Nuran Kırlak: Sözün Arkası Kalbin Yarası

DİNİ HABERLER 31.07.2025 - 19:32, Güncelleme: 31.07.2025 - 19:32
 

Nuran Kırlak: Sözün Arkası Kalbin Yarası

Hayat, musîbetlerle dolu bir yolculuktur. Kimse, doğduğu andan itibaren sıkıntıdan tamamen kurtulamaz. Ancak bu musîbetler arasında en yaygını ve herkesi etkileyeni, dilin yarattığı belâdır.
Sözün Arkası Kalbin Yarası  Hayat, musîbetlerle dolu bir yolculuktur. Kimse, doğduğu andan itibaren sıkıntıdan tamamen kurtulamaz. Ancak bu musîbetler arasında en yaygını ve herkesi etkileyeni, dilin yarattığı belâdır.  NETHABERLER I NURAN KIRLAK  Dedikodu, gıybet ve arkadan konuşmak! Birinin ardından, olumsuz yanlarını başkalarına söylemeye gıybet denir ki, gıybet haramdır. Gıybet, bir müslümanın diğer bir müslüman kardeşinin arkasından konuşarak, duyduğunda üzüleceği veya utanacağı bir kusurundan bahsetmesidir. İnsanlar, çoğu zaman birbirlerinin arkasından konuşur, çekiştirir; bu, sosyal ilişkilerin kaçınılmaz bir gerçeğidir. Ne kadar haklı olursa olsun, insanın arkasından söylenen her söz, güveni sarsar, gönlü incitir.Yaş, statü, bilgi veya zenginlik fark etmeksizin herkesin dili bu belâya hedef olur. Dilin keskinliği çoğu zaman bir kılıçtan daha tesirlidir. Söylenen bir söz, bir ömür silinmeyecek izler bırakabilir. Bazen bir kelimeyle bir gönül kazanılır, bazen bir cümleyle bir ömürlük bağ koparılır. Ne var ki, çoğu zaman ne söylediğimizi düşünmeden konuşuruz. Sözlerimiz, ağzımızdan çıkarken değil, muhatabımızın kalbine saplandığında fark edilir. Halkın dili hiç durmaz; insanlar sürekli birilerini çekiştirir, aleyhinde konuşur. Bu konuda hiçbir sınır yoktur. İnsanlar arasındaki seviye farkları da dedikoduya engel olmaz. Evlat babasını, işçi patronunu, kadın kocasını, cemaati imamını, talebe hocasını, memur âmirini çekiştirebilir; hepsi aleyhinde konuşabilir. Aleyhinde söylenen sözler doğru olsa bile insanı rencide eder. Hele dostlardan ve yakınlardan gelen sözler, insanı çok derinden yaralar. Yalan ve iftira şeklindeki dedikodular ise çok daha büyük acılar verir, insanda onarılması zor yaralar açar. Nitekim “Kılıç yarası geçer, dil yarası geçmez” denmiştir. Arapça’da söz anlamına gelen “kelâm” kelimesinin kökü “kelem” de “yaralamak” demektir. İnsan dilini kontrol edemediği yerde, nefsine hâkim olamaz. Diline sahip çıkamayan, kalbini de koruyamaz. Gıybet, iftira, kırıcı sözler, ölçüsüz kullanıldığında, en derin yaraları da  o açar. Dil belasına en çok hedef olanlar ise nimet ve şöhret sahipleridir. Nimet ne kadar büyükse, dedikodu da o kadar çok olur; ister maddi, ister manevi olsun fark etmez. Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki: “Kimse bana ashabım hakkında kötü bir şeyler ulaştırmasın. Çünkü yanınıza çıkmak istediğim zaman, gönül rahatlığıyla çıkmak isterim.” Bir gün peygamberimize bir miktar mal gelmiş ve onu Müslümanlar arasında paylaştırmıştır. Bu onun adetidir. Abdullah bin Mesud da oradadır. İki adamdan biri, diğerine: “Vallahi Muhammed bu paylaşımı Allah’ın rızasını ve ahiret yurdunu gözeterek yapmadı.” demiştir. Bu sözleri Peygamber Efendimize: “Ya Rasulullah! Sen bize ‘Kimse bana ashabım hakkında kötü bir şey ulaştırmasın!’ demiştin. Ama filan kişilerle karşılaştığımda böyle dediklerini işittim.” diye aktarır. Peygamber Efendimiz bu sözleri duyunca yüzü kızarır ve bu sözlerin kendisini ne kadar üzdüğü hemen anlaşılır. Ancak Abdullah bin Mesud’a: “Bırak bu tür şeyleri! Musa daha fazla eziyet görmüş, ama sabretmişti.” buyurur. Hz. Mûsâ Peygamber, kendisi hakkında yapılan dedikodulardan o kadar muzdarip olmuş, aleyhinde konuşulanlara o kadar canı sıkılmış ki, bir gün Tûr'a çıktığında Cenâb-ı Hakk'a şikâyette bulunmuş: “Yâ Rabbi, kullar hep benim aleyhimde konuşuyorlar, bunların dilini benden kes, aleyhimde konuşmasınlar.” Hakk Teâlâ şöyle buyurmuş: “Yâ Mûsâ! Sen peygambersin ama sen de nihayet bir insansın, onların cinsindensin. Ben Rabbü’l-Âlemîn’im, onların hâlıkıve râzıkıyım. Benim bile aleyhimde konuşuyorlar.” Bu sebeple Allah kendisini “mahlûkâtın eziyetlerine sabreden” manasına gelen “es-Sabûr” ismiyle isimlendirmiştir. Zira Allah’tan daha çok eziyete sabreden yoktur. Hakk Teâlâ, kullarından kendisine yapılan eziyeti bırakmalarını ister ama kulların eziyete sebep olan fiillerini yaratan da kendisidir. İsteseydi onlara mâni olabilirdi. Öyleyse bu sabrın sırrına dikkât edilmeli. Çünkü o sırların en güzelidir.   Buradan çıkaracağımız ders şudur : Cenâb-ı Hakk, Kâdir-i Mutlak olduğu halde, kullarını serbest bırakmakta, kendi aleyhinde konuşmalarına bile müsaade etmekte ve kulların aleyhinde konuşup durmalarını sabırla karşılayıp onları cezalandırmamakta; Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak isteyen kişi de işte aynen böyle yapmalıdır. Nitekim bütün velîler ve nebîler, sıbgatullah ile boyanmış oldukları için hep böyle yapmış, aleyhlerinde söylenen sözler onları ne kadar incitirse incitsin, hep sabretmişlerdir. “Sözümüz, yüzümüze yakışsın; konuşmamız, saygı ve hürmet taşısın.”
Hayat, musîbetlerle dolu bir yolculuktur. Kimse, doğduğu andan itibaren sıkıntıdan tamamen kurtulamaz. Ancak bu musîbetler arasında en yaygını ve herkesi etkileyeni, dilin yarattığı belâdır.

Sözün Arkası Kalbin Yarası 

Hayat, musîbetlerle dolu bir yolculuktur. Kimse, doğduğu andan itibaren sıkıntıdan tamamen kurtulamaz. Ancak bu musîbetler arasında en yaygını ve herkesi etkileyeni, dilin yarattığı belâdır. 

NETHABERLER I NURAN KIRLAK 

Dedikodu, gıybet ve arkadan konuşmak!

Birinin ardından, olumsuz yanlarını başkalarına söylemeye gıybet denir ki, gıybet haramdır. Gıybet, bir müslümanın diğer bir müslüman kardeşinin arkasından konuşarak, duyduğunda üzüleceği veya utanacağı bir kusurundan bahsetmesidir.

İnsanlar, çoğu zaman birbirlerinin arkasından konuşur, çekiştirir; bu, sosyal ilişkilerin kaçınılmaz bir gerçeğidir. Ne kadar haklı olursa olsun, insanın arkasından söylenen her söz, güveni sarsar, gönlü incitir.Yaş, statü, bilgi veya zenginlik fark etmeksizin herkesin dili bu belâya hedef olur.

Dilin keskinliği çoğu zaman bir kılıçtan daha tesirlidir. Söylenen bir söz, bir ömür silinmeyecek izler bırakabilir. Bazen bir kelimeyle bir gönül kazanılır, bazen bir cümleyle bir ömürlük bağ koparılır. Ne var ki, çoğu zaman ne söylediğimizi düşünmeden konuşuruz. Sözlerimiz, ağzımızdan çıkarken değil, muhatabımızın kalbine saplandığında fark edilir.

Halkın dili hiç durmaz; insanlar sürekli birilerini çekiştirir, aleyhinde konuşur. Bu konuda hiçbir sınır yoktur. İnsanlar arasındaki seviye farkları da dedikoduya engel olmaz. Evlat babasını, işçi patronunu, kadın kocasını, cemaati imamını, talebe hocasını, memur âmirini çekiştirebilir; hepsi aleyhinde konuşabilir.

Aleyhinde söylenen sözler doğru olsa bile insanı rencide eder. Hele dostlardan ve yakınlardan gelen sözler, insanı çok derinden yaralar. Yalan ve iftira şeklindeki dedikodular ise çok daha büyük acılar verir, insanda onarılması zor yaralar açar. Nitekim “Kılıç yarası geçer, dil yarası geçmez” denmiştir. Arapça’da söz anlamına gelen “kelâm” kelimesinin kökü “kelem” de “yaralamak” demektir.

İnsan dilini kontrol edemediği yerde, nefsine hâkim olamaz. Diline sahip çıkamayan, kalbini de koruyamaz. Gıybet, iftira, kırıcı sözler, ölçüsüz kullanıldığında, en derin yaraları da  o açar. Dil belasına en çok hedef olanlar ise nimet ve şöhret sahipleridir. Nimet ne kadar büyükse, dedikodu da o kadar çok olur; ister maddi, ister manevi olsun fark etmez.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki:
“Kimse bana ashabım hakkında kötü bir şeyler ulaştırmasın. Çünkü yanınıza çıkmak istediğim zaman, gönül rahatlığıyla çıkmak isterim.”

Bir gün peygamberimize bir miktar mal gelmiş ve onu Müslümanlar arasında paylaştırmıştır. Bu onun adetidir. Abdullah bin Mesud da oradadır. İki adamdan biri, diğerine:
“Vallahi Muhammed bu paylaşımı Allah’ın rızasını ve ahiret yurdunu gözeterek yapmadı.”
demiştir. Bu sözleri Peygamber Efendimize:
“Ya Rasulullah! Sen bize ‘Kimse bana ashabım hakkında kötü bir şey ulaştırmasın!’ demiştin. Ama filan kişilerle karşılaştığımda böyle dediklerini işittim.” diye aktarır.

Peygamber Efendimiz bu sözleri duyunca yüzü kızarır ve bu sözlerin kendisini ne kadar üzdüğü hemen anlaşılır. Ancak Abdullah bin Mesud’a:

“Bırak bu tür şeyleri! Musa daha fazla eziyet görmüş, ama sabretmişti.” buyurur.

Hz. Mûsâ Peygamber, kendisi hakkında yapılan dedikodulardan o kadar muzdarip olmuş, aleyhinde konuşulanlara o kadar canı sıkılmış ki, bir gün Tûr'a çıktığında Cenâb-ı Hakk'a şikâyette bulunmuş:
“Yâ Rabbi, kullar hep benim aleyhimde konuşuyorlar, bunların dilini benden kes, aleyhimde konuşmasınlar.”

Hakk Teâlâ şöyle buyurmuş:
“Yâ Mûsâ! Sen peygambersin ama sen de nihayet bir insansın, onların cinsindensin. Ben Rabbü’l-Âlemîn’im, onların hâlıkıve râzıkıyım. Benim bile aleyhimde konuşuyorlar.”

Bu sebeple Allah kendisini “mahlûkâtın eziyetlerine sabreden” manasına gelen “es-Sabûr” ismiyle isimlendirmiştir. Zira Allah’tan daha çok eziyete sabreden yoktur. Hakk Teâlâ, kullarından kendisine yapılan eziyeti bırakmalarını ister ama kulların eziyete sebep olan fiillerini yaratan da kendisidir. İsteseydi onlara mâni olabilirdi. Öyleyse bu sabrın sırrına dikkât edilmeli. Çünkü o sırların en güzelidir.
 
Buradan çıkaracağımız ders şudur :

Cenâb-ı Hakk, Kâdir-i Mutlak olduğu halde, kullarını serbest bırakmakta, kendi aleyhinde konuşmalarına bile müsaade etmekte ve kulların aleyhinde konuşup durmalarını sabırla karşılayıp onları cezalandırmamakta; Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak isteyen kişi de işte aynen böyle yapmalıdır. Nitekim bütün velîler ve nebîler, sıbgatullah ile boyanmış oldukları için hep böyle yapmış, aleyhlerinde söylenen sözler onları ne kadar incitirse incitsin, hep sabretmişlerdir.

“Sözümüz, yüzümüze yakışsın; konuşmamız, saygı ve hürmet taşısın.”

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve nethaberler.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.