Hz.Muhammed Soyu ve Kavmi

DİNİ HABERLER 23.07.2025 - 16:58, Güncelleme: 23.07.2025 - 16:58
 

Hz.Muhammed Soyu ve Kavmi

Fahri Kâinât Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in.Soy Ağacı İslâmiyet Öncesi Arap Yarımadası Ne durumda?
Fahri Kâinât Efendimiz Hz. Muhammed. (s.a.v.)'in.Soy Ağacı İslâmiyet Öncesi Arap Yarımadası Ne durumda?  İslâmiyeti Neden ve Nerede Kuruldu? Hz.Muhammed (s.a.v) Soyu Hangi Kavimden gelmektedir.  Arap Yarımadası Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının  kesişme noktasında yer alır. Yarımadanın batısındaki Hicaz bölgesinin en önemli şehirleri Mekke, Medine ve Taif’tir. Mekke şehri, dinî ve ticarî bir merkez olarak öne çıkmıştı. Çünkü Hz. İbrahim zamanından beri kutsal bir yapı olan Kâbe, Mekke’de bulunuyordu. Yılın belirli zamanlarında kurulan ticaret fuarları da Mekke’nin önemini artıran başka bir özellikti.  İslâm öncesi Arap Yarımadası’nda düzenli bir devlet yapısı yoktu. Arap toplumu kabile sistemi üzerine kurulmuştur. Kabile, aynı atadan geldikleri kabul edilen ve aralarında nesep bağı olan insan topluluklarının ortak adıdır. Arabistan bozkırlarında bir erkek, bir kadın ve birkaç çocuktan oluşan basit bir aile hayatı devam ettirmenin imkânı olmadığı için, insanlar ancak kan bağına dayalı kabile ve aşiretler şeklinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Arabistan Yarımada’sında yaşayan Araplar’ın nesebi konusunda, Arap alimleri, onların Sâm b. Nûh’dan gelmiş oldukları hususunda hemfikirdirler. Bu nedenle Araplar Sâmi kavimlerinden kabul edilir. Sâmiler genelde üç ana soy grubuna ayrılmaktadır: Bunlar, Arap yarımadası, Sînâ, Bidâyetü’ş-Şam ve Irak’ın güney bölgelerine yakın yerlerde oturan Araplar; Irak, Dicle ve Fırat bölgeleriyle İran ve Horasan yörelerinde yaşayan Aramîler ve nihayet Irak’ın yukarı kısımları ile Filistin ve Suriye’de ikamet eden İbranîler’dir. Sâmi kavimleri bu şekilde bölündüğü gibi, bu kavimlerden biri olan Araplar da kökenleri itibariyle kendi kısımlara ayrılmaktadırlar. Arap milli geleneği genel olarak bu kavmi, elArabu’l-Bâide ve el-Arabu’l- Bâkiye olarak taksim eder ki, birinci grupla soyu tükenmiş Âd, Semûd, Medyen gibi topluluklar, ikincisiyle soyları devam eden Arap’lar kastedilir.  O dönemdeki Arap toplumundaki insanlar, kişisel özgürlük bakımından üç sınıfa ayrılırdı: Hürler, mevâlîler  ve köleler. Köle ya da cariye olan insanlar herhangi bir  eşya gibi alınıp satılabilirdi. Bir köle, kendisini kim satın  alırsa, ona kesin itaatle yükümlüydü. Eğer bir köle günün  birinde azat edilir ve serbest bırakılırsa ona mevâlî  denirdi. Ama mevâlîler de, hür insanların tüm haklarına  sahip olamaz; örneğin hür insanlarla evlenemezdi. Aile, ana yapı olan kabilenin yanında ikincil bir öneme  sahipti. Kabile, herkesin asıl ve büyük ailesi gibiydi. Bir  erkeğin çok sayıda kadınla evlenmesi son derece normal  kabul edilirdi. Kadınların hakları erkeklere göre nerdeyse  yok gibiydi. Erkek çocukları geleceğin bir savaşçı adayı  olarak övünç vesilesi kabul edilirken, kız çocukları sevilmez,  hatta utanç sebebi görülürdü. Bazılarının daha da ileri  giderek kız çocuklarını diri diri toprağa gömme vahşetini  işlediği olurdu. İslam geldikten sonra Kur’an-ı Kerim ayetleri  bu ayırımı kesin bir dille kınayıp yasaklamış ve bunun büyük  bir suç, büyük bir günah olduğu açıkça belirtilmiştir. Araplar’ın esasta iki soy temeline dayandıkları söylenebilir. Bunlar güney Arapları’nı temsil eden Kahtânîler ve Kuzey Arabistan’ı yurt edinmiş olan Adnânîler’dir.  Adnanîler, İslâm Peygamberi Muhammed’in soyunun dayandığı, Arap Yarımadası'nda yaşamış olan bir kavimdir. Asıl yurtları, Arap Yarımadası'nın kuzey, orta ve batı kısımlarıdır. Ataları Peygamber Muhammed’in yirmi birinci büyük dedesi olan Adnan'dır. Adnan'ın soyu ise Hz.ibrahim oğlu Hz.İsmail'in büyük oğlundan zuhur eden "Kedarlar" aşireti'ne dayandırılmaktadır.   Kahtanîler, nesebleri Kahtan'a dayanan güney ve güneydoğu Arap yarımadasında (özellikle Yemen'de) yaşayan bir kavimdir.Kahtaniler Himyar ve Kahlan alt-gruplarına ayrılır. Himyar dalı Himyarî, Kahlan dalı da Kahlanî olarak bilinir. Adnan`dan Hz. İbrâhim`e Kadar Olan Nesep Çizgisi: Bazı âlimler, Peygamber Efendimizin, Adnan`dan Hz. İbrâhim`e kadar olan ikinci kademe neseb silsilesini şöyle sıralarlar: Adnan, Udd veya (Udad), Mukavvim, Nahur veya (Sârih), Teyrah, Ya'rub, Yeşcub, Nabit, İsmail (a.s.), İbrahim (a.s.) İslam öncesinde Arap Yarımadası’nda değişik inançlar vardı. Başlangıçta Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in öğrettiği tevhid, yani tek Allah inancı vardı. Kâbe bu inancın simgesi idi. Tarihsel  süreç içerisinde bölgede Yahudilik, Hristiyanlık, Mecusîlik,bSabiîlik ve Putperestlik gibi inançlar görüldü. Bu inançların her biri yarımadanın farklı bölgelerinde güç kazanmıştı. Bunların dışında Hz. İbrahim’in dinini yaşatmak isteyen ve Hanif olarak anılan, tek Allah’a inanan insanlar vardı. Bu inanç sahipleri, Yahudi ve Hristiyanlıktan uzak oldukları gibi putperest de değillerdi. Ayrıca putperest anlayışla da mücadele içindeydiler. Ama bunların bir birliği yoktu.  Okuryazar kimselerdi ve kendi başlarına, bireysel yaşarlardı. İçlerinden bazıları İbranice ve Süryanice dillerini bilirdi. Bir ibadet biçimleri bulunmuyordu.Putperestlik ise İslam öncesinde Arap Yarımadası’nda en yaygın inanç hâline gelmişti. Tek olan Allah’a ibadet etmek bırakılmıştı.  Araplar, insan eliyle yapılan ve kutsal kabul  edilen çeşitli cansız putlar yanında taş, ağaç  gibi şeylere tapmaya başlamışlardı. Putperestlik  bölgeye dışarıdan sokulmuştu ama kısa sürede  yayılmış ve içinde put bulunan tapınaklar yapılmaya başlanmıştı. Fahr-i Kâinat Efendimizin  Hz .İbrâhim.ile.Neseb Bağı  Peygamberlerin babası olarak anılan Hz. İbrahim (as)'in iki oğlu vardı: İshak (a.s) ve İsmâil (a.s.). O, oğlu İshak'ın neslinden bir çok peygamberin geleceğini Cenâb-ı Hakk'ın ilhâmıyla bilmişti. Ancak çok sevdiği Hacer'den dünyaya gelen oğlu İsmâil'in (a.s.) neslinden peygamber gelip gelmeyeceği meçhûlü idi. Bununla birlikte âhir zamanda bir büyük peygamberin gönderileceğini de biliyordu. Bu sebeple de, son peygamberin çok sevdiği oğlu İsmâil'in neslinden gelmesini şiddetle arzu ediyordu. İlk bânisi Hz. Âdem (a.s) olan yeryüzünün ilk ma'bedi Kâbe, uzun zamanın geçmesiyle yıkılmış, âdeta yerle bir olmuştu. Hz. İbrâhim (a.s), bu mukaddes binânın tekrar inşası için Cenâb-ı Hakk'tan emir aldı ve oğlu İsmâil'le birlikte derhal çalışmaya koyuldu. Kâbe'nin inşâsı tamamlanınca, baba oğul ellerini dergâh-ı İlâhîye açarak şöyle yalvardılar: "Ey Rabbimiz! Neslimizden gelen Müslüman ümmet içinden bir peygamber gönder. Ki o, onlara âyetlerini okusun, Kitabı ve hükümlerini öğretsin. Onları günâhlardan temizlesin!" Cenâb-ı Hak, yapılan bu samimi duâyı cevapsız bırakmadı ve Hz. İsmâil (a.s)'in neslinden peygamberlerin reisi Hz. Muhammed'i (a.s.m.) göndererek kabul etti.  Bu gerçeği Kâinatın Efendisi (a.s.m.), "Ben, babam İbrâhim'in duâsıyım..." buyurarak ifade etmişlerdir. Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm-’ın neslinden peygamberler gelmesi ve bilhassa Fahr-i Kâinât olan Varlık Nûru Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in teşrîf etmesi, O’nun peygamberler târihindeki müstesnâ ve mûtenâ yerini göstermektedir. Kâbe ve menâsik-i hac da, İbrâhîm -aleyhisselâm-’ın kıyâmete kadar devâm edecek rûhânî hâtırâları ile doludur. Ayrıca milyonlarca müslüman, her gün beş vakit namazın tahiyyâtında Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e salât ederken, Allâh’ın İbrâhîm -aleyhisselâm-’a lutfettiği salâtı da zikretmektedir. Ebû Muhammed Ka’b bin Ucre radıyallâhu anh şöyle anlatır: Bir gün Rasûlullâh yanımıza gelmişti. Kendisine: “–Yâ Rasûlallâh! Sana nasıl selâm vereceğimizi öğrendik, ancak sana nasıl salavât getireceğiz?” diye sorduk. O da şöyle buyurdu: “–«Allâh’ım! (İbrâhîm’e ve) âline salât (rahmet) ettiğin gibi Muhammed’e ve âline de salât et. Şüphesiz Sen övülmeye lâyık ve yücesin. Allâh’ım! (İbrâhîm’e ve) âline hayır ve bereket lutfettiğin gibi Muhammed’e ve âline de hayır ve bereket ihsân et. Şüphesiz Sen övülmeye lâyık ve yücesin!» deyiniz.” İslam'ın gelişinden önce Mekke yönetimini elinde tutan ve Hz. Peygamberin de mensubu olduğu kabile Hz. İsmâil (a.s)'in evlâd ve torunları gittikçe çoğaldı ve Arap Yarımadasının her tarafına dağıldı. İçlerinden Adnanoğulları, onların ⁹içinden Mudaroğulları ve onlar içinden de Kureyş Kabilesi diğerlerinden üstün ve farklı oldu. Kureyş Kabilesi içinde ise Hâşimîler kolu hepsinden daha çok fazilet ve şeref buldu.  Kureyş Kabilesi  Adnânîler’in Mudar kolundan olup genellikle kabul edildiğine göre adını Kureyş lakabıyla bilinen Fihr b. Mâlik’ten alır. Bu zatın asıl adının Kureyş, lakabının Fihr olduğu da belirtilir. Hz. Peygamber’in on birinci kuşaktan dedesi olan Fihr’in soyu Adnân’a kadar Fihr b. Mâlik b. Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyâs b. Mudar b. Nizâr b. Meâd b. Adnân şeklindedir. Kabileye bu adın verilmesiyle ilgili olarak ileri sürülen diğer görüşlerden birine göre Kureyş kelimesi “toplanmak, bir araya gelmek; ticaret yapmak” anlamındaki takarruş kökünden gelmekte ve Fihr b. Mâlik’in soyunun, Kusay b. Kilâb liderliğinde Mekke ve çevresinde ikamet etmek üzere bir araya toplanmış olması veya ticaret yapması sebebiyle böyle adlandırıldığı kaydedilmektedir. Mekke Adnânîler’in ana yurdu kabul edilmektedir. Hicaz Bölgesinde kutsal şehir Mekke'nin  kuruluşunda  Mekke’de çıkan su kaynağı önemli rol oynadı.  Aynı zamanda tüm Araplar için kutsal sayılan Kabe de bu şehirdeydi. Şam ve Yemen ticaret yolunun üzerinde olması nedeniyle zenginleşmişti.(Araplar bu ticaret yolu haricinde Yemen’den, Malezya ve Endoneya’ya giden bir deniz ticaret yoluna daha sahipti.) Mekke’de yerleşen ilk kabile Amalikalılardı. Daha sonra memleketlerinde suları çekilen Cürhümlüler, buraya göç etti. Aradan uzun bir zaman sonra Huzaalılar Mekkeye saldırmışlardı. Hakimiyeti kaybedeceğini anlayan Cürhümlüler, Kabe’de bulunan iki altın geyik heykelini Mekke su kuyularına atmış ve tıkamıştı. Ertesi gün ise Mekke’den kaçtılar. Bu tarihten sonra Huzaalılar Mekkeye hakim oldular, ta ki ebedi hakim Kureyş kabilesinin MS 440 yılında Mekkeye saldırmasına kadar. Bu sefer Mekke hakimiyeti Kureyş kabilesine geçmişti. Kurucu lider Kusay bin Kilab önderliğinde Kureyşliler devlet görüşmeleri için “Darü’l Nedve”yi kurdular. Siyasi ve dini görevler Kureyş kabilesinin oğulları arasında paylaştırıldı. Mekke artık güçlü bir şehir devletiydi. Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in kabîlesi Kureyş, Allah (c.c) katında değerli ve ikramlara mazhar olmuş bir kabiledir. Kur’ân-ı Kerîm’deki Kureyş Sûresi buna delil olarak kâfidir. Hz. Muhammed (s.a.s)'in İslâmiyeti tebliğ ettiği sıralarda Mekke'deki topluluğun tek ceddi kabul edilen, Kureyş kabilesi Kinâne kabilesinin bir koludur. Kureyş kabilesi Hz. Peygamber (s.a.s) devrinde on koldan oluşmuştu. Bunlar; Nevfel, Zühre, Mahzûm, Esed, Cumah, Sehm, Ümeyye, Haşim, Teym ve Adiy idi. Kureyş kabilesi ile ilgili Kur'ân-ı Kerim'de başlı başına bir sûre vardır. Bu sûrede Kureyş kabilesinin yaptığı ticârî faaliyetlerinden söz edilerek, onların kışın Yemen'e, yazın da Suriye'ye olmak üzere yılda iki defa uzak ülkelere ticârî seferler düzenlediği belirtilmektedir (Kureyş, 106/1-4). Kureyş kabilesi ve fazileti hakkında pek çok hadis-i şerif vardır: İbn Abbas (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle dua ettiğini nakleder: "Allahım! Kureyş'in öncekilerine azabı tattırdın, sonrakilerine nimet ve ihsanını tattır"  Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "(Câhiliye devrinde) Arap kabileleri şu emâret hususunda en şerefli olan Kureyş'e uyardı: Arapların mü'minleri (hanifler), Kureyş'in mü'minlerine, müşrikleri de Kureyş'in müşriklerine uyarlardı. İnsanlar madenler gibidir. Onların cahiliyette hayırlı olanları, İslâm devrinde de hayırlı kimselerdir"  Hz. Peygamber (s.a.s): "Hilâfet Kureyş'in uhdesinde bulunacaktır. Onlar dini vecibeleri yerine getirdikçe ve adâleti icrâ ettikçe, onlara hiçbir kimse düşmanlık etmeyecektir. Eğer onlar dinden, adâletten uzaklaşırsa Allah, Kureyş'i yüz üstü sürçtürür, rezil eder." Başka bir hadiste şöyle bir olay anlatılır: Hz. Peygamber (s.a.s.) Ensârdan bazı kişileri topladı ve "geliniz; sizden olmayan kimse içinizde var mı?" buyurdu. Onlar da "hayır; yalnız bir hemşirezâdemiz var" dediler. Rasûl-i Ekrem (s.a.s); "bir cemaatin hemşirezâdesi kendilerinden sayılır" buyurdu. Sonra Rasûlüllah (s.a.s) şöyle konuştu: "Kureyş, câhiliye devrinden ve bir fâciadan henüz çıkmıştır. Ben (Hevâzin ganimetlerinden bol bol vererek) onların gönlünü almak ve kendilerini İslâm'a ısındırmak istedim. Herkes dünya ile dönerken, sizin Allah'ın peygamberi ile evlerinize dönmeniz sizi memnun etmez mi?" Bunun üzerine Ensâr, "evet, memnun eder" diye cevap verdiler. Rasûlüllah (s.a.s.) buyurdu ki: "Herkes bir vadiye veya geçide girmiş, Ensâr da başka bir vâdiye veya geçide girmiş olsalar, ben mutlaka Ensâr'ın vadisine ve geçidine girerim "  Ebû Hureyre (r.a) Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)in şöyle buyurduğunu rivâyet eder: "Kureyş, Evs ile Hazrec, Cüheyne, Müzeyne, Eslem, Esca', Gıfâr (kabile fertleri) benim hâlis yardımcılarımdır. Onların da Allah'tan ve Rasûlullah'tan başka koruyucuları yoktur. Fahr-i Kâinât Efendimiz (s.a.v), hadîs-i şerîflerinde şöyle dile getirmişlerdir: “Allâh Teâlâ İbrâhîmoğullarından İsmâîl’i seçti. İsmâîloğullarından Kinâneoğulla­rını seçti. Kinâneoğullarından Kureyş’i seçti. Kureyş’ten Hâşimoğullarını seçti. Hâşimoğullarından Abdülmuttaliboğullarını seçti. Abdülmuttaliboğullarından da beni seçti.”  Hz. Muhammed'in soy ağacı  Arap Yarımadası'ndaki birkaç  kuşak öncesi aşağıdaki şekildedir: Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, 2. Abdullâh, 3. Abdülmuttalib, (Şeybetü’l-Hamd diye de çağrılırdı.) 4. Hâşim, 5. Abd-i Menâf, (Asıl ismi Muğîre’dir.) 6. Kusay, (Zeyd diye de isimlendirilir.) 7. Hakîm, (Kilâb) 8. Mürre, 9. Ka’b, 10. Lüeyy, 11. Gâlib, 12. Fihr, (Kureyş) 13. Mâlik, 14. Nadr, 15. Kinâne, 16. Huzeyme, 17. Müdrike, 18. İlyâs, 19. Mudar, 20. Nizâr, 21. Ma’ad, 22. Adnân Önceki kuşaklarda Hz. Muhammed'in soy ağacıdır. Şüphesiz, Kâinâtın Efendisinin nurunu alnında bir İlâhi emânet olarak taşıyan atalarından en çok bilgi sahibi olduklarımız ise, zaman bakımından en yakın olanlarıdır. Hz.Muhammed (s.av.) zaman bakımından en yakın olanlar. Babası: Abdullah; Amcaları: Abu Talip, Gaydak, Hacl, Haris, Kusem, Zubeyr, Hz. Hamza, Hz. Abbas, Dirar, Ebu Leheb, Mukavvim. Dedesi: Abdulmuttalip;  Dedesinin kardeşleri: Nadle, Ebu Sayfif Rekika, Esed Fatıma, Halide, Daife, Rukiyye, Hayye Şifa. Dedesinin babası: Haşim, Onun kardeşleri: Nevfel, Muttalib, Abduşems. Dedesinin Dedesi: Abdümenaf, Onun kardeşleri: Abdülluzza, Abdukusay, Abdüddar. Kusay Hz.Peygamber’in dedesinin dedesi Abdümenaf'tan sonra 5.kuşaktan dedesidir. Peygamber Efendimizin, asıl ismi Zeyd olan 5.inci kuşaktaki dedesi Kusay, mühim bir şahsiyetti. İki oğlu vardı. Abdüddar, Abd-i Menaf idi  Fahr-i Kâinat Efendimizin kudsî nuru Abd-i Menâf'ın alnında parlıyordu. Onun da dört oğlu vardı: Hâşim, Abdüşşems, Muttalip ve Nevfel. Abdümenâf: Hz. Peygamber’in 4. kuşaktan dede- si olup annesi Hubbâ bint Huleyl b. Hubşiyye’dir. Kusay’dan  sonra Mekke yönetimi ve Kabe ile ilgili hizmetleri büyük  oğlu Abdüddâr ve çocukları yürütmüş, bir süre sonra  Abdümenâf ve oğulları bu görevlerde kendilerinin de hak  sahibi olduğuna dair itirazlar yükseltince bu görevler arala- rında paylaşılmıştır. Buna göre Dârünnedve, livâ ve hicâbe  (sidâne) eskisi gibi Abdüddâr’da kalmış, kıyâde, sikâye ve  rifâde görevleri Abdümenâf’a verilmiştir. Abdümenâf’ın  oğulları Abdüşems, Hâşim, Nevfel ve Muttalib Mekke ve  Kureyş tarihi bakımından önemli isimler arasındadır.   Hâşim: Resûl-i Ekrem Efendimizin üçüncü kuşaktan dedesidir. Asıl adı Amr olup Suriye’den getirdiği ekmekleri kırıp ufa- layarak et suyu ile çorba yaptığı ve Mekke’ye gelen hacılara  ikram ettiği için Hâşim (kıran, ufalayan) lakabıyla meşhur  olmuştur. Annesi Âtike bint Mürre’dir. Hacılar için yiyecek ve su temini konusundaki cömertliğiyle tanınan Hâşim b.  Abdümenâf Suriye’ye gidip Bizans imparatoruyla (kayser)  görüşerek Mekkeli tacirlerin emniyet içerisinde bölge- ye gelip ticaret yapabileceklerine dair bir belge almıştır.  Hâşim, Mekke’den Bizans topraklarına kadar uzanan yol  üzerinde oturan kabilelerle de kervanların güvenlik içe- risinde bu güzergâhı kullanabileceklerine dair anlaşma- lar yaptı. Mekke'nin ileri gelen eşrafından olan Hâşim, ticâretle uğraşırdı. Peygamberimiz (s.a.v.)'in doğum vakti yaklaştığı için nur-u Muhammedî onun alnında daha haşmetli bir surette parlıyordu. Ayrıca birçok üstün faziletleri de üzerinde taşırdı. Üstün seciyeli, kabiliyetli, dirayetli, cömert, faziletli ve herkes tarafından sevilen, sayılan yüksek bir şahsiyetin sahibi olduğu için ismi, ailesine ve soyuna ad olmuştur. Bu sebeple Fahr-i Kâinat Efendimizin de arasında bulundukları bu yüce soya, kendilerinden sonra "Haşimîler" denilmiştir. Asıl adı Amr olup Suriye’den getirdiği ekmekleri kırıp ufa- layarak et suyu ile çorba yaptığı ve Mekke’ye gelen hacılara  ikram ettiği için Hâşim (kıran, ufalayan) lakabıyla meşhur  olmuştur. Annesi Âtike bint Mürre’dir. Hacılar için yiyecek  ve su temini konusundaki cömertliğiyle tanınan Hâşim b.  Abdümenâf Suriye’ye gidip Bizans imparatoruyla (kayser)  görüşerek Mekkeli tacirlerin emniyet içerisinde bölge- ye gelip ticaret yapabileceklerine dair bir belge almıştır.  Hâşim, Mekke’den Bizans topraklarına kadar uzanan yol  üzerinde oturan kabilelerle de kervanların güvenlik içe- risinde bu güzergâhı kullanabileceklerine dair anlaşma- lar yaptı. Hâşim ticaret için Suriye’ye giderken bir süre kaldığı  Yesrib’de (Medine) Neccâroğulları’ndan Amr b. Zeyd’in kızı  Selma ile evlendi. Bu evlilikten Hz. Peygamber’in dede- si Abdülmuttalib dünyaya geldi. Hâşim ticaret için gittiği  Gazze’de öldü ve oraya defnedildi. Hâşim'in dört erkek çocuğu olmuştu: Şeybe (Abdülmuttalib), Esed, Ebû Sayfî ve Nadle.  Hâşim'in nesli erkek çocuklarından Şeybe ile Esed'den devam etmiştir. Şeybe, Resûl-i Ekrem Efendimizin birinci kuşaktaki dedesidir. Esed ise Hz. Ali'nin annesi Fâtıma'nın dayısıdır. Ne var ki, Esed sulbünden dünyaya gelen Huneyn de zürriyet bırakmayınca, bütün Haşimîler sadece Abdülmuttaliboğulları kolundan gelerek çoğalmış ve yeryüzüne dağılmışlardır. Abdülmuttalib, (Şeybetü’l-Hamd diye de çağrılırdı.) Dedesi Peygamber Efendimizin ikinci kuşaktaki dedesidir. Doğuştan ak saçlı olduğundan kendisine "Şeybe" ismini vermişlerdi. Abdülmuttalib onun lâkabıdır. O daha çok bu lâkabla şöhret bulmuş ve anılmıştır. Hz. Peygamber’in dedesi olup asıl adı Şeybe’dir. Şeybe, babası Hâşim’in Gazze’de vefatından sonra annesi Selma bint Amr ile Yesrib’de kaldı. Sekiz yaşında iken amcası Muttalib tarafından Mekke’ye götürüldü. Mekkeliler onu Muttalib’in kölesi zannettikleri için Abdülmuttalib dediler. Şeybe o günden sonra Abdülmuttalib diye anıldı. Abdülmuttalib’i amcası yetiştirdi ve ölümüne yakın bir zamanda kabile reisliği görevini ona devretti. Abdülmuttalib Cürhümlülerin Mekke’yi terk eder-ken kapattıkları Zemzem kuyusunun yerini bularak yeni-den açtı. Hacılara yiyecek ve su temini görevlerini üstlendi.  Kur’ân-ı Kerîm’de Fîl suresinde haber verilen Fil Vakası’nda Kabe’yi yıkmaya gelen Yemen Valisi Ebrehe ile görüştü ve  Kabe’yi sahibinin mutlaka koruyacağını söyledi. Peygamber Efendimiz (s. a. v.)’i çok seven ve sekiz ya-şına kadar büyük bir titizlikle himaye eden Abdülmuttalib, seksen yaşlarında Mekke’de vefat etti. Vefatından önce sev-gili torununu oğlu Ebu Talib’e emanet etmişti. İşte, Fahr-i Kâinat Efendimizin büyük dedeleri bu zâtlardı. Herbirinin zürriyeti çoğalmış ve herbiri pekçok cemaatların reisi ve birçok kabile ve aşîretlerin dedesi ve babası olmuşlardır. Ancak, ne vakit birinin iki oğlu olsa veya bir kabile iki kola ayrılsa, sevgili Peygamberimizin soyu en şerefli ve en hayırlı olan tarafta bulunur ve her asırda onun büyük dedesi kim ise, yüzünde parlayan müstesnâ nûrdan bilinirdi. Hz Muhammed (s.a.v) Efendimizin Anne Soy ağacı: Hz. Peygamber’in annesi Âmine, Kureyş kabilesinin Benî Zühre koluna mensup Vehb b. Abdümenâf’ın kızıdır. Annesi Berre bint Abdüluzzâ’dır. Âmine Kureyş kızları arasın- da iyi bir yere sahipti. Babası Vehb de Zühreoğullarının ileri gelenlerinden biriydi. Hz. Peygamber’in anne tarafından de- delerini de gösteren neseb zinciri şöyledir: Âmine bint Vehb b. Abdümenâf b. Zühre b. Kilâb b. Mürre b. Ka‘b b. Lü’ey b.  Gâlib b. Fihr (Kureyş). Görüldüğü gibi Hz. Peygamber’in anne ve babasının soyu Kilâb b. Mürre’de birleşmektedir.  Peygamber Efendimiz (s. a. v.)’in Anne ve Babası: Hz. Muhammed (s.a.s.)’in babası Abdullahtır. Abdullah’ın babası, Kureyş kabilesinin Haşimoğulları kolundan ve Mekke’nin ileri gelenlerinden Abdülmuttalib’tir. Abdülmuttalib’in Fatıma bint Amr ile evliliğinden dünyaya gelen Abdullah akranları arasında çok sevilen, güzel ahlaklı ve yakışıklı bir gençti. Abdullah gençlik çağına ulaştığında Kureyş kabilesinin Zühre oğulları kolundan Vehb’in kızı Âmine ile evlenmiştir. Abdullah’ın bu sırada on sekiz veya yirmi dört yaşında olduğu anlaşılmaktadır. Abdülmuttalib, Zemzem Kuyusu’nu yeniden ortaya çıkar-dığı sırada Kureyş’in bazı ileri gelenleri ile yaşadığı gerginlik üzerine on oğlu olursa birini kurban edeceğine dair adakta bulunmuştu. Bir süre sonra duâsı gerçekleşince on oğlu ara- sında kura çekmiş ve kura Abdullah’a çıkmıştı. Abdullah’ın kurban edilmesine ailesi itiraz edince Abdülmuttalib bir çö-züm yolu aramış ve yapılan tavsiye üzerine yüz deve kurban etmiştir.  Abdullah,  Vehb’in kızı Âmine ile evlendikten bir süre sonra ticaret için Suriye’ye giden kafileye katılarak Gazze’ye gitti. Dönüş yolunda o zamanki adı Yesrib olan Medine’ye ulaştıklarında hastalandı. Bir ay kadar hasta yattıktan sonra vefat etti ve Medine’de defnedildi. Bu sebeple Hz. Peygamber yetim olarak dünyaya gelmiştir.  Âmine Hz. Peygamber altı yaşında iken Medine ziyareti dönüşünde Ebvâ’da vefat etmiş ve burada defnedilmiştir. Hz. Peygamber Abdullah ile Âmine’nin evliliklerinden dünyaya gelen tek çocuklarıdı. Peygamber Efendimiz’in Nesebinin özelliği  Peygamber Efendimiz’in nesebinin bu kadar sarîh ve tafsîlatlı bir şekilde bilinmesi ve asâletle devâm edegelmesi husûsunda şöyle demektedir: “Hazret-i Muhammed’den (s.a.v.) başka hiçbir kulun, ne nesebi bu derece mazbuttur ne de Âdem’den (a.s.) kendilerine gelinceye kadar, soy asâleti kesintisiz bir şekilde devâm etmiştir. Bu, Allâh Teâlâ’nın Habîb-i Edîbi’ne husûsî bir ikrâmıdır.” Ben, Âdemoğulları’nın en hayırlı ve en temiz olanlarından, devirden devire, âileden âileye süzülüp geçerek, nihâyet şu içinde bulunduğum âileden vücûda getirildim!” "Allah beni, dâima helâl babaların sulbünden, temiz anaların rahmine naklederek, sonunda babamla annemden ızhâr etti. Âdem'den, anne-babama gelinceye kadarki nesebim içinde nikâhsız birleşen olmamıştır." Sonuç: Peygamberimizin soy ağacı, İslam tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. Soy ağacı, Peygamberimizin ailesinin tarihi geçmişi hakkında önemli ipuçları sunarken, İslam'ın ilk dönemlerindeki toplumsal yapının da anlaşılmasına yardımcı olmaktadır.
Fahri Kâinât Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in.Soy Ağacı İslâmiyet Öncesi Arap Yarımadası Ne durumda?

Fahri Kâinât Efendimiz Hz. Muhammed. (s.a.v.)'in.Soy Ağacı İslâmiyet Öncesi Arap Yarımadası Ne durumda? 

İslâmiyeti Neden ve Nerede Kuruldu?

Hz. Muhammed (s.a.v) Soyu Hangi Kavimden gelmektedir. 

Arap Yarımadası Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının 
kesişme noktasında yer alır. Yarımadanın batısındaki Hicaz bölgesinin en önemli şehirleri Mekke, Medine ve Taif’tir. Mekke şehri, dinî ve ticarî bir merkez olarak öne çıkmıştı. Çünkü Hz. İbrahim zamanından beri kutsal bir yapı olan Kâbe, Mekke’de bulunuyordu. Yılın belirli zamanlarında kurulan ticaret fuarları da Mekke’nin önemini artıran başka bir özellikti. 
İslâm öncesi Arap Yarımadası’nda düzenli bir devlet yapısı yoktu. Arap toplumu kabile sistemi üzerine kurulmuştur. Kabile, aynı atadan geldikleri kabul edilen ve aralarında nesep bağı olan insan topluluklarının ortak adıdır. Arabistan bozkırlarında bir erkek, bir kadın ve birkaç çocuktan oluşan basit bir aile hayatı devam ettirmenin imkânı olmadığı için, insanlar ancak kan bağına dayalı kabile ve aşiretler şeklinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Arabistan Yarımada’sında yaşayan Araplar’ın nesebi konusunda, Arap alimleri, onların Sâm b. Nûh’dan gelmiş oldukları hususunda hemfikirdirler. Bu nedenle Araplar Sâmi kavimlerinden kabul edilir. Sâmiler genelde üç ana soy grubuna ayrılmaktadır: Bunlar, Arap yarımadası, Sînâ, Bidâyetü’ş-Şam ve Irak’ın güney bölgelerine yakın yerlerde oturan Araplar; Irak, Dicle ve Fırat bölgeleriyle İran ve Horasan yörelerinde yaşayan Aramîler ve nihayet Irak’ın yukarı kısımları ile Filistin ve Suriye’de ikamet eden İbranîler’dir. Sâmi kavimleri bu şekilde bölündüğü gibi, bu kavimlerden biri olan Araplar da kökenleri itibariyle kendi kısımlara ayrılmaktadırlar. Arap milli geleneği genel olarak bu kavmi, elArabu’l-Bâide ve el-Arabu’l- Bâkiye olarak taksim eder ki, birinci grupla soyu tükenmiş Âd, Semûd, Medyen gibi topluluklar, ikincisiyle soyları devam eden Arap’lar kastedilir. 

O dönemdeki Arap toplumundaki insanlar, kişisel
özgürlük bakımından üç sınıfa ayrılırdı: Hürler, mevâlîler 
ve köleler. Köle ya da cariye olan insanlar herhangi bir 
eşya gibi alınıp satılabilirdi. Bir köle, kendisini kim satın 
alırsa, ona kesin itaatle yükümlüydü. Eğer bir köle günün 
birinde azat edilir ve serbest bırakılırsa ona mevâlî 
denirdi. Ama mevâlîler de, hür insanların tüm haklarına 
sahip olamaz; örneğin hür insanlarla evlenemezdi.
Aile, ana yapı olan kabilenin yanında ikincil bir öneme 
sahipti. Kabile, herkesin asıl ve büyük ailesi gibiydi. Bir 
erkeğin çok sayıda kadınla evlenmesi son derece normal 
kabul edilirdi. Kadınların hakları erkeklere göre nerdeyse 
yok gibiydi. Erkek çocukları geleceğin bir savaşçı adayı 
olarak övünç vesilesi kabul edilirken, kız çocukları sevilmez, 
hatta utanç sebebi görülürdü. Bazılarının daha da ileri 
giderek kız çocuklarını diri diri toprağa gömme vahşetini 
işlediği olurdu. İslam geldikten sonra Kur’an-ı Kerim ayetleri 
bu ayırımı kesin bir dille kınayıp yasaklamış ve bunun büyük 
bir suç, büyük bir günah olduğu açıkça belirtilmiştir.

Araplar’ın esasta iki soy temeline dayandıkları söylenebilir. Bunlar güney Arapları’nı temsil eden Kahtânîler ve Kuzey Arabistan’ı yurt edinmiş olan Adnânîler’dir. 

Adnanîler, İslâm Peygamberi Muhammed’in soyunun dayandığı, Arap Yarımadası'nda yaşamış olan bir kavimdir. Asıl yurtları, Arap Yarımadası'nın kuzey, orta ve batı kısımlarıdır. Ataları Peygamber Muhammed’in yirmi birinci büyük dedesi olan Adnan'dır. Adnan'ın soyu ise Hz.ibrahim oğlu Hz.İsmail'in büyük oğlundan zuhur eden "Kedarlar" aşireti'ne dayandırılmaktadır.
 
Kahtanîler, nesebleri Kahtan'a dayanan güney ve güneydoğu Arap yarımadasında (özellikle Yemen'de) yaşayan bir kavimdir.Kahtaniler Himyar ve Kahlan alt-gruplarına ayrılır. Himyar dalı Himyarî, Kahlan dalı da Kahlanî olarak bilinir.

Adnan`dan Hz. İbrâhim`e Kadar Olan Nesep Çizgisi:
Bazı âlimler, Peygamber Efendimizin, Adnan`dan Hz. İbrâhim`e kadar olan ikinci kademe neseb silsilesini şöyle sıralarlar: Adnan, Udd veya (Udad), Mukavvim, Nahur veya (Sârih), Teyrah, Ya'rub, Yeşcub, Nabit, İsmail (a.s.), İbrahim (a.s.)

İslam öncesinde Arap Yarımadası’nda değişik inançlar vardı. Başlangıçta Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in öğrettiği tevhid, yani tek Allah inancı vardı. Kâbe bu inancın simgesi idi. Tarihsel 
süreç içerisinde bölgede Yahudilik, Hristiyanlık, Mecusîlik,bSabiîlik ve Putperestlik gibi inançlar görüldü. Bu inançların her biri yarımadanın farklı bölgelerinde güç kazanmıştı.
Bunların dışında Hz. İbrahim’in dinini yaşatmak isteyen ve Hanif olarak anılan, tek Allah’a inanan insanlar vardı. Bu inanç sahipleri, Yahudi ve Hristiyanlıktan uzak oldukları gibi putperest de değillerdi. Ayrıca putperest anlayışla da mücadele içindeydiler. Ama bunların bir birliği yoktu. 
Okuryazar kimselerdi ve kendi başlarına, bireysel yaşarlardı. İçlerinden bazıları İbranice ve Süryanice dillerini bilirdi. Bir ibadet biçimleri bulunmuyordu.Putperestlik ise İslam öncesinde Arap Yarımadası’nda en yaygın inanç hâline gelmişti. Tek olan Allah’a ibadet etmek bırakılmıştı. 
Araplar, insan eliyle yapılan ve kutsal kabul 
edilen çeşitli cansız putlar yanında taş, ağaç 
gibi şeylere tapmaya başlamışlardı. Putperestlik 
bölgeye dışarıdan sokulmuştu ama kısa sürede 
yayılmış ve içinde put bulunan tapınaklar yapılmaya başlanmıştı.
Fahr-i Kâinat Efendimizin  Hz .İbrâhim.ile.Neseb Bağı 
Peygamberlerin babası olarak anılan Hz. İbrahim (as)'in iki oğlu vardı: İshak (a.s) ve İsmâil (a.s.). O, oğlu İshak'ın neslinden bir çok peygamberin geleceğini Cenâb-ı Hakk'ın ilhâmıyla bilmişti. Ancak çok sevdiği Hacer'den dünyaya gelen oğlu İsmâil'in (a.s.) neslinden peygamber gelip gelmeyeceği meçhûlü idi.
Bununla birlikte âhir zamanda bir büyük peygamberin gönderileceğini de biliyordu. Bu sebeple de, son peygamberin çok sevdiği oğlu İsmâil'in neslinden gelmesini şiddetle arzu ediyordu.
İlk bânisi Hz. Âdem (a.s) olan yeryüzünün ilk ma'bedi Kâbe, uzun zamanın geçmesiyle yıkılmış, âdeta yerle bir olmuştu. Hz. İbrâhim (a.s), bu mukaddes binânın tekrar inşası için Cenâb-ı Hakk'tan emir aldı ve oğlu İsmâil'le birlikte derhal çalışmaya koyuldu.
Kâbe'nin inşâsı tamamlanınca, baba oğul ellerini dergâh-ı İlâhîye açarak şöyle yalvardılar:

"Ey Rabbimiz! Neslimizden gelen Müslüman ümmet içinden bir peygamber gönder. Ki o, onlara âyetlerini okusun, Kitabı ve hükümlerini öğretsin. Onları günâhlardan temizlesin!"

Cenâb-ı Hak, yapılan bu samimi duâyı cevapsız bırakmadı ve Hz. İsmâil (a.s)'in neslinden peygamberlerin reisi Hz. Muhammed'i (a.s.m.) göndererek kabul etti.

 Bu gerçeği Kâinatın Efendisi (a.s.m.),
"Ben, babam İbrâhim'in duâsıyım..." buyurarak ifade etmişlerdir.

Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm-’ın neslinden peygamberler gelmesi ve bilhassa Fahr-i Kâinât olan Varlık Nûru Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in teşrîf etmesi, O’nun peygamberler târihindeki müstesnâ ve mûtenâ yerini göstermektedir. Kâbe ve menâsik-i hac da, İbrâhîm -aleyhisselâm-’ın kıyâmete kadar devâm edecek rûhânî hâtırâları ile doludur.

Ayrıca milyonlarca müslüman, her gün beş vakit namazın tahiyyâtında Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e salât ederken, Allâh’ın İbrâhîm -aleyhisselâm-’a lutfettiği salâtı da zikretmektedir.

Ebû Muhammed Ka’b bin Ucre radıyallâhu anh şöyle anlatır:

Bir gün Rasûlullâh yanımıza gelmişti. Kendisine:
“–Yâ Rasûlallâh! Sana nasıl selâm vereceğimizi öğrendik, ancak sana nasıl salavât getireceğiz?” diye sorduk. O da şöyle buyurdu:
“–«Allâh’ım! (İbrâhîm’e ve) âline salât (rahmet) ettiğin gibi Muhammed’e ve âline de salât et. Şüphesiz Sen övülmeye lâyık ve yücesin. Allâh’ım! (İbrâhîm’e ve) âline hayır ve bereket lutfettiğin gibi Muhammed’e ve âline de hayır ve bereket ihsân et. Şüphesiz Sen övülmeye lâyık ve yücesin!» deyiniz.”

İslam'ın gelişinden önce Mekke yönetimini elinde tutan ve Hz. Peygamberin de mensubu olduğu kabile Hz. İsmâil (a.s)'in evlâd ve torunları gittikçe çoğaldı ve Arap Yarımadasının her tarafına dağıldı. İçlerinden Adnanoğulları, onların ⁹içinden Mudaroğulları ve onlar içinden de Kureyş Kabilesi diğerlerinden üstün ve farklı oldu. Kureyş Kabilesi içinde ise Hâşimîler kolu hepsinden daha çok fazilet ve şeref buldu. 

Kureyş Kabilesi 
Adnânîler’in Mudar kolundan olup genellikle kabul edildiğine göre adını Kureyş lakabıyla bilinen Fihr b. Mâlik’ten alır. Bu zatın asıl adının Kureyş, lakabının Fihr olduğu da belirtilir. Hz. Peygamber’in on birinci kuşaktan dedesi olan Fihr’in soyu Adnân’a kadar Fihr b. Mâlik b. Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyâs b. Mudar b. Nizâr b. Meâd b. Adnân şeklindedir. Kabileye bu adın verilmesiyle ilgili olarak ileri sürülen diğer görüşlerden birine göre Kureyş kelimesi “toplanmak, bir araya gelmek; ticaret yapmak” anlamındaki takarruş kökünden gelmekte ve Fihr b. Mâlik’in soyunun, Kusay b. Kilâb liderliğinde Mekke ve çevresinde ikamet etmek üzere bir araya toplanmış olması veya ticaret yapması sebebiyle böyle adlandırıldığı kaydedilmektedir.
Mekke Adnânîler’in ana yurdu kabul edilmektedir. Hicaz Bölgesinde kutsal şehir Mekke'nin  kuruluşunda  Mekke’de çıkan su kaynağı önemli rol oynadı.  Aynı zamanda tüm Araplar için kutsal sayılan Kabe de bu şehirdeydi. Şam ve Yemen ticaret yolunun üzerinde olması nedeniyle zenginleşmişti.(Araplar bu ticaret yolu haricinde Yemen’den, Malezya ve Endoneya’ya giden bir deniz ticaret yoluna daha sahipti.) Mekke’de yerleşen ilk kabile Amalikalılardı. Daha sonra memleketlerinde suları çekilen Cürhümlüler, buraya göç etti. Aradan uzun bir zaman sonra Huzaalılar Mekkeye saldırmışlardı. Hakimiyeti kaybedeceğini anlayan Cürhümlüler, Kabe’de bulunan iki altın geyik heykelini Mekke su kuyularına atmış ve tıkamıştı. Ertesi gün ise Mekke’den kaçtılar. Bu tarihten sonra Huzaalılar Mekkeye hakim oldular, ta ki ebedi hakim Kureyş kabilesinin MS 440 yılında Mekkeye saldırmasına kadar. Bu sefer Mekke hakimiyeti Kureyş kabilesine geçmişti. Kurucu lider Kusay bin Kilab önderliğinde Kureyşliler devlet görüşmeleri için “Darü’l Nedve”yi kurdular. Siyasi ve dini görevler Kureyş kabilesinin oğulları arasında paylaştırıldı. Mekke artık güçlü bir şehir devletiydi.
Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in kabîlesi Kureyş, Allah (c.c) katında değerli ve ikramlara mazhar olmuş bir kabiledir. Kur’ân-ı Kerîm’deki Kureyş Sûresi buna delil olarak kâfidir.
Hz. Muhammed (s.a.s)'in İslâmiyeti tebliğ ettiği sıralarda Mekke'deki topluluğun tek ceddi kabul edilen, Kureyş kabilesi Kinâne kabilesinin bir koludur. Kureyş kabilesi Hz. Peygamber (s.a.s) devrinde on koldan oluşmuştu. Bunlar; Nevfel, Zühre, Mahzûm, Esed, Cumah, Sehm, Ümeyye, Haşim, Teym ve Adiy idi.
Kureyş kabilesi ile ilgili Kur'ân-ı Kerim'de başlı başına bir sûre vardır. Bu sûrede Kureyş kabilesinin yaptığı ticârî faaliyetlerinden söz edilerek, onların kışın Yemen'e, yazın da Suriye'ye olmak üzere yılda iki defa uzak ülkelere ticârî seferler düzenlediği belirtilmektedir (Kureyş, 106/1-4).

Kureyş kabilesi ve fazileti hakkında pek çok hadis-i şerif vardır:
İbn Abbas (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle dua ettiğini nakleder: "Allahım! Kureyş'in öncekilerine azabı tattırdın, sonrakilerine nimet ve ihsanını tattır" 

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "(Câhiliye devrinde) Arap kabileleri şu emâret hususunda en şerefli olan Kureyş'e uyardı: Arapların mü'minleri (hanifler), Kureyş'in mü'minlerine, müşrikleri de Kureyş'in müşriklerine uyarlardı. İnsanlar madenler gibidir. Onların cahiliyette hayırlı olanları, İslâm devrinde de hayırlı kimselerdir" 

Hz. Peygamber (s.a.s): "Hilâfet Kureyş'in uhdesinde bulunacaktır. Onlar dini vecibeleri yerine getirdikçe ve adâleti icrâ ettikçe, onlara hiçbir kimse düşmanlık etmeyecektir. Eğer onlar dinden, adâletten uzaklaşırsa Allah, Kureyş'i yüz üstü sürçtürür, rezil eder."

Başka bir hadiste şöyle bir olay anlatılır: Hz. Peygamber (s.a.s.) Ensârdan bazı kişileri topladı ve "geliniz; sizden olmayan kimse içinizde var mı?" buyurdu. Onlar da "hayır; yalnız bir hemşirezâdemiz var" dediler. Rasûl-i Ekrem (s.a.s); "bir cemaatin hemşirezâdesi kendilerinden sayılır" buyurdu. Sonra Rasûlüllah (s.a.s) şöyle konuştu: "Kureyş, câhiliye devrinden ve bir fâciadan henüz çıkmıştır. Ben (Hevâzin ganimetlerinden bol bol vererek) onların gönlünü almak ve kendilerini İslâm'a ısındırmak istedim. Herkes dünya ile dönerken, sizin Allah'ın peygamberi ile evlerinize dönmeniz sizi memnun etmez mi?" Bunun üzerine Ensâr, "evet, memnun eder" diye cevap verdiler. Rasûlüllah (s.a.s.) buyurdu ki: "Herkes bir vadiye veya geçide girmiş, Ensâr da başka bir vâdiye veya geçide girmiş olsalar, ben mutlaka Ensâr'ın vadisine ve geçidine girerim " 

Ebû Hureyre (r.a) Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)in şöyle buyurduğunu rivâyet eder: "Kureyş, Evs ile Hazrec, Cüheyne, Müzeyne, Eslem, Esca', Gıfâr (kabile fertleri) benim hâlis yardımcılarımdır. Onların da Allah'tan ve Rasûlullah'tan başka koruyucuları yoktur.

Fahr-i Kâinât Efendimiz (s.a.v), hadîs-i şerîflerinde şöyle dile getirmişlerdir:

“Allâh Teâlâ İbrâhîmoğullarından İsmâîl’i seçti. İsmâîloğullarından Kinâneoğulla­rını seçti. Kinâneoğullarından Kureyş’i seçti. Kureyş’ten Hâşimoğullarını seçti. Hâşimoğullarından Abdülmuttaliboğullarını seçti. Abdülmuttaliboğullarından da beni seçti.” 

Hz. Muhammed'in soy ağacı  Arap Yarımadası'ndaki birkaç  kuşak öncesi aşağıdaki şekildedir:

Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-,
2. Abdullâh,
3. Abdülmuttalib, (Şeybetü’l-Hamd diye de çağrılırdı.)
4. Hâşim,
5. Abd-i Menâf, (Asıl ismi Muğîre’dir.)
6. Kusay, (Zeyd diye de isimlendirilir.)
7. Hakîm, (Kilâb)
8. Mürre,
9. Ka’b,
10. Lüeyy,
11. Gâlib,
12. Fihr, (Kureyş)
13. Mâlik,
14. Nadr,
15. Kinâne,
16. Huzeyme,
17. Müdrike,
18. İlyâs,
19. Mudar,
20. Nizâr,
21. Ma’ad,
22. Adnân
Önceki kuşaklarda Hz. Muhammed'in soy ağacıdır.

Şüphesiz, Kâinâtın Efendisinin nurunu alnında bir İlâhi emânet olarak taşıyan atalarından en çok bilgi sahibi olduklarımız ise, zaman bakımından en yakın olanlarıdır.

Hz. Muhammed (s.av.) zaman bakımından en yakın olanlar.
Babası: Abdullah; Amcaları: Abu Talip, Gaydak, Hacl, Haris, Kusem, Zubeyr, Hz. Hamza, Hz. Abbas, Dirar, Ebu Leheb, Mukavvim.

Dedesi: Abdulmuttalip; 
Dedesinin kardeşleri: Nadle, Ebu Sayfif Rekika, Esed Fatıma, Halide, Daife, Rukiyye, Hayye Şifa.

Dedesinin babası: Haşim, Onun kardeşleri: Nevfel, Muttalib, Abduşems.

Dedesinin Dedesi: Abdümenaf, Onun kardeşleri: Abdülluzza, Abdukusay, Abdüddar.

Kusay
Hz.Peygamber’in dedesinin dedesi Abdümenaf'tan sonra 5.kuşaktan dedesidir.
Peygamber Efendimizin, asıl ismi Zeyd olan 5.inci kuşaktaki dedesi Kusay, mühim bir şahsiyetti. İki oğlu vardı. Abdüddar, Abd-i Menaf idi 
Fahr-i Kâinat Efendimizin kudsî nuru Abd-i Menâf'ın alnında parlıyordu. Onun da dört oğlu vardı: Hâşim, Abdüşşems, Muttalip ve Nevfel.

Abdümenâf: Hz. Peygamber’in 4. kuşaktan dede-
si olup annesi Hubbâ bint Huleyl b. Hubşiyye’dir. Kusay’dan 
sonra Mekke yönetimi ve Kabe ile ilgili hizmetleri büyük 
oğlu Abdüddâr ve çocukları yürütmüş, bir süre sonra 
Abdümenâf ve oğulları bu görevlerde kendilerinin de hak 
sahibi olduğuna dair itirazlar yükseltince bu görevler arala-
rında paylaşılmıştır. Buna göre Dârünnedve, livâ ve hicâbe 
(sidâne) eskisi gibi Abdüddâr’da kalmış, kıyâde, sikâye ve 
rifâde görevleri Abdümenâf’a verilmiştir. Abdümenâf’ın 
oğulları Abdüşems, Hâşim, Nevfel ve Muttalib Mekke ve 
Kureyş tarihi bakımından önemli isimler arasındadır. 

 Hâşim:
Resûl-i Ekrem Efendimizin üçüncü kuşaktan dedesidir.
Asıl adı Amr olup Suriye’den getirdiği ekmekleri kırıp ufa-
layarak et suyu ile çorba yaptığı ve Mekke’ye gelen hacılara 
ikram ettiği için Hâşim (kıran, ufalayan) lakabıyla meşhur 
olmuştur. Annesi Âtike bint Mürre’dir. Hacılar için yiyecek ve su temini konusundaki cömertliğiyle tanınan Hâşim b. 
Abdümenâf Suriye’ye gidip Bizans imparatoruyla (kayser) 
görüşerek Mekkeli tacirlerin emniyet içerisinde bölge-
ye gelip ticaret yapabileceklerine dair bir belge almıştır. 
Hâşim, Mekke’den Bizans topraklarına kadar uzanan yol 
üzerinde oturan kabilelerle de kervanların güvenlik içe-
risinde bu güzergâhı kullanabileceklerine dair anlaşma-
lar yaptı. Mekke'nin ileri gelen eşrafından olan Hâşim, ticâretle uğraşırdı. Peygamberimiz (s.a.v.)'in doğum vakti yaklaştığı için nur-u Muhammedî onun alnında daha haşmetli bir surette parlıyordu. Ayrıca birçok üstün faziletleri de üzerinde taşırdı. Üstün seciyeli, kabiliyetli, dirayetli, cömert, faziletli ve herkes tarafından sevilen, sayılan yüksek bir şahsiyetin sahibi olduğu için ismi, ailesine ve soyuna ad olmuştur. Bu sebeple Fahr-i Kâinat Efendimizin de arasında bulundukları bu yüce soya, kendilerinden sonra "Haşimîler" denilmiştir.
Asıl adı Amr olup Suriye’den getirdiği ekmekleri kırıp ufa-
layarak et suyu ile çorba yaptığı ve Mekke’ye gelen hacılara 
ikram ettiği için Hâşim (kıran, ufalayan) lakabıyla meşhur 
olmuştur. Annesi Âtike bint Mürre’dir. Hacılar için yiyecek 
ve su temini konusundaki cömertliğiyle tanınan Hâşim b. 
Abdümenâf Suriye’ye gidip Bizans imparatoruyla (kayser) 
görüşerek Mekkeli tacirlerin emniyet içerisinde bölge-
ye gelip ticaret yapabileceklerine dair bir belge almıştır. 
Hâşim, Mekke’den Bizans topraklarına kadar uzanan yol 
üzerinde oturan kabilelerle de kervanların güvenlik içe-
risinde bu güzergâhı kullanabileceklerine dair anlaşma-
lar yaptı. Hâşim ticaret için Suriye’ye giderken bir süre kaldığı 
Yesrib’de (Medine) Neccâroğulları’ndan Amr b. Zeyd’in kızı 
Selma ile evlendi. Bu evlilikten Hz. Peygamber’in dede-
si Abdülmuttalib dünyaya geldi. Hâşim ticaret için gittiği 
Gazze’de öldü ve oraya defnedildi.
Hâşim'in dört erkek çocuğu olmuştu: Şeybe (Abdülmuttalib), Esed, Ebû Sayfî ve Nadle.  Hâşim'in nesli erkek çocuklarından Şeybe ile Esed'den devam etmiştir. Şeybe, Resûl-i Ekrem Efendimizin birinci kuşaktaki dedesidir. Esed ise Hz. Ali'nin annesi Fâtıma'nın dayısıdır. Ne var ki, Esed sulbünden dünyaya gelen Huneyn de zürriyet bırakmayınca, bütün Haşimîler sadece Abdülmuttaliboğulları kolundan gelerek çoğalmış ve yeryüzüne dağılmışlardır.

Abdülmuttalib, (Şeybetü’l-Hamd diye de çağrılırdı.) Dedesi Peygamber Efendimizin ikinci kuşaktaki dedesidir. Doğuştan ak saçlı olduğundan kendisine "Şeybe" ismini vermişlerdi. Abdülmuttalib onun lâkabıdır. O daha çok bu lâkabla şöhret bulmuş ve anılmıştır.

Hz. Peygamber’in dedesi olup asıl adı Şeybe’dir. Şeybe, babası Hâşim’in Gazze’de vefatından sonra annesi Selma bint Amr ile Yesrib’de kaldı. Sekiz yaşında iken amcası Muttalib tarafından Mekke’ye götürüldü. Mekkeliler onu Muttalib’in kölesi zannettikleri için Abdülmuttalib dediler. Şeybe o günden sonra Abdülmuttalib diye anıldı. Abdülmuttalib’i amcası yetiştirdi ve ölümüne yakın bir zamanda kabile reisliği görevini ona devretti. Abdülmuttalib Cürhümlülerin Mekke’yi terk eder-ken kapattıkları Zemzem kuyusunun yerini bularak yeni-den açtı. Hacılara yiyecek ve su temini görevlerini üstlendi. 
Kur’ân-ı Kerîm’de Fîl suresinde haber verilen Fil Vakası’nda Kabe’yi yıkmaya gelen Yemen Valisi Ebrehe ile görüştü ve 
Kabe’yi sahibinin mutlaka koruyacağını söyledi. Peygamber Efendimiz (s. a. v.)’i çok seven ve sekiz ya-şına kadar büyük bir titizlikle himaye eden Abdülmuttalib, seksen yaşlarında Mekke’de vefat etti. Vefatından önce sev-gili torununu oğlu Ebu Talib’e emanet etmişti.

İşte, Fahr-i Kâinat Efendimizin büyük dedeleri bu zâtlardı. Herbirinin zürriyeti çoğalmış ve herbiri pekçok cemaatların reisi ve birçok kabile ve aşîretlerin dedesi ve babası olmuşlardır.

Ancak, ne vakit birinin iki oğlu olsa veya bir kabile iki kola ayrılsa, sevgili Peygamberimizin soyu en şerefli ve en hayırlı olan tarafta bulunur ve her asırda onun büyük dedesi kim ise, yüzünde parlayan müstesnâ nûrdan bilinirdi.

Hz Muhammed (s.a.v) Efendimizin Anne Soy ağacı:

Hz. Peygamber’in annesi Âmine, Kureyş kabilesinin Benî Zühre koluna mensup Vehb b. Abdümenâf’ın kızıdır.
Annesi Berre bint Abdüluzzâ’dır. Âmine Kureyş kızları arasın-
da iyi bir yere sahipti. Babası Vehb de Zühreoğullarının ileri gelenlerinden biriydi. Hz. Peygamber’in anne tarafından de-
delerini de gösteren neseb zinciri şöyledir: Âmine bint Vehb b. Abdümenâf b. Zühre b. Kilâb b. Mürre b. Ka‘b b. Lü’ey b. 
Gâlib b. Fihr (Kureyş). Görüldüğü gibi Hz. Peygamber’in anne ve babasının soyu Kilâb b. Mürre’de birleşmektedir. 

Peygamber Efendimiz (s. a. v.)’in Anne ve Babası:
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in babası Abdullahtır. Abdullah’ın babası, Kureyş kabilesinin Haşimoğulları kolundan ve Mekke’nin ileri gelenlerinden Abdülmuttalib’tir. Abdülmuttalib’in Fatıma bint Amr ile evliliğinden dünyaya gelen Abdullah akranları arasında çok sevilen, güzel ahlaklı ve yakışıklı bir gençti. Abdullah gençlik çağına ulaştığında
Kureyş kabilesinin Zühre oğulları kolundan Vehb’in kızı Âmine ile evlenmiştir. Abdullah’ın bu sırada on sekiz veya yirmi dört yaşında olduğu anlaşılmaktadır.

Abdülmuttalib, Zemzem Kuyusu’nu yeniden ortaya çıkar-dığı sırada Kureyş’in bazı ileri gelenleri ile yaşadığı gerginlik üzerine on oğlu olursa birini kurban edeceğine dair adakta bulunmuştu. Bir süre sonra duâsı gerçekleşince on oğlu ara- sında kura çekmiş ve kura Abdullah’a çıkmıştı. Abdullah’ın kurban edilmesine ailesi itiraz edince Abdülmuttalib bir çö-züm yolu aramış ve yapılan tavsiye üzerine yüz deve kurban etmiştir. 

Abdullah,  Vehb’in kızı Âmine ile evlendikten bir süre sonra ticaret için Suriye’ye giden kafileye katılarak Gazze’ye gitti. Dönüş yolunda o zamanki adı Yesrib olan Medine’ye ulaştıklarında hastalandı. Bir ay kadar hasta yattıktan sonra vefat etti ve Medine’de defnedildi. Bu sebeple Hz. Peygamber yetim olarak dünyaya gelmiştir. 
Âmine Hz. Peygamber altı yaşında iken Medine ziyareti dönüşünde Ebvâ’da vefat etmiş ve burada defnedilmiştir. Hz. Peygamber Abdullah ile Âmine’nin evliliklerinden dünyaya gelen tek çocuklarıdı.

Peygamber Efendimiz’in Nesebinin özelliği 

Peygamber Efendimiz’in nesebinin bu kadar sarîh ve tafsîlatlı bir şekilde bilinmesi ve asâletle devâm edegelmesi husûsunda şöyle demektedir:

“Hazret-i Muhammed’den (s.a.v.) başka hiçbir kulun, ne nesebi bu derece mazbuttur ne de Âdem’den (a.s.) kendilerine gelinceye kadar, soy asâleti kesintisiz bir şekilde devâm etmiştir. Bu, Allâh Teâlâ’nın Habîb-i Edîbi’ne husûsî bir ikrâmıdır.”

Ben, Âdemoğulları’nın en hayırlı ve en temiz olanlarından, devirden devire, âileden âileye süzülüp geçerek, nihâyet şu içinde bulunduğum âileden vücûda getirildim!”

"Allah beni, dâima helâl babaların sulbünden, temiz anaların rahmine naklederek, sonunda babamla annemden ızhâr etti. Âdem'den, anne-babama gelinceye kadarki nesebim içinde nikâhsız birleşen olmamıştır."

Sonuç: Peygamberimizin soy ağacı, İslam tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. Soy ağacı, Peygamberimizin ailesinin tarihi geçmişi hakkında önemli ipuçları sunarken, İslam'ın ilk dönemlerindeki toplumsal yapının da anlaşılmasına yardımcı olmaktadır.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve nethaberler.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.