâsım ibnü Muhammed es-Sâdık (Radıyalâhü Anhümâ)

Selman Farisi’den sonra, “altın silsile” tabiîn nesline geçiyor. Emanetin sahibi bu sefer Hz. Ebû Bekir’in torunu Kasım bin Muhammed. Künyesi de Ebu Muhammed. Annesi İran hükümdarlarından Yezdcürd’ün kızı. Bu yüzden Hz. Peygamberin torunu İmam Zeyne’l-abidin ile teyzezade. Hicri 30, Miladi 650 yılında doğdu. Emevi döneminin karışık ve karmaşık siyasi ve sosyal ortamında büyüdü. Halası Hz. Aişe validemizin şefkat ve merhametine mazhar oldu. Hz. Aişe validemizin, onun başını bile tıraş ettiği rivayet edildiğine göre, ona gösterdiği ilgi ve yakınlık anlaşılmış olur.

Babası İçin Mağfiret Dilerdi

Hz. Kasım, Hz. Aişe validemiz başta olmak üzere, Ebu Hüreyre, İbn Abbas gibi büyük sahabilerden hadis ve ilim aldı. Medine’nin yedi büyük fakihinden biri oldu. Hadis ve sünnet bilgisine vukufu, tefsir ilmine vukufundan daha üstündü. Fıkıh ve tasavvufta üstaddı. Yaşadığı dönem, siyasi kargaşaların çok olduğu, emirlerin ve zenginlerin dünyaya fazla rağbet ettiği bir dönemdi. Bu yüzden o yıllarda zahid alimler, Hz. Peygamber (s.a.) ve ashabının zühd yaşayışına büyük bir özlem duymaktaydı. Hz. Kasım da bu bağrı yanık, gözü yaşlı bahtiyarlardandı. Babası Muhammed b. Ebu Bekir’in Hz. Osman devrindeki taşkınlıklarından dolayı Cenab-ı Hakk’tan babası adına mağfiret dilerdi.

“Tasavvuf arayı açmak değil, kapamaktı”, o da bunu yapmak için güzel hasletleriyle dostluk ve kardeşlik için elinden geleni yapardı. Onun bu fazilet abidesi davranışları çağdaşları, tarafından takdirle karşılanırdı. Nitekim Yahya bin Said: “Biz, çağımızda Kasım bin Muhammed’den daha faziletli birini görmedik” derdi.

Mekke ve Medine arasında Kudeyd denilen yerde 102/720 veya 108/726 yılında yetmiş yaşlarında olduğu halde vefat etti. Ölmeden önce gözlerini kaybetmişti. Öleceğini anlayınca oğluna: “Beni içinde bulunduğum giysilerle;gömlek, izar ve rida ile kefenleyin” dedi. Oğlu: “Babacığım, bunu iki katına çıkarsak olmaz mı?” diye sorduğunda: “Dedem Ebu Bekir de böyle üç parça bir kefene sarılmıştı. Bizim için ölçü onlardır. Bu kadarı kafi, sonra dirilerin yeni giysiye ölülerden daha çok ihtiyacı var.” cevabını verdi. Bundan sonra oğluna, önce kabrini dümdüz yapmasını, ondan sonra ailesine haber vermesini vasiyet etti.

Elimde Olsa Hilafeti Ona Verirdim

Kâsım ibnü Muhammed es-Sâdık Hazretleri

Ömer bin Abdülaziz’in “Elimde olsa hilafeti Kasım bin Muhammed’ e bırakmak isterdim” diye halim övdüğü. İmam Malik’in “Kasım bu ümmetin fukahasındandır” diye sena ettiği Ebu Bekir torunu, gerçekten asalet ve mehabet timsaliydi. Daima düşünceli ve haşyetliydi. Yüzü gamlı, alnı secdeden aşınmış bir haldeydi.

Ömer bin Abdülaziz ile münasebetleri şöyle başlamıştı. Abdülmelik bin Mervan öldüğünde Ömer bin Abdülaziz çok üzülmüş, yetmiş gün süreyle yas tutmuştu. Bunu duyan Kasım, Halife ‘nin yanına giderek: “Bilmez misin ki, eslafımız musibeti de, nimeti de aynı gözle görür ve aynı tavırla karşılardı. Nimete tezellül, musibete tecemmül gösterirdi. Yani nimete layık olmadığı düşünerek şükreder, musibete de hikmetini arayarak sabrederdi.” Bu nasihattan çok hoşlanan Ömer bin Abdülaziz, Kasım’a ayrı bir ilgi gösterir olmuştu. Çünkü gönlüne onun sayesinde dünyadan zühd anlayışı dolmuştu.

Büyük bir Fakih

Kasım fakihti. Sabahın erken saatinde mescide gelir, iki rekat namaz kılar, sonra etrafını çevreleyen insanların muhtelif sorularını cevaplardı. Akşamleyin yatsı namazından sonra arkadaşlarıyla ahiret hakkında sohbetlerde bulunur, onları vera ve takva konusunda aydınlatırdı.

Devrinde ricalden sayılmak fıkhı konulan cevaplamak için “iyi bir sünnet bilgisine sahip olmak gerekti” O, çağdaşları arasında bu konuda da tekti. Bu yüzden rivayet ettiği hadisler genellikle ahkam ve menâsike dairdi.

Kendisine bilmediği konularda sorulan sorulara “Bilmiyorum” demekten çekinmezdi. Bildikleri için de: “Bildiğim şeyleri gizlemek bana helal olmaz” derdi. Çok üstüne gelenlere de şunu söylerdi: “Kişinin, Allah’ın kendisine farz kıldığı şeyleri bildikten sonra cahil olarak yaşaması, bilmediği şeyler hakkında söz söylemesinden daha iyidir.”

İtikadı konulardaki bocalamaları ve özellikle Kaderiyecilerin sapık fikirlerini hoş karşılamaz ve bu görüşlerde ısrar edenlerin lanete uğrayacağını söylerdi.

100 Bin Dirhemi Fukaraya Dağıttı

Zahiddi, zühdünün gereği, kendisine verilmiş bulunan 100. 000 dirhem ganimet malına elini sürmemiş, fukaraya dağıtmıştı. Sıkıntılı ve dar zamanında ihtiyacı olduğu halde kendisine verilen zekat malını fukaraya dağıtırdı. Yine böyle bir para getirildiğinde onları fakirlere dağılıp namaza durdu. Yanında bulunanlar, kendi aralarında konuşmaya başladılar. Her biri bir şey söyledi. Oğlu da şöyle konuştu: “Siz zekatınızı öyle birine pay ettidiniz ki, Allah’a andolsun, kendisine bir kuruş bile ayırmadı.” Kasım bu söz üzerine namazı kısa tuttu ve selam verince oğluna: “Yavrum, bildiğin şey hakkında konuş, bilmediğin konularda diline sahip ol” dedi. Kasım, bu ifadesiyle aslında çocuğuna: “her doğrunun her yerde söylenmemesi gerektiğini” öğretmek istemişti. Yoksa oğlunun söyledikleri doğruydu. Fakat yanında, kendisi hakkında böyle sözler sarfetmesi onu rahatsız etmişti.

Birgün vasiyetini yazdırmak üzre bir katip çağırdı ve katibe:

“Yaz” dedi. “Bu Kasım bin Muhammed’in vasiyyetidir. Kasım, Allah’tan başka ilah bulunmadığına şahidlik eder. Eğer o, buna şahidlik edenlerden olmasaydı, şakilerden olur, yolunu şaşırırdı.” Kasım bu sözleriyle kalpte bulunan gerçek iman duygusunun insanı şakavetten ve sapıklıktan alıkoyacağını ve imanın insanı hayra götüren bir muharrik bulunacağını anlatmak istemekteydi. Aslında zikir, namaz ve her türlü ibadetten gaye de bu imanı güçlendirip hayatımıza yön vermesini sağlamak değil midir?

Nazik Bir Konu

Daha önce de işaret ettiğimiz gibi ilmine güvenmez, bildiğiyle övünmezdi. Nitekim bir bedevi gelip birgün kendisine: “Sen mi daha alimsin, yoksa Salim mi?” diye sordu. Bu Salim muhtemelen Hz. Ömer’in torunu olan Salim olmalıdır. Kasım, zor bir soruyla karşı karşıyaydı. “Ben daha alimim” dese, nefsine pay çıkarmış olacaktı. Bu ise edebine yakışmazdı. “Salim benden daha bilgilidir” dese, işin gerçeği o değildi. Çünkü Salim’in bilgisi kendisinden daha azdı. En iyisi bu safhada nefsine pay çıkarmadan ve fakat Salim’i de incitecek bir söz sarfetmeden cevap vermekti. Kasım öyle yaptı: “Salim gerçekten saygıya layık değerli bir insandır” dedi.

Sıddikî silsile, Hz. Ebu Bekir Sıddîk’tan sonra arasına Selman’ı katarak Kasım île yine Sıddîk ailesine geçdi. Kasım, devrinin değerli bir mürşid ve mübelliğ olarak Arap, Acem demeden bütün ümmete hizmet etti. Annesinin İranlı olması sebebiyle Farsça da bildiği için tesir alanı hayli genişti. Ancak onun çağında İslami İlimler henüz bağımsızlık kazanmamıştı. Bu yüzden o, hadis öğretirken; sünneti anlatırken onlarla birlikte fıkıh ve tasavvufu da talim etmekteydi. O devirdeki bütün alimlerin durumu aşağı yukarı aynıydı. Özellikle mutasavvıflar, tasavvufun yanında ya hadis, ya da fıkıh ilmiyle meşguldüler. Hatta fıkıh ilmi, akaid ilmini de içine almaktaydı. Bu yüzden “el-Fıkhu’l-Ekber”:İnanç esasları demekti. Nitekim İmam-ı Azam’ın aynı adı taşıyan eseri inanç esaslarını kapsamaktadır.

Hz. Kasım’dan sonra silsile, ehl-i beyt’e intikal ederek İmam Cafer-i Sadık hazretlerine geçecektir.

SİLSİLE-İ ZEHEBSİLSİLE-İ SAADATALTIN SİLSİLEALTUN SİLSİLESİLSİLEYİ ZEHEBSİLSİLEYİ SADATSİLSİLE-İ ŞERİFSİLSİLEYİ ŞERİFSİLSİLETÜ-Z ZEHEBSİLSİLETÜ ZEHEBSİLSİLE

Peygamber efendimiz hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V.)’den başlayarak silsile isimleri sırasıyla şöyledir;

1 – Hazret-i Muhammed Mustafâ (sallâllâhu aleyhi ve sellem)

2 – Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk (radıyallâhu anh)

3 – Selmân-ı Fârisî (radıyallâhu anh)

4 – Kâsım Bin Muhammed (rahmetullâhi aleyh)

5 – Câfer-i Sâdık (rahmetullâhi aleyh)

6 – Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullâhi aleyh)

7 – Ebû’l-Hasan Harakānî (rahmetullâhi aleyh)

8 – Ebû Ali Fârmedî (rahmetullâhi aleyh)

9 – Yûsuf Hemedânî (rahmetullâhi aleyh)

10 – Ebu-l Abbas Hz. Hızır (aleyihisselam)

11– Abdülhâlık Gucdüvânî (rahmetullâhi aleyh)

12 – Muhammed Ârif Rîvgerî (rahmetullâhi aleyh)

13 – Mahmûd Encîrfağnevî (rahmetullâhi aleyh)

14 – Ali Râmîtenî (rahmetullâhi aleyh)

15 – Muhammed Baba Semmâsî (rahmetullâhi aleyh)

16 – Seyyid Emîr Külâl (rahmetullâhi aleyh)

17 – Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend (rahmetullâhi aleyh)

18 – Alâüddîn Attâr (rahmetullâhi aleyh)

19 – Yâkub-el Çerhî (rahmetullâhi aleyh)

20 – Ubeydullah-el Ahrâr (rahmetullâhi aleyh)

21 – Muhammed Ez-Zâhid (rahmetullâhi aleyh)

22 – Derviş Muhammed İmkenegî (rahmetullâhi aleyh)

23 – Hâcegî Muhammed Semerkandi (rahmetullâhi aleyh)

24 – Muhammed El-Bâkī Billâh (rahmetullâhi aleyh)

25 – İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî (rahmetullâhi aleyh)

26 – Muhammed Mâsûm Serhendî (rahmetullâhi aleyh)

27 – Muhammed Seyfüddîn Serhendî (rahmetullâhi aleyh)

28 – Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî (rahmetullâhi aleyh)

29 – Mirzâ Mazhar Cân-ı Cânân (rahmetullâhi aleyh)

30 – Abdullah Dehlevî (rahmetullâhi aleyh)

31 – Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (rahmetullâhi aleyh)

32 – Mevlânâ Osman Siraceddin (rahmetullâhi aleyh)

33 – Mevlânâ Şeyh Ömer Ziyaüddin (rahmetullâhi aleyh)

34 – Mevlânâ Muhammed Necmeddin-i Kübra (rahmetullâhi aleyh)

35 – Şeyh Baki Hocaefendi (rahmetullâhi aleyh)

36 – Kutb-ul Aktab Şeyh Bedir Karahan (rahmetullâhi aleyh)

37 – Mevlânâ Şeyh Hüseyin Gümüş (rahmetullâhi aleyh)

38 – Şeyh Mürşid Rashid İbrahim Haake (rahmetullâhi aleyh)