Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam

FYASAL ATMACA: BİLMİYORUM

EKONOMİ 16.06.2025 - 16:10, Güncelleme: 16.06.2025 - 16:10
 

FYASAL ATMACA: BİLMİYORUM

Karadeniz’in mizahi damarından süzülüp gelen o meşhur hikâyede bir matematik öğretmeni öğrencisinin kâğıdına not vermek ister. Rakamla 7 yazmıştır ama “rakamla yazdığını yazıyla da pekiştir” kuralı gereği duraksar: “Yedi mi yazmalıyım, yeti mi?” Yanındaki Türkçe öğretmenine sorar. O da düşünür ama cevabı yoktur.
BİLMİYORUM  Karadeniz’in mizahi damarından süzülüp gelen o meşhur hikâyede bir matematik öğretmeni öğrencisinin kâğıdına not vermek ister. Rakamla 7 yazmıştır ama “rakamla yazdığını yazıyla da pekiştir” kuralı gereği duraksar: “Yedi mi yazmalıyım, yeti mi?” Yanındaki Türkçe öğretmenine sorar. O da düşünür ama cevabı yoktur. Ve sonunda herkesin içini rahatlatan ama aklın da iflasını ilan eden o cevap gelir: “Ver ona segiiiz…” Zira hiçbir doğruya ulaşamayan kafa, en azından “kararlı” bir yanlışla yoluna devam etmek ister. Bu hikâye gülümsetir, ama gülümsettiği kadar da düşündürmelidir. Çünkü bugün insanlık, pek çok meselede tam da bu kararsızlığın, bu kifayetsiz aklın, bu “yanlışı doğruymuş gibi sürdürme” huyunun kurbanı hâline gelmiştir. Bilgi çağında yaşıyoruz ama bilgi yorgunuyuz. Herkesin fikri var, ama fikrin kaynağı yok. Herkes “akıllı telefon” taşıyor ama aklını taşımıyor. Bir tıkla ulaşabileceğimiz hakikat, dedikoduların, manipülasyonların, duygusal reflekslerin altında boğuluyor. İnsanlık “bilmiyorum” deme erdemini kaybetti. Yanlış da olsa bir şey demek, susmaktan daha “akıllıca” sanılıyor. Tıpkı “yetimi, yedimi” bilmeyen ama segiiiz diyerek sorunu çözdüğünü zanneden o öğretmen gibi… İlginçtir, insanlar bir yanlış yaptığında dönüp düzeltmek yerine, o yanlışı savunmak için yeni yanlışlar üretir. Bir ülke ekonomisi yanlış bir kur politikası izlediğinde, düzeltmek yerine “dış güçler” bahanesi üretir. Bir baba çocuğunu yanlış bir mesleğe zorladığında, geri adım atmak yerine “ben senin iyiliğini istedim” diyerek sorumluluğu meşrulaştırır. Bir alim yanlış bir fetva verdiğinde, geri çekilmek yerine âyetleri eğip bükerek hatasını kutsallaştırır. Bu zincirleme yanlışlar, bireysel hayatları da, toplumsal düzeni de bir felakete sürükler. Ama hiç kimse “ben bilmiyorum” demez. Bilgi sahibi olmadan fikir beyan etmek, modern çağın en yaygın hastalıklarından biridir. Oysa “bilmiyorum” demek bir zayıflık değil, bir hikmet göstergesidir. İmam Malik’e, “Allah arşın üzerinde mi oturuyor?” diye sorduklarında cevabı meşhurdur: “Keyfiyeti meçhuldür, inanmak vaciptir, soru bid’attır.” Ve ekler: “Bilmiyorum” demek, ilmin yarısıdır.” Bunu söylemek erdemdir. Ama çağımız insanı bilgi sahibi değilse bile “yorumcu” olmakta ısrarcıdır. Eğitim sistemi; ezberci, sorgulamayan, yüzeysel düşünen bireyler yetiştiriyor. Siyaset; hamasi söylemlerle, bilgi yerine algı üretmeye devam ediyor. Sosyal medya; yanlış bilgileri doğruymuş gibi sunuyor. Ve insanlar… Görünenle yetinip gerçeği araştırmak yerine hoşa giden yalanlara sarılıyor. Bir örnek: Dünya düz müdür? Bugün bile bu soruya “evet” diyen binlerce insan var. Çünkü bir video izlemişler. Çünkü biri “mantıklı” konuşmuş. Çünkü biri gibi olmak istemişler. Çünkü düşünmemek, sorgulamaktan daha kolay… Yanlışı bilip susan da, bilmediği hâlde konuşan da aynı gemidedir. Bir toplum, aklını sadece pratik işler için kullanırsa; “nasıl kazanırım” diye düşünür, ama “niye yaşıyorum” diye sormaz. “Ne yerim” der, ama “neye hizmet ederim” diye düşünmez. Bugün çevre felaketleri yaşanıyor çünkü “daha fazla üret, daha fazla tüket” aklı kutsanıyor. Bugün savaşlar çıkıyor çünkü “haklı olan değil, güçlü olan kazanır” deniyor. Bugün maneviyat kayboluyor çünkü “ahlak, bireysel tercihtir” deniyor. Her biri: Bilinçsizce verilmiş “segiiiz” kararlarının birikmiş sonucudur. Karadeniz fıkrası sadece gülmek için değil, düşünmek için de var. Çünkü o hikâyede hem matematik var hem Türkçe. Ama ne hikmet var, ne tevazu. İşte o yüzden: İnsanı insan yapan sadece aklı değildir. Aklı hikmetle süsleyen, bilgiyi tevazu ile birleştiren, ve “bilmiyorum” diyebilen bir kalptir asıl olan. “Segiiiz” ile kurtulan notlar olur belki, Ama “segiiiz” ile kurtulacak bir dünya yok. Yanlışı yanlışla değil, hakikatle düzeltmek gerekir. Ve hakikate giden yol, çoğu zaman bir ‘bilmiyorum’ ile başlar.”
Karadeniz’in mizahi damarından süzülüp gelen o meşhur hikâyede bir matematik öğretmeni öğrencisinin kâğıdına not vermek ister. Rakamla 7 yazmıştır ama “rakamla yazdığını yazıyla da pekiştir” kuralı gereği duraksar: “Yedi mi yazmalıyım, yeti mi?” Yanındaki Türkçe öğretmenine sorar. O da düşünür ama cevabı yoktur.

BİLMİYORUM 

Karadeniz’in mizahi damarından süzülüp gelen o meşhur hikâyede bir matematik öğretmeni öğrencisinin kâğıdına not vermek ister. Rakamla 7 yazmıştır ama “rakamla yazdığını yazıyla da pekiştir” kuralı gereği duraksar: “Yedi mi yazmalıyım, yeti mi?”
Yanındaki Türkçe öğretmenine sorar. O da düşünür ama cevabı yoktur.

Ve sonunda herkesin içini rahatlatan ama aklın da iflasını ilan eden o cevap gelir:
“Ver ona segiiiz…”
Zira hiçbir doğruya ulaşamayan kafa, en azından “kararlı” bir yanlışla yoluna devam etmek ister.
Bu hikâye gülümsetir, ama gülümsettiği kadar da düşündürmelidir. Çünkü bugün insanlık, pek çok meselede tam da bu kararsızlığın, bu kifayetsiz aklın, bu “yanlışı doğruymuş gibi sürdürme” huyunun kurbanı hâline gelmiştir.

Bilgi çağında yaşıyoruz ama bilgi yorgunuyuz. Herkesin fikri var, ama fikrin kaynağı yok.
Herkes “akıllı telefon” taşıyor ama aklını taşımıyor.
Bir tıkla ulaşabileceğimiz hakikat, dedikoduların, manipülasyonların, duygusal reflekslerin altında boğuluyor.
İnsanlık “bilmiyorum” deme erdemini kaybetti.
Yanlış da olsa bir şey demek, susmaktan daha “akıllıca” sanılıyor.
Tıpkı “yetimi, yedimi” bilmeyen ama segiiiz diyerek sorunu çözdüğünü zanneden o öğretmen gibi…

İlginçtir, insanlar bir yanlış yaptığında dönüp düzeltmek yerine, o yanlışı savunmak için yeni yanlışlar üretir.
Bir ülke ekonomisi yanlış bir kur politikası izlediğinde, düzeltmek yerine “dış güçler” bahanesi üretir.
Bir baba çocuğunu yanlış bir mesleğe zorladığında, geri adım atmak yerine “ben senin iyiliğini istedim” diyerek sorumluluğu meşrulaştırır.
Bir alim yanlış bir fetva verdiğinde, geri çekilmek yerine âyetleri eğip bükerek hatasını kutsallaştırır.
Bu zincirleme yanlışlar, bireysel hayatları da, toplumsal düzeni de bir felakete sürükler.
Ama hiç kimse “ben bilmiyorum” demez.

Bilgi sahibi olmadan fikir beyan etmek, modern çağın en yaygın hastalıklarından biridir.
Oysa “bilmiyorum” demek bir zayıflık değil, bir hikmet göstergesidir.
İmam Malik’e, “Allah arşın üzerinde mi oturuyor?” diye sorduklarında cevabı meşhurdur:
“Keyfiyeti meçhuldür, inanmak vaciptir, soru bid’attır.”
Ve ekler: “Bilmiyorum” demek, ilmin yarısıdır.”
Bunu söylemek erdemdir.
Ama çağımız insanı bilgi sahibi değilse bile “yorumcu” olmakta ısrarcıdır.

Eğitim sistemi; ezberci, sorgulamayan, yüzeysel düşünen bireyler yetiştiriyor.
Siyaset; hamasi söylemlerle, bilgi yerine algı üretmeye devam ediyor.
Sosyal medya; yanlış bilgileri doğruymuş gibi sunuyor.
Ve insanlar…
Görünenle yetinip gerçeği araştırmak yerine
hoşa giden yalanlara sarılıyor.
Bir örnek:
Dünya düz müdür?
Bugün bile bu soruya “evet” diyen binlerce insan var.
Çünkü bir video izlemişler.
Çünkü biri “mantıklı” konuşmuş.
Çünkü biri gibi olmak istemişler.
Çünkü düşünmemek, sorgulamaktan daha kolay…

Yanlışı bilip susan da, bilmediği hâlde konuşan da aynı gemidedir.
Bir toplum, aklını sadece pratik işler için kullanırsa;
“nasıl kazanırım” diye düşünür,
ama “niye yaşıyorum” diye sormaz.
“Ne yerim” der,
ama “neye hizmet ederim” diye düşünmez.
Bugün çevre felaketleri yaşanıyor çünkü “daha fazla üret, daha fazla tüket” aklı kutsanıyor.
Bugün savaşlar çıkıyor çünkü “haklı olan değil, güçlü olan kazanır” deniyor.
Bugün maneviyat kayboluyor çünkü “ahlak, bireysel tercihtir” deniyor.
Her biri:
Bilinçsizce verilmiş “segiiiz” kararlarının birikmiş sonucudur.

Karadeniz fıkrası sadece gülmek için değil, düşünmek için de var.
Çünkü o hikâyede hem matematik var hem Türkçe.
Ama ne hikmet var, ne tevazu.
İşte o yüzden:
İnsanı insan yapan sadece aklı değildir.
Aklı hikmetle süsleyen, bilgiyi tevazu ile birleştiren,
ve “bilmiyorum” diyebilen bir kalptir asıl olan.

“Segiiiz” ile kurtulan notlar olur belki,
Ama “segiiiz” ile kurtulacak bir dünya yok.
Yanlışı yanlışla değil, hakikatle düzeltmek gerekir.
Ve hakikate giden yol, çoğu zaman bir ‘bilmiyorum’ ile başlar.”

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve nethaberler.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.