HAZRETİ EBU BEKİR SIDDIK

DİNİ HABERLER 04.08.2025 - 13:17, Güncelleme: 04.08.2025 - 13:17
 

HAZRETİ EBU BEKİR SIDDIK

Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık (R.A), Peygamber efendimiz Hz. Muhammed'in yol arkadaşı ve en sadık dostuydu. İşte "Çok samimi, çok sadık" anlamına gelen Sıddık lakabının Hz. Ebu Bekir’e layık görülmesi bundan dolayıdır.
HAZRET-İ EBU BEKR-İ SIDDIK Âlem-i İslâm'ın ilk halifesi olan Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık (R.A), Peygamber efendimiz Hz. Muhammed'in yol arkadaşı ve en sadık dostuydu. İşte "Çok samimi, çok sadık" anlamına gelen Sıddık lakabının Hz. Ebu Bekir’e layık görülmesi bundan dolayıdır. Bu lakap kendisine, miraç olayı başta olmak üzere gaybla ilgili haberleri hiç tereddütsüz kabul ettiği için bizzat Resûl-i Ekrem tarafından verilmiş ve İslam literatüründe bununla şöhret bulmuştur.   NetHaberler - Utku Mihmandaroğlu Öyle ki, Fahr-i Kâinât sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, İsrâ ve Mîrac hâdisesini Kureyş müşriklerine haber vereceği zaman: “–Ey Cebrâîl! Kavmim beni tasdîk etmez!” dedi. Cebrâîl (a.s.): “–Ebûbekir Sen’i tasdîk eder. O sıddîktır.” buyurdu. (İbn-i Sa‘d, I, 215) Nitekim müşrikler, Mîraç hâdisesini duyduklarında, derhâl Hazret-i Ebûbekir’e koştular: “–Arkadaşın, bir gece içinde Mescid-i Aksâ’ya gittiğini, oradan da göklere çıkıp sabah olmadan tekrar Mekke’ye geldiğini söylüyor. Bakalım buna ne diyeceksin?” dediler. Hazret-i Ebûbekir: “–O ne söylüyorsa doğrudur! Çünkü O’nun yalan söylemesine imkân ve ihtimâl yoktur! Ben, O’nun her getirdiğine peşinen inanırım...” dedi. Müşrikler tekrar: “–Sen O’nu tasdîk ediyor ve bir gecede Beytü’l-Makdis’e gidip geldiğine inanıyor musun?” dediler. Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh: “–Evet! Bunda şaşılacak ne var? Vallâhi O bana, gece veya gündüzün herhangi bir vaktinde kendisine Allah’tan haber geldiğini söylüyor da ben yine O’nu tereddütsüz tasdîk ediyorum.” dedi. Daha sonra Ebûbekir radıyallahu anh, o sırada Kâbe’de bulunan Peygamber Efendimiz’in yanına gitti. Olanları bizzat Efendimiz’in mübârek fem-i saâdetlerinden dinledi ve: “–Sadakte (doğru söyledin) yâ Resûlâllah!..” dedi. Allah Resûlü de, O’nun bu tasdîkinden gâyet memnun kalarak cihânı aydınlatan tebessümüyle Hazret-i Ebûbekir’e: “–Ey Ebûbekir! Sen «Sıddîk»sın!..” buyurdular. (İbn-i Hişâm, II, 5) Hazret-i Sıddîk’ın Mîraç hâdisesinde sergilediği bu kalbî sarsılmazlık ve tereddütsüz bir şekilde Allah Resûlü’nü tasdîk edişi, ancak kalbinin kazandığı îman kuvvetiyle îzah olunabilir. Hazret-i Sıddîk’ın bu kalbî mukâvemetini ifâde sadedinde Hazret-i Ali ona: “Sen, şiddetli kasırgaların hareket ettiremediği ve şiddetli sarsıntıların yerinden oynatamadığı ulu bir dağ gibiydin!” buyurmuştur. Hz. Peygamber'in vefatından sonra onun devlet yönetimi görevini üstlendiği için de "halîfetü resûlillâh" unvanıyla anılmıştır. Bekir adlı bir çocuğu olmadığı halde kendisine Ebû Bekir künyesinin niçin verildiği konusunda kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Asıl adı Abdülkâbe olup, İslâm'dan sonra Rasûlullah (s.a.s.)'in ona Abdullah adını verdiği kaydedilir. Azaptan azad edilmiş mânâsına "atik"; dürüst, sadık, emin ve iffetli olduğundan dolayı da "sıddik" lâkabıyla anılmıştır. "Deve yavrusunun babası" manasına gelen Ebû Bekir (ra) adıyla meşhur olmuştur. Ayrıca kendisi, Câmiu'l Kur'an ve el-Atik lakaplarıyla da bilinmektedir.  Kendisi Peygamberlerden sonra, insanların en üstünü olup Aşere-i Mübeşşerenin yani Cennetle müjdelenen on sahabenin birincisidir. Peygamber efendimizin kayınpederi, Hazret-i Âişe'nin babasıdır. Canıyla, malıyla ve ailesiyle Peygamber Efendimiz’in etrafında adeta pervane olmuş, ömrünü ve bütün varlığını İslam’ın muhafazası ve neşri için vakfetmiştir. Kendisi 573 senesinde Mekke’de dünyaya teşrif etmiştir. Tertemiz nesebi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in altıncı batındaki dedesi Mürre bin Kâ‘b ile birleşen Ebubekir Sıddık, Resûl-u Ekrem Efendimiz’den iki yaş küçüktür. İslâm’dan önceki 38 yıllık hayatında dahî putperestlikten ve alkolden uzak duran ve dâimâ nezih ve örnek bir şahsiyet sergileyen Hz. Ebu Bekir, Peygamberimize ilk vahiy gelir gelmez hemen îmân etmiştir. HZ. EBU BEKİR’İN İSLÂM'I KABULÜ Hz. Ebû Bekir (ra), Hira dağından dönen Hz. Muhammed (s.a.s.) ile karşılaştığında, Rasûlullah (s.a.s.) ona, "Allah'ın elçisi" olduğunu söyleyip "Yaratan Rabbinin adıyla oku." (Alâk, 96/1) diye başlayan âyetleri bildirdiği zaman hemen ona: "Allah'ın birliğine ve senin O'nun rasûlü olduğuna iman ettim." demiştir. Hz. Hatice (r.anha)'den sonra Rasûlullah (s.a.s.)'a ilk iman eden odur. Hz. Peygamber (s.a.s.) İslâm'ı tebliğinin ilk zamanlarında kiminle konuştuysa en azından bir tereddüt görmüş, ancak Ebû Bekir (ra) şeksiz ve tereddütsüz bir şekilde kabul etmiştir. Hatta Hz. Peygamber (s.a.s.), "Bütün insanların imanı bir kefeye, Ebû Bekir (ra)'in ki bir kefeye konsa, onun imanı ağır basardı." diye lâtif bir benzetme de yapmıştır.  Cahiliye Devri Mekke'sinin ileri gelenlerinden olup Arapların nesep ve ahbâr ilimlerinde meşhur olmuştur. Kumaş ve elbise ticaretiyle meşgul olurdu; sermayesi kırk bin dirhemdi ki, bunun büyük bir kısmını İslam için harcamıştır. Rasulullah’a iman eden Ebubekir (r.a.) İslam davetçiliğine başlamış, Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebi Vakkas ve Talha b. Ubeydullah gibi İslam’ın yücelmesinde büyük emekleri olan ilk Müslümanların bir çoğu İslam’ı onun dâvetiyle kabul etmişlerdir. Hz. Ebubekir hayatı boyunca Rasulullah’ın yanından ayrılmamış, çocukluğundan itibaren aralarında büyük bir dostluk kurulmuştur. Ashâb-ı Kirâm'ın “Onu kızdırırsak, Resûlullah gazaplanır, Resûlullah gazaplanınca da Cenâb-ı Hak gazap eder ve biz helâk oluruz!” diye ona karşı çok dikkatli davranarak her daim kıymetini bildiği Hz. Ebûbekir’e Peygamberimiz tarafından şu ebedî müjde verilmişti: “–Ey Ebûbekir! Ümmetimden Cennet’e ilk girecek kişi olman sana kâfî değil midir?!” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 8/4652) HZ. EBUBEKİR’İN ŞAHSİYETİ Hz. Ebûbekir fıtraten halim-selim olup, engin bir şefkat ve merhamete sahipti. Bununla birlikte vazife ve mes’ûliyet hususunda zerre kadar müsâmaha göstermezdi. Fikirlerindeki isâbeti, muâmelâtındaki doğruluk ve nezâketi, tecrübesinin genişliği, nefsine hâkimiyeti, hayırseverlik ve samimiyetiyle herkes tarafından çok sevilirdi. Sevimli, güler yüzlü, hoş-sohbet, muâmelesi ve ahlâkı güzel bir Allah ve Resûlullah dostu idi. İnsanlar onunla kolayca ülfet eder ve kendisine olan muhabbetleri gittikçe artardı. Câhiliye döneminde bile mütevâzı bir hâli vardı. Gâyet vakur, cömert ve âlicenap bir şahsiyet ve karaktere sahipti. Hayatında muazzam bir denge vardı. Her zaman büyük bir tevâzû ve mahviyet sergiledi, fakat aslâ zillet ve acziyet göstermedi. Dâimâ vakarlı oldu, fakat gurur ve kibre kapılmadı. Son derece affedici, müsâmahakâr, mülâyim ve yumuşak huylu yaşadı, fakat gerektiğinde de sert ve cesur olmasını bildi. Her hâliyle büyük bir muvâzene ve îtidâl numûnesiydi. Öyle ki, Bedir Gazvesi sonucu esir alınan müşriklere ne olacağıyla ilgili Peygamberimiz istişare kararı alıp sahabelere danışınca Hz. Ebubekir müşriklerin affedilmesi önerisini sunarken Hz. Ömer müşriklerin en ağır ceza ile cezalandırılması gerektiğini söylerken Hz. Ali de müşriklerin içinde okuma yazma bilenlerin Müslümanlara okuma yazma öğretmesi karşılığında serbest kalmasını ortaya atmıştı.  Ebû Bekir (ra) Mekke döneminde güçlü kabilelere mensup kişileri İslâm'a kazandırmaya çalıştı, öte yandan müşriklerin işkencelerine maruz kalan güçsüzleri, köleleri korudu; servetini eziyet edilen köleleri satın alıp azad etmekte kullandı. Öyle ki, Bilal-i Habeşi Müslüman olduğunda efendisi kendisini kızgın kuma yatırıp üstüne ağır taşlar koymak suretiyle ağır işkenceler yapınca içi acıyan Ebubekir, Bilal'i satın alarak onu azad etti. Keza Habbab, Lübeyne, Ebû Fukayhe, Amir, Zinnire, Nahdiye, Ümmü Ubeys de Ebubekir’in azad ettirdiği köleler arasındadır. Kendisi de Mescid-i Haram'da müşriklerin saldırısına uğramıştı. Ebû Bekir (ra), iman ettikten sonra İslâm'ı tebliğe gizli gizli devam ediyordu. Annesi, karısı Ümmü Ruman ve kızı Esma da iman etmiş, fakat oğulları Abdullah, Abdurrahman ve babası Ebû Kuhafe henüz iman etmemişlerdi.  HZ. EBUBEKİR’İN (R.A.) İBADET AŞKI Müşrikler, Hz. Ebûbekir’in Kâbe’de ibadet etmesine müsâade etmedikleri için, o da evinin önünde bir namazgâh edinmişti. Orada namaz kılıp Kur’ân okumaya başladı. Rikkat-i kalbiyye sahibi, yufka yürekli bir zât olduğu için, Kur’ân-ı Kerîm’i okurken hüzünlenir, gözyaşlarına mânî olamazdı. O, Kur’ân-ı Kerîm’i böyle derin bir vecd içinde okurken müşriklerin çocukları ve kadınları, etrâfında toplanıp hayran hayran dinlemeye başladılar. Bu hâl, Kureyş müşriklerini korkuttu. Buna mânî olmak için uğraşsalar da Hz. Ebubekir, Allâh’ın himâyesine sığınarak ibadetlerine devam etti. Bütün Hak âşıkları gibi Hz. Ebu Bekir’in gönlünde de bilhassa seher vakitlerinde yapılan ibadetlerin pek müstesnâ bir değeri vardı. Şu hâdise, onun gece ibadetlerine olan düşkünlüğünün, ne kadar da bâriz bir işaretidir: Bir ara Resûlullah, sekiz veya dokuz gece, yatsı namazını gecenin üçte birine kadar tehir etmişti. Ebûbekir (r.a.): “–Yâ Resûlâllah! Yatsıyı biraz erken kıldırsanız da gece ibadetine daha kolay kalkabilsek.” dedi. Peygamber Efendimiz bundan sonra yatsıyı erken kıldırdı. (Ahmed, V, 47) Bir gün Resûlullah Efendimiz: “–Allah yolunda çift sadaka veren kimse, Cennet’in muhtelif kapılarından; «Ey Allâh’ın sevgili kulu! Buraya gel, burada hayır ve bereket vardır.» diye çağrılır. Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından, mücâhidler cihad kapısından, oruçlular Reyyân kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından Cennet’e dâvet edilirler.” buyurmuşlardı. Ebûbekir (r.a.): “–Anam-babam Sana fedâ olsun ey Allâh’ın Resûlü! Gerçi bu kapıların birinden çağrılan kimsenin diğer kapılardan çağrılmaya ihtiyacı yoktur; lâkin bu kapıların hepsinden birden çağrılacak kimseler de var mıdır?” diye sordu. Resûlullah: “–Evet, vardır. Senin de o bahtiyarlardan olacağını ümid ederim.” buyurdular. (Buhârî, Savm 4, Ashâbu’n-Nebî 5; Müslim, Zekât 85, 86) Yine bir gün Allah Resûlü, yanındaki sahâbîlere: “–İçinizde bugün kim oruçludur?” “−Bugün kim bir cenâze namazına iştirâk etti?” “–Bugün kim bir yoksulu doyurdu?” “–Bugün bir hasta ziyaretinde bulunanınız var mı?” diye sualler sormuştu. Bunların hepsine de Ebûbekir (r.a.) müsbet cevap verdi. Bunun üzerine Allah Resûlü şöyle buyurdular: “–Kim bu sâlih amelleri bir araya getirirse, o mutlakâ Cennet’e girer.” (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 12) HZ. EBUBEKİR’İN (R.A.) ANNESİ PEYGAMBER DUASI İLE MÜSLÜMAN OLDU Taberî, onun Allah yolundaki bu fedakârlığı üzerine Leyl sûresinin 5-7. ayetlerinin nâzil olduğunu rivayet eder. Hz. Peygamber'in Erkam bin Ebü'l-Erkam'ın evinde bulunduğu bir sırada Ebû Bekir'in ısrarı üzerine Mescid-i Harâm'a gidildi, o esnada üzerine saldıran Utbe bin Rebîa tarafından öldüresiye dövüldü. Kendine gelince annesinden Hz. Peygamber'in bulunduğu Erkam'ın evine götürülmesini istedi. Resûlullah'ı sağ salim görünce ağlayarak ona sarılıp öptü; sonra da kendisine yardım eden annesinin hidayete ulaşması için Resûl-i Ekrem'in duasını niyaz etti. Hz. Peygamber onun bu samimi arzusu üzerine dua edince annesi Müslüman oldu. HZ. EBUBEKİR’İN (R.A.) HAK YOL UĞRUNA HİZMETLERİ Peygamberimiz ile dostluğu Mekke'de başlayan ve hicretle birlikte Medine'de devam eden Hz. Ebu Bekir, Peygamberimizle mağara arkadaşı oldu. Mağara'da üç gün kaldıktan sonra, ikisi bir deveye binerek yolculuk ettiler. Medine'ye varıncaya kadar Resulullahın bütün hizmetini O gördü. Medine'deki mescid yapılırken Onunla beraber çalıştı. Hiçbir hizmetten, fedakârlıktan geri kalmadı. Hazret-i Ebu Bekir, Resulullah efendimizle birlikte bütün harplerde bulunmuş, bir kısmında ordu kumandanlığı vazifesi kendisine verilmiştir. Çok şiddetli muharebelerde, Peygamber efendimizin muhafızlığını yapmış, Efendimize karşı bedenini siper etmiştir. Bedir'de, Uhud'da, Hendek'te müşriklere karşı büyük kahramanlıklar göstermiştir. Tebük harbinde, sancaktarlık görevini yürütmüştür. Peygamber efendimizin; son hastalıklarında üç gün imamlık görevinde bulunup, onyedi vakit namaz kıldırmış, üç vaktinde de Peygamberimiz, Hazret-i Ebu Bekir'e uyarak arkasında namaz kılmışlardır. Hicri 10 (m. 632) senesinde, Peygamberimizin vefatı üzerine Eshab-ı kiramın sözbirliğiyle halife seçilmiştir. Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed aleyhisselamdan sonra müslümanların halifesi, yani Peygamberimizin vekili ve müslümanların reisi, Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık olmuştur. HZ. EBUBEKİR'İN HUTBESİ Resûlullah Efendimiz vefât ettiğinde, Ensarın Sakīfetü Benî Sâide'de toplanarak halife seçimi konusunu görüştüğünü öğrenince Hz. Ömer'le birlikte oraya giden Hz. Ebû Bekir, ensar ve muhacirlerden birer emîr seçilmesini isteyen sahâbîlere bu görüşün doğru olmadığını, İslâm birliğini sağlamak için tek lider etrafında toplanmak gerektiğini söyledi. Aday olarak da Hz. Ömer'le Ebû Ubeyde bin Cerrâh'ı gösterdi. Fakat Ensâr ve Muhâcirler, Sakîfe’de Hazret-i Ebûbekir’e bey’at ettiler. Bir gün sonra umûmî bir bey’at daha oldu ve Peygamberlerden sonra insanlığın en hayırlısı olan Hazret-i Sıddîk insanlara şöyle hitâb etti: “Ey insanlar! En sâlihiniz olmadığım hâlde sizin başınıza halîfe seçilmiş bulunuyorum. Şayet vazifemi hakkıyla yaparsam bana yardım ediniz! Yanlış hareket edersem beni îkâz ediniz! Doğruluk, emin bir şahsiyet olmanın göstergesidir. Yalan ise hıyânettir. Zayıf olanınız hakkını alıncaya kadar benim yanımda en güçlünüzdür. Güçlü olanınız da kendisinden hak sahibinin hakkını alıncaya kadar benim nazarımda en zayıfınızdır. Bir millet Allah yolunda cihâdı terk ederse zillete dûçâr olur. İnsanlar arasında kötülük yayılırsa Allah o millete umûmî bir belâ verir. Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz! Şayet Allâh’a ve Resûlü’nün emirlerine riâyette kusur gösterirsem bana itaat etmeniz söz konusu olamaz. Haydi, namazımızı kılalım, Allâh’ın rahmeti üzerinize olsun.” Hz. Ebû Bekir'in halife olduktan sonraki ilk icraatı, Üsâme bin Zeyd'in kumandasında sefere hazırlanan orduyu göndermek olmuştur. Hz. Peygamber'in vefat etmeden önce Mûte Savaşı'nda şehid olanların intikamını almak üzere hazırladığı ve Suriye'ye doğru göndermeyi kararlaştırdığı ordu onun rahatsızlığı ve vefatı dolayısıyla yola çıkamamıştı. Dinden dönme olaylarından çekinen bazı sahâbîler mürtedlerin Medine'ye saldırabileceklerinden endişe ettiklerini Ebû Bekir'e bildirerek Üsâme kumandasındaki orduyu göndermemesini rica ettiler. Diğer bazı sahâbîler de Üsâme'nin çok genç ve tecrübesiz, ayrıca âzatlı bir kölenin oğlu olduğunu ileri sürerek onu değiştirmesini teklif ettiler. Hz. Ebû Bekir bütün bu teklif ve itirazları reddedip 26 Haziran 632 tarihinde Üsâme ordusuna hareket emrini verdi. Üsâme atlı, kendisi yaya olarak bir müddet yürüdükten sonra askerlere bir hitabede bulundu. Onlara Allah yolunda kâfirlerle savaşmayı, hainlik etmemeyi, sözünde durmayı, ganimet malına zarar vermemeyi, korkup çekinmemeyi, fesat çıkarmamayı, emirlere karşı gelmemeyi, çocukları, kadınları ve yaşlı insanları öldürmemeyi, meyve veren ağaçları kesmemeyi, yemek ihtiyaçları dışında koyun, sığır ve develeri boğazlamamayı, manastırlara çekilmiş kimselere dokunmamayı, kendilerine ikram edilen yemekleri Allah'ın ismini anarak yemeyi tavsiye etti. Düşmanla savaş yapmayan bu ordu bazı âsi kabileleri yola getirerek Medine'ye döndü. Yine sahte peygamberlik iddiasında bulunanlarla mücadele eden Hz. Ebu Bekir’in hilafetinde Peygamberimizin ezberletip yazdırdığı Kur'an-ı Kerim sayfaları kitap haline getirildi.  BİZANS'LA MÜCADELELER VE YAPILAN FETİHLER Müslümanların Bizans İmparatorluğu ile askerî mücadelesi Hz. Peygamber zamanında yapılan Mûte Savaşı’yla başlamış, Tebük Seferi’yle devam etmişti. Bizanslılar’la yapılan bu savaşların hedefi bölgenin güvenliğini sağlamak, orada yaşayanların uğradığı zulüm ve haksızlığa son vermekti. Hz. Ebû Bekir de bu amaçla 633 yılı sonbaharında her biri 3000 kişiden oluşan üç ayrı birliği Suriye’nin güney ve güneydoğu sınırlarına göndermeyi kararlaştırdı. Yezîd b. Ebû Süfyân ile Şürahbîl b. Hasene’yi Tebük-Maan istikametinde, Amr b. Âs’ı Eyle üzerinden sahil istikametinde yola çıkardı. Kısa bir müddet sonra orduların mevcudu 7500’e ulaştı. Başkumandanlığa önce Amr b. Âs, daha sonra da Ebû Ubeyde b. Cerrâh getirildi. Vâdilarabe, Filistin’deki Kaysâriye ve Gazze şehirleri fethedildi. Bu sırada halifeden emir alan Hâlid b. Velîd Dımaşk şehri yakınlarına ulaşıp Mercirâhit karargâhındaki Bizans askerlerini mağlûp etti (18 Safer 13 / 23 Nisan 634). Daha sonra Dımaşk’ın güneyine doğru ilerleyerek diğer kumandanlarla birleşti ve Busrâ şehrini fethetti. Bizans’a karşı Suriye’de yapılan Ecnâdeyn Savaşı (28 Cemâziyelevvel 13 / 30 Temmuz 634) sonunda Filistin’in kapıları müslümanlara açılmış oldu. Hz. Ebû Bekir, başkumandanlığını Hâlid b. Velîd’in yaptığı Ecnâdeyn Savaşı’nın neticesini öğrendikten sonra 22 Cemâziyelâhir 13 (23 Ağustos 634) tarihinde altmış üç yaşında vefat etti.
Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık (R.A), Peygamber efendimiz Hz. Muhammed'in yol arkadaşı ve en sadık dostuydu. İşte "Çok samimi, çok sadık" anlamına gelen Sıddık lakabının Hz. Ebu Bekir’e layık görülmesi bundan dolayıdır.

HAZRET-İ EBU BEKR-İ SIDDIK

Âlem-i İslâm'ın ilk halifesi olan Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık (R.A), Peygamber efendimiz Hz. Muhammed'in yol arkadaşı ve en sadık dostuydu. İşte "Çok samimi, çok sadık" anlamına gelen Sıddık lakabının Hz. Ebu Bekir’e layık görülmesi bundan dolayıdır. Bu lakap kendisine, miraç olayı başta olmak üzere gaybla ilgili haberleri hiç tereddütsüz kabul ettiği için bizzat Resûl-i Ekrem tarafından verilmiş ve İslam literatüründe bununla şöhret bulmuştur.
 

NetHaberler - Utku Mihmandaroğlu

Öyle ki, Fahr-i Kâinât sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, İsrâ ve Mîrac hâdisesini Kureyş müşriklerine haber vereceği zaman:

“–Ey Cebrâîl! Kavmim beni tasdîk etmez!” dedi. Cebrâîl (a.s.):

“–Ebûbekir Sen’i tasdîk eder. O sıddîktır.” buyurdu. (İbn-i Sa‘d, I, 215)

Nitekim müşrikler, Mîraç hâdisesini duyduklarında, derhâl Hazret-i Ebûbekir’e koştular:

“–Arkadaşın, bir gece içinde Mescid-i Aksâ’ya gittiğini, oradan da göklere çıkıp sabah olmadan tekrar Mekke’ye geldiğini söylüyor. Bakalım buna ne diyeceksin?” dediler. Hazret-i Ebûbekir:

“–O ne söylüyorsa doğrudur! Çünkü O’nun yalan söylemesine imkân ve ihtimâl yoktur! Ben, O’nun her getirdiğine peşinen inanırım...” dedi. Müşrikler tekrar:

“–Sen O’nu tasdîk ediyor ve bir gecede Beytü’l-Makdis’e gidip geldiğine inanıyor musun?” dediler. Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh:

“–Evet! Bunda şaşılacak ne var? Vallâhi O bana, gece veya gündüzün herhangi bir vaktinde kendisine Allah’tan haber geldiğini söylüyor da ben yine O’nu tereddütsüz tasdîk ediyorum.” dedi.

Daha sonra Ebûbekir radıyallahu anh, o sırada Kâbe’de bulunan Peygamber Efendimiz’in yanına gitti. Olanları bizzat Efendimiz’in mübârek fem-i saâdetlerinden dinledi ve:

“–Sadakte (doğru söyledin) yâ Resûlâllah!..” dedi. Allah Resûlü de, O’nun bu tasdîkinden gâyet memnun kalarak cihânı aydınlatan tebessümüyle Hazret-i Ebûbekir’e:

“–Ey Ebûbekir! Sen «Sıddîk»sın!..” buyurdular. (İbn-i Hişâm, II, 5)

Hazret-i Sıddîk’ın Mîraç hâdisesinde sergilediği bu kalbî sarsılmazlık ve tereddütsüz bir şekilde Allah Resûlü’nü tasdîk edişi, ancak kalbinin kazandığı îman kuvvetiyle îzah olunabilir. Hazret-i Sıddîk’ın bu kalbî mukâvemetini ifâde sadedinde Hazret-i Ali ona:

“Sen, şiddetli kasırgaların hareket ettiremediği ve şiddetli sarsıntıların yerinden oynatamadığı ulu bir dağ gibiydin!” buyurmuştur.

Hz. Peygamber'in vefatından sonra onun devlet yönetimi görevini üstlendiği için de "halîfetü resûlillâh" unvanıyla anılmıştır. Bekir adlı bir çocuğu olmadığı halde kendisine Ebû Bekir künyesinin niçin verildiği konusunda kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Asıl adı Abdülkâbe olup, İslâm'dan sonra Rasûlullah (s.a.s.)'in ona Abdullah adını verdiği kaydedilir. Azaptan azad edilmiş mânâsına "atik"; dürüst, sadık, emin ve iffetli olduğundan dolayı da "sıddik" lâkabıyla anılmıştır. "Deve yavrusunun babası" manasına gelen Ebû Bekir (ra) adıyla meşhur olmuştur. Ayrıca kendisi, Câmiu'l Kur'an ve el-Atik lakaplarıyla da bilinmektedir. 

Kendisi Peygamberlerden sonra, insanların en üstünü olup Aşere-i Mübeşşerenin yani Cennetle müjdelenen on sahabenin birincisidir. Peygamber efendimizin kayınpederi, Hazret-i Âişe'nin babasıdır.

Canıyla, malıyla ve ailesiyle Peygamber Efendimiz’in etrafında adeta pervane olmuş, ömrünü ve bütün varlığını İslam’ın muhafazası ve neşri için vakfetmiştir. Kendisi 573 senesinde Mekke’de dünyaya teşrif etmiştir. Tertemiz nesebi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in altıncı batındaki dedesi Mürre bin Kâ‘b ile birleşen Ebubekir Sıddık, Resûl-u Ekrem Efendimiz’den iki yaş küçüktür.

İslâm’dan önceki 38 yıllık hayatında dahî putperestlikten ve alkolden uzak duran ve dâimâ nezih ve örnek bir şahsiyet sergileyen Hz. Ebu Bekir, Peygamberimize ilk vahiy gelir gelmez hemen îmân etmiştir.

HZ. EBU BEKİR’İN İSLÂM'I KABULÜ

Hz. Ebû Bekir (ra), Hira dağından dönen Hz. Muhammed (s.a.s.) ile karşılaştığında, Rasûlullah (s.a.s.) ona, "Allah'ın elçisi" olduğunu söyleyip

"Yaratan Rabbinin adıyla oku." (Alâk, 96/1)

diye başlayan âyetleri bildirdiği zaman hemen ona: "Allah'ın birliğine ve senin O'nun rasûlü olduğuna iman ettim." demiştir. Hz. Hatice (r.anha)'den sonra Rasûlullah (s.a.s.)'a ilk iman eden odur. Hz. Peygamber (s.a.s.) İslâm'ı tebliğinin ilk zamanlarında kiminle konuştuysa en azından bir tereddüt görmüş, ancak Ebû Bekir (ra) şeksiz ve tereddütsüz bir şekilde kabul etmiştir. Hatta Hz. Peygamber (s.a.s.), "Bütün insanların imanı bir kefeye, Ebû Bekir (ra)'in ki bir kefeye konsa, onun imanı ağır basardı." diye lâtif bir benzetme de yapmıştır. 

Cahiliye Devri Mekke'sinin ileri gelenlerinden olup Arapların nesep ve ahbâr ilimlerinde meşhur olmuştur. Kumaş ve elbise ticaretiyle meşgul olurdu; sermayesi kırk bin dirhemdi ki, bunun büyük bir kısmını İslam için harcamıştır. Rasulullah’a iman eden Ebubekir (r.a.) İslam davetçiliğine başlamış, Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebi Vakkas ve Talha b. Ubeydullah gibi İslam’ın yücelmesinde büyük emekleri olan ilk Müslümanların bir çoğu İslam’ı onun dâvetiyle kabul etmişlerdir. Hz. Ebubekir hayatı boyunca Rasulullah’ın yanından ayrılmamış, çocukluğundan itibaren aralarında büyük bir dostluk kurulmuştur.

Ashâb-ı Kirâm'ın “Onu kızdırırsak, Resûlullah gazaplanır, Resûlullah gazaplanınca da Cenâb-ı Hak gazap eder ve biz helâk oluruz!” diye ona karşı çok dikkatli davranarak her daim kıymetini bildiği Hz. Ebûbekir’e Peygamberimiz tarafından şu ebedî müjde verilmişti:

“–Ey Ebûbekir! Ümmetimden Cennet’e ilk girecek kişi olman sana kâfî değil midir?!” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 8/4652)

HZ. EBUBEKİR’İN ŞAHSİYETİ

Hz. Ebûbekir fıtraten halim-selim olup, engin bir şefkat ve merhamete sahipti. Bununla birlikte vazife ve mes’ûliyet hususunda zerre kadar müsâmaha göstermezdi. Fikirlerindeki isâbeti, muâmelâtındaki doğruluk ve nezâketi, tecrübesinin genişliği, nefsine hâkimiyeti, hayırseverlik ve samimiyetiyle herkes tarafından çok sevilirdi. Sevimli, güler yüzlü, hoş-sohbet, muâmelesi ve ahlâkı güzel bir Allah ve Resûlullah dostu idi. İnsanlar onunla kolayca ülfet eder ve kendisine olan muhabbetleri gittikçe artardı. Câhiliye döneminde bile mütevâzı bir hâli vardı. Gâyet vakur, cömert ve âlicenap bir şahsiyet ve karaktere sahipti.

Hayatında muazzam bir denge vardı. Her zaman büyük bir tevâzû ve mahviyet sergiledi, fakat aslâ zillet ve acziyet göstermedi. Dâimâ vakarlı oldu, fakat gurur ve kibre kapılmadı. Son derece affedici, müsâmahakâr, mülâyim ve yumuşak huylu yaşadı, fakat gerektiğinde de sert ve cesur olmasını bildi. Her hâliyle büyük bir muvâzene ve îtidâl numûnesiydi.

Öyle ki, Bedir Gazvesi sonucu esir alınan müşriklere ne olacağıyla ilgili Peygamberimiz istişare kararı alıp sahabelere danışınca Hz. Ebubekir müşriklerin affedilmesi önerisini sunarken Hz. Ömer müşriklerin en ağır ceza ile cezalandırılması gerektiğini söylerken Hz. Ali de müşriklerin içinde okuma yazma bilenlerin Müslümanlara okuma yazma öğretmesi karşılığında serbest kalmasını ortaya atmıştı. 

Ebû Bekir (ra) Mekke döneminde güçlü kabilelere mensup kişileri İslâm'a kazandırmaya çalıştı, öte yandan müşriklerin işkencelerine maruz kalan güçsüzleri, köleleri korudu; servetini eziyet edilen köleleri satın alıp azad etmekte kullandı. Öyle ki, Bilal-i Habeşi Müslüman olduğunda efendisi kendisini kızgın kuma yatırıp üstüne ağır taşlar koymak suretiyle ağır işkenceler yapınca içi acıyan Ebubekir, Bilal'i satın alarak onu azad etti. Keza Habbab, Lübeyne, Ebû Fukayhe, Amir, Zinnire, Nahdiye, Ümmü Ubeys de Ebubekir’in azad ettirdiği köleler arasındadır. Kendisi de Mescid-i Haram'da müşriklerin saldırısına uğramıştı. Ebû Bekir (ra), iman ettikten sonra İslâm'ı tebliğe gizli gizli devam ediyordu. Annesi, karısı Ümmü Ruman ve kızı Esma da iman etmiş, fakat oğulları Abdullah, Abdurrahman ve babası Ebû Kuhafe henüz iman etmemişlerdi. 

HZ. EBUBEKİR’İN (R.A.) İBADET AŞKI

Müşrikler, Hz. Ebûbekir’in Kâbe’de ibadet etmesine müsâade etmedikleri için, o da evinin önünde bir namazgâh edinmişti. Orada namaz kılıp Kur’ân okumaya başladı. Rikkat-i kalbiyye sahibi, yufka yürekli bir zât olduğu için, Kur’ân-ı Kerîm’i okurken hüzünlenir, gözyaşlarına mânî olamazdı. O, Kur’ân-ı Kerîm’i böyle derin bir vecd içinde okurken müşriklerin çocukları ve kadınları, etrâfında toplanıp hayran hayran dinlemeye başladılar. Bu hâl, Kureyş müşriklerini korkuttu. Buna mânî olmak için uğraşsalar da Hz. Ebubekir, Allâh’ın himâyesine sığınarak ibadetlerine devam etti. Bütün Hak âşıkları gibi Hz. Ebu Bekir’in gönlünde de bilhassa seher vakitlerinde yapılan ibadetlerin pek müstesnâ bir değeri vardı. Şu hâdise, onun gece ibadetlerine olan düşkünlüğünün, ne kadar da bâriz bir işaretidir:

Bir ara Resûlullah, sekiz veya dokuz gece, yatsı namazını gecenin üçte birine kadar tehir etmişti. Ebûbekir (r.a.):

“–Yâ Resûlâllah! Yatsıyı biraz erken kıldırsanız da gece ibadetine daha kolay kalkabilsek.” dedi. Peygamber Efendimiz bundan sonra yatsıyı erken kıldırdı. (Ahmed, V, 47)

Bir gün Resûlullah Efendimiz:

“–Allah yolunda çift sadaka veren kimse, Cennet’in muhtelif kapılarından; «Ey Allâh’ın sevgili kulu! Buraya gel, burada hayır ve bereket vardır.» diye çağrılır. Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından, mücâhidler cihad kapısından, oruçlular Reyyân kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından Cennet’e dâvet edilirler.” buyurmuşlardı. Ebûbekir (r.a.):

“–Anam-babam Sana fedâ olsun ey Allâh’ın Resûlü! Gerçi bu kapıların birinden çağrılan kimsenin diğer kapılardan çağrılmaya ihtiyacı yoktur; lâkin bu kapıların hepsinden birden çağrılacak kimseler de var mıdır?” diye sordu. Resûlullah:

“–Evet, vardır. Senin de o bahtiyarlardan olacağını ümid ederim.” buyurdular. (Buhârî, Savm 4, Ashâbu’n-Nebî 5; Müslim, Zekât 85, 86)

Yine bir gün Allah Resûlü, yanındaki sahâbîlere:

“–İçinizde bugün kim oruçludur?”

“−Bugün kim bir cenâze namazına iştirâk etti?”

“–Bugün kim bir yoksulu doyurdu?”

“–Bugün bir hasta ziyaretinde bulunanınız var mı?” diye sualler sormuştu. Bunların hepsine de Ebûbekir (r.a.) müsbet cevap verdi. Bunun üzerine Allah Resûlü şöyle buyurdular:

“–Kim bu sâlih amelleri bir araya getirirse, o mutlakâ Cennet’e girer.” (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 12)

HZ. EBUBEKİR’İN (R.A.) ANNESİ PEYGAMBER DUASI İLE MÜSLÜMAN OLDU

Taberî, onun Allah yolundaki bu fedakârlığı üzerine Leyl sûresinin 5-7. ayetlerinin nâzil olduğunu rivayet eder. Hz. Peygamber'in Erkam bin Ebü'l-Erkam'ın evinde bulunduğu bir sırada Ebû Bekir'in ısrarı üzerine Mescid-i Harâm'a gidildi, o esnada üzerine saldıran Utbe bin Rebîa tarafından öldüresiye dövüldü.

Kendine gelince annesinden Hz. Peygamber'in bulunduğu Erkam'ın evine götürülmesini istedi. Resûlullah'ı sağ salim görünce ağlayarak ona sarılıp öptü; sonra da kendisine yardım eden annesinin hidayete ulaşması için Resûl-i Ekrem'in duasını niyaz etti. Hz. Peygamber onun bu samimi arzusu üzerine dua edince annesi Müslüman oldu.

HZ. EBUBEKİR’İN (R.A.) HAK YOL UĞRUNA HİZMETLERİ

Peygamberimiz ile dostluğu Mekke'de başlayan ve hicretle birlikte Medine'de devam eden Hz. Ebu Bekir, Peygamberimizle mağara arkadaşı oldu. Mağara'da üç gün kaldıktan sonra, ikisi bir deveye binerek yolculuk ettiler. Medine'ye varıncaya kadar Resulullahın bütün hizmetini O gördü. Medine'deki mescid yapılırken Onunla beraber çalıştı. Hiçbir hizmetten, fedakârlıktan geri kalmadı. Hazret-i Ebu Bekir, Resulullah efendimizle birlikte bütün harplerde bulunmuş, bir kısmında ordu kumandanlığı vazifesi kendisine verilmiştir. Çok şiddetli muharebelerde, Peygamber efendimizin muhafızlığını yapmış, Efendimize karşı bedenini siper etmiştir. Bedir'de, Uhud'da, Hendek'te müşriklere karşı büyük kahramanlıklar göstermiştir. Tebük harbinde, sancaktarlık görevini yürütmüştür.

Peygamber efendimizin; son hastalıklarında üç gün imamlık görevinde bulunup, onyedi vakit namaz kıldırmış, üç vaktinde de Peygamberimiz, Hazret-i Ebu Bekir'e uyarak arkasında namaz kılmışlardır.

Hicri 10 (m. 632) senesinde, Peygamberimizin vefatı üzerine Eshab-ı kiramın sözbirliğiyle halife seçilmiştir. Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed aleyhisselamdan sonra müslümanların halifesi, yani Peygamberimizin vekili ve müslümanların reisi, Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık olmuştur.

HZ. EBUBEKİR'İN HUTBESİ

Resûlullah Efendimiz vefât ettiğinde, Ensarın Sakīfetü Benî Sâide'de toplanarak halife seçimi konusunu görüştüğünü öğrenince Hz. Ömer'le birlikte oraya giden Hz. Ebû Bekir, ensar ve muhacirlerden birer emîr seçilmesini isteyen sahâbîlere bu görüşün doğru olmadığını, İslâm birliğini sağlamak için tek lider etrafında toplanmak gerektiğini söyledi. Aday olarak da Hz. Ömer'le Ebû Ubeyde bin Cerrâh'ı gösterdi. Fakat Ensâr ve Muhâcirler, Sakîfe’de Hazret-i Ebûbekir’e bey’at ettiler. Bir gün sonra umûmî bir bey’at daha oldu ve Peygamberlerden sonra insanlığın en hayırlısı olan Hazret-i Sıddîk insanlara şöyle hitâb etti:

“Ey insanlar! En sâlihiniz olmadığım hâlde sizin başınıza halîfe seçilmiş bulunuyorum. Şayet vazifemi hakkıyla yaparsam bana yardım ediniz! Yanlış hareket edersem beni îkâz ediniz! Doğruluk, emin bir şahsiyet olmanın göstergesidir. Yalan ise hıyânettir. Zayıf olanınız hakkını alıncaya kadar benim yanımda en güçlünüzdür. Güçlü olanınız da kendisinden hak sahibinin hakkını alıncaya kadar benim nazarımda en zayıfınızdır.

Bir millet Allah yolunda cihâdı terk ederse zillete dûçâr olur. İnsanlar arasında kötülük yayılırsa Allah o millete umûmî bir belâ verir. Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz! Şayet Allâh’a ve Resûlü’nün emirlerine riâyette kusur gösterirsem bana itaat etmeniz söz konusu olamaz. Haydi, namazımızı kılalım, Allâh’ın rahmeti üzerinize olsun.”

Hz. Ebû Bekir'in halife olduktan sonraki ilk icraatı, Üsâme bin Zeyd'in kumandasında sefere hazırlanan orduyu göndermek olmuştur. Hz. Peygamber'in vefat etmeden önce Mûte Savaşı'nda şehid olanların intikamını almak üzere hazırladığı ve Suriye'ye doğru göndermeyi kararlaştırdığı ordu onun rahatsızlığı ve vefatı dolayısıyla yola çıkamamıştı. Dinden dönme olaylarından çekinen bazı sahâbîler mürtedlerin Medine'ye saldırabileceklerinden endişe ettiklerini Ebû Bekir'e bildirerek Üsâme kumandasındaki orduyu göndermemesini rica ettiler. Diğer bazı sahâbîler de Üsâme'nin çok genç ve tecrübesiz, ayrıca âzatlı bir kölenin oğlu olduğunu ileri sürerek onu değiştirmesini teklif ettiler.

Hz. Ebû Bekir bütün bu teklif ve itirazları reddedip 26 Haziran 632 tarihinde Üsâme ordusuna hareket emrini verdi. Üsâme atlı, kendisi yaya olarak bir müddet yürüdükten sonra askerlere bir hitabede bulundu. Onlara Allah yolunda kâfirlerle savaşmayı, hainlik etmemeyi, sözünde durmayı, ganimet malına zarar vermemeyi, korkup çekinmemeyi, fesat çıkarmamayı, emirlere karşı gelmemeyi, çocukları, kadınları ve yaşlı insanları öldürmemeyi, meyve veren ağaçları kesmemeyi, yemek ihtiyaçları dışında koyun, sığır ve develeri boğazlamamayı, manastırlara çekilmiş kimselere dokunmamayı, kendilerine ikram edilen yemekleri Allah'ın ismini anarak yemeyi tavsiye etti. Düşmanla savaş yapmayan bu ordu bazı âsi kabileleri yola getirerek Medine'ye döndü.

Yine sahte peygamberlik iddiasında bulunanlarla mücadele eden Hz. Ebu Bekir’in hilafetinde Peygamberimizin ezberletip yazdırdığı Kur'an-ı Kerim sayfaları kitap haline getirildi. 

BİZANS'LA MÜCADELELER VE YAPILAN FETİHLER

Müslümanların Bizans İmparatorluğu ile askerî mücadelesi Hz. Peygamber zamanında yapılan Mûte Savaşı’yla başlamış, Tebük Seferi’yle devam etmişti. Bizanslılar’la yapılan bu savaşların hedefi bölgenin güvenliğini sağlamak, orada yaşayanların uğradığı zulüm ve haksızlığa son vermekti. Hz. Ebû Bekir de bu amaçla 633 yılı sonbaharında her biri 3000 kişiden oluşan üç ayrı birliği Suriye’nin güney ve güneydoğu sınırlarına göndermeyi kararlaştırdı. Yezîd b. Ebû Süfyân ile Şürahbîl b. Hasene’yi Tebük-Maan istikametinde, Amr b. Âs’ı Eyle üzerinden sahil istikametinde yola çıkardı. Kısa bir müddet sonra orduların mevcudu 7500’e ulaştı. Başkumandanlığa önce Amr b. Âs, daha sonra da Ebû Ubeyde b. Cerrâh getirildi. Vâdilarabe, Filistin’deki Kaysâriye ve Gazze şehirleri fethedildi. Bu sırada halifeden emir alan Hâlid b. Velîd Dımaşk şehri yakınlarına ulaşıp Mercirâhit karargâhındaki Bizans askerlerini mağlûp etti (18 Safer 13 / 23 Nisan 634). Daha sonra Dımaşk’ın güneyine doğru ilerleyerek diğer kumandanlarla birleşti ve Busrâ şehrini fethetti. Bizans’a karşı Suriye’de yapılan Ecnâdeyn Savaşı (28 Cemâziyelevvel 13 / 30 Temmuz 634) sonunda Filistin’in kapıları müslümanlara açılmış oldu. Hz. Ebû Bekir, başkumandanlığını Hâlid b. Velîd’in yaptığı Ecnâdeyn Savaşı’nın neticesini öğrendikten sonra 22 Cemâziyelâhir 13 (23 Ağustos 634) tarihinde altmış üç yaşında vefat etti.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve nethaberler.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.