MEVLANA HALİDİ BAĞDADİ HAZRETLERİ KİMDİR
MEVLANA HALİDİ BAĞDADİ HAZRETLERİ KİMDİR
SİLSİLEYİ SADATIN DAĞILIM NOKTASI OLAN MEVLANA HALİDİ BAĞDADİ HAZRETLERİ HAKKINDA.
MEVLANA HALİD-İ BAĞDADİ (1778 Bağdat-1828 Şam)
Utku Mihmandaroğlu - NETHABERLER
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (Kürtçe Mewlana Xalid, 1779, Süleymaniye - 1827, Şam), Kürt asıllı İslâm âlimi, mutasavvıf ve şairdir. Nakşibendi Hâlidîlik yolunun öncüsüdür. Irak'ta Süleymaniye'ye 8 km uzaklıktaki Karadağ kasabasında doğmuştur. 1813-1823 yılları arasında Bağdat'ta yaşamış bir sûfîdir.
Bağdat'ın Musul şehrindeki Zor kasabasında dünyaya gelen Halid-i Bağdadi İslâm bilginlerinin mütehassısıdır. baba tarafından Hz. Osman, anne tarafından Hz. Ali'nin mübarek soyundan gelmektedir.
Ecdadına yakışır hassasiyetle yetiştirilen Halid-i Bağdadi, çok küçük yaşlarda Kur'an-ı Kerim'i hifzeder. Hıfzetmekle iktifa etmez, manasını anlamaya matuf çalışmalara başlar. Daha 13 yaşında dünyanın en zengin dili olan Arapça'nın bütün sır ve kurallarına vakıf olur. Devrin edebiyat ve kültür dili olması hasebiyle Farsça'ya da vakıf olur.
Sadece dini ilimler iktifa etmeyen Genç Halid, astronomi, fizik, geometri, matematik gibi fenni ilimlere de sahip olur.
Kısa zamanda Bağdat'ta ilmi ve takvasıyla meşhur olur. İsmiyle çağırmamak için hürmeten adının evveline "Mevlana" yani Mevlana Halid derler. Zahiri ilimleri tamamladıktan sonra mana ilmi olan tasavvuf ve manevi ilimlerden de nasibini almak üzere mübarek bir yolculuğa çıkar ki bu onun için dönüm noktası olur.
1804 yılında Medine'ye, dört yıl sonra da Hicrî 1224 yılında Hindistan'ın Cihanabad şehrinde Şeyh Abdullâh Dehlevî'nin yanına giderek Nakşibendîlik tarîkatının terbiyesini almıştır. Burada "irşad icazeti" alarak Nakşibendî, Kadiri, Sühreverdî, Kübrevî ve Çeştî tarikatlarına halife olmuştur. Sonrasında Şam’a doğru yola çıkar. Maksadı yol boyunca aradığı manevi büyüğünü bulmak ve doymaktır. Nihayet Şam'a gelir. Alimlerce itibar gösterilir ve hadis icazetini alır. Hac etmek üzere Medine'ye gelen üstad, sokakta nurani bir zatla karşılaşır. Bu meçhul adam üstadın yüzüne derin derin bakar, şöyle hitap eder: "Bir gün Mekke'ye varırsan, Kabetullah'ta tefekkür ettiğinde, Beytullah saygısızlık eder gibi görünen kimselerle karşılaşırsan sakın müdahale etme, ondan rahatsız olma!"
Adam bunları söyler ve kaybolur.
Mekke'ye varan hazret Kâbe'yi tavaf eder ve oturur, tefekküre dalar. Kâbe'de Rabbin azametini zikrederken bir de ne görsün adamın biri sırtını Beytullah'a, yüzünü de kendine dön-müş, saygısızca oturmuş, öylece duruyor. Bu tavra dayanamaz kalkıp adamın yanına gider, ikaz eder: "Efendi farkında mısın bilmem. Burası bütün müminlerin kıblegâhıdır. Alem yüzünü buraya çevirirken senin sırtını çevirmen günah değil mi?"
Adam hiç aldırış etmez. Hazret dayanamaz bu saygısız ve umursamaz tavra. İkazını tekrarlar: "Adam duymadın mı? Sen deli misin?"
Umursamaz gibi duran adam, sakin bir tavırla Hazret'e şöy-le hitap eder: "Yaklaş bana, kulağına söyleyeyim."
Hazret yaklaşır ve kulağını bu meçhul adamın ağzına dayar. Adam: "Deli falan değilim. Medine'de sana demediler mi Mek-ke'ye varırsan kimseye karışma! Sen neden beni rahatsız ediyorsun. Neden tefekkürdeyken sağa sola bakıyorsun? Neden sabretmiyorsun?"
Halid, adamın bu cevabı karşısında beyninden vurulmuşa döner: "Sen benim aradığım mürşitsin." der adamın ellerine yapışır ama adam bir şok daha yaşatır Halid'e. "O mürşit ben değilim, aradığın Hindistan'dadır. Buralarda mürşit arayayım diye boşa oyalanma." der.
Hazret tekrar Şam'a gelir. Talebe yetiştirmeye devam eder. Zühd ve takvada daha da ilerler. Hindistan'daki ümit ettiği mürşidinden haber bekler. Her samimi bekleyenin beklediği geldiği gibi Hazret'in de beklediği haber gelir.
Hindistan'dan, Abdullah Dehlevi'nin talebelerinden birisi Şam'a gelir. Mevlana Halid'e gider, şu haberi verir: "Dehlevi Hazretleri sizi davet ediyor. En kısa zamanda giderseniz memnun olur."
Bu daveti cana minnet bilir. Fakat Şam'dan ayrılması kolay olmaz. Çünkü bir taraftan binlerce talebe, bir taraftan önünde el pençe divan duran Şam uleması ve tüm Şam ahalisi bu mübarek değeri kaybetmek istemez. Bunlara rağmen Hazret kararını vermiş, şöhreti elinin tersi ile itmiş, uzun ve çetin bir yolculuğa çıkmış, hamken pişmenin ilk kademesine adım atmıştır.
Yorucu ve zor yolculuktan sonra aradığı mürşide kavuşur ama ilk vuslat ağır imtihanla başlar. Abdullah Dehlevi hemen huzura almaz, birkaç gün bekletir. Nihayet huzura kabul edilir. Yıllardır aradığını bulmuştur. Abdullah Dehlevi hazretleri Mevlana Halid'i kemalât potasına atacak şu cümleyle karşılık verir, binlerce talebesi olan, şanı şöhreti Arap topraklarında dolaşan kişiye: "Ya Halid! Bizim huzurumuzda kemalât istersen yapacağın ilk hizmeti sana söylüyorum. Bugünden itibaren hizmet ehillerinin tuvaletlerinin temizliğinden sen mesulsün. Tuvaletleri ve tuvalete geldikleri yolları temizle."
Sahip olduğu bunca ilim ve şöhret yıkılıp gitmektedir Ha-lid'in gözünde. İmtihan ağırdır ama nefis cümleden ednadır, alçaktır. Nefsiyle müthiş imtihana girişen Halid-i Bağdadi büyük bir sebatla bu işi ibadet neşvesiyle tam beş ay yapar. Manevi hazzı yakalayan, tuvalet temizlemesi artık nefsine ağır gelmeyen hazret rüştünü ispat eder.
Dehlevi hazretlerinin hususi sohbetlerine katılmaya başlayan Mevlana Halid, ezkar ve evradı çoğaltır. Seneyi doldurmadan kemalâtın zirvesini yakalar. Dehlevi hazretleri artık geldiği yere dönme zamanının geldiğini söyler.
Bu dönüş farklıdır. Mevlana Halid geldiği gibi dönmez. O zahiri ilmine bir de batini yani tasavvufi olgunluğu da alarak döner. Hizmeti sadece medrese talebelerine değil tüm halkı da içine alan irşad ve tebliğ hizmeti olur. Mevlana Halid sadece medreseye gelen talebelerin irşadıyla değil, tüm insanlığın irşadının kapısını ardına kadar açar.
Hizmet yıllarının çoğu Bağdat yakınlarındaki Süleymaniye'de geçer. İlmi hizmetlerin inkişaf edebileceği o devrin kültür şehri Şam'a gelir.
İki yıllık Şam hayatının ardından 1242 yılında 50 yaşında vefat eder.
Mevlânâ Halid Bağdadî'nin şahsiyetini ele alacak olursak zât-ı âlileri Müslümanların birliğini Osmanlı Devleti'nin sağlayacağı düşüncesindeydi. En büyük özelliği medreselerinde eğitim dili olarak Osmanlı Türkçesi, Arapça ve Farsçanın yanında Kürtçeyi kullanmış olmasıdır. İki temel özelliği, şeriata bağlılık ve genelde diğer tarikatlarda yaygın olan cehrî, yani sesli zikir yerine hafî, yani sessiz zikri tercih etmesidir. Halifeleri aracılığıyla gerek Irak'ın kuzeyinde gerekse Şam, Kudüs, Bağdat ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde binlerce müridi oldu. Sonradan "Mevlânâ" mahlasını aldı.
Kabri
Kabri Şam'ın kuzeyinde Kasiyun Dağı eteğindeki kabristanda bulunan türbesindedir. Sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir.
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.