Faysal Atmaca: SESSİZCE BÜYÜMEK
Faysal Atmaca: SESSİZCE BÜYÜMEK
“SESSİZCE BÜYÜMEK“ Makalesi sadece NETHABERLER haberinde;
SESSİZCE BÜYÜMEK
“Zekâ, tevazuya büründüğünde anlam kazanır.”
NetHaberler | Faysal Atmaca
Günümüz bilgi çağında, her alanda ulaşılabilir veri bolluğu, bireylere büyük bir özgüven kazandırsa da, bu özgüven zamanla kibire dönüşebiliyor. İnsanlar artık ne kadar bildiklerinden çok, bildiklerini nasıl kullandıklarıyla sınanıyorlar. İşte bu noktada, bilginin bile önüne geçen bir erdem devreye giriyor: Alçakgönüllülük.
Baron d’Itararé’nin ders niteliğindeki hikâyesinde olduğu gibi, zeki bir insanın, kendisini hor gören bir otorite karşısında gösterdiği soğukkanlılık, zekâyla birleşen tevazunun ne denli kıymetli olduğunu gösteriyor. Oysa çoğu zaman eğitimli olmak, mütevazı olmakla karıştırılmaz; aksine, bazıları için bilgi, üstünlük taslamanın kibrine dönüşür. Oysa gerçek bilgi, alçakgönüllülüğü beraberinde getirir. Çünkü insan, ne kadar çok şey öğrenirse aslında ne kadar az bildiğini fark eder.
Alçakgönüllülük, kişinin kendi değerini bilmesine rağmen, bu değeri başkalarını küçümsemek için kullanmaması, hatta haddini bilen bir ölçüyle davranmasıdır. Yunus Emre’nin ifadesiyle:
“İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.”
Bu söz, sadece dışa dönük bilgeliği değil, içe dönük farkındalığı da vurgular. Kendi sınırlarını bilen, haddini aşmayan, insanı küçümsemeyen bir zihin, hem kendini hem başkasını onurlandırır.
Birçok insan bilgisizliğin cehalet olduğunu düşünür. Oysa cehaletin en tehlikeli hâli, bilgiye sahipken kibirle körleşmiş zihindir. Kibir, bilgiyi kirletir; öğrenmeyi durdurur. Alçakgönüllülük ise öğrenmenin kapısını sürekli açık tutar.
Hz. Ali (ra) der ki:
“İki şeyin sınırı yoktur: İlmin ve ahmaklığın.İlmin sınırını tevazu, ahmaklığın sınırını ise kibir belirler.”
Bir profesör öğrencisine ukalaca davranabilir, ama gerçek hoca, öğrencisinden de bir şey öğrenebileceğini bilendir. Çünkü her insanın öğretecek bir şeyi, anlatacak bir hikâyesi, gösterecek bir tecrübesi vardır.
Hz. Muhammed (sav), insanlık tarihinin en büyük önderi olmasına rağmen, daima alçakgönüllü bir hayat sürmüştür. Ayakkabısını kendi diken, yemek yerken yere oturan, hizmetçisiyle aynı sofrada yemek yiyen bir peygamber…
Bir gün sahabeler ona, “Ey Allah’ın Resûlü, senin gibisi var mı?” dediklerinde şu cevabı verir:
“Ben kuru et yiyen bir kadının oğluyum.”
Bu cümle, yalnızca tevazunun değil, aynı zamanda özgüvenin de zirvesidir. Alçakgönüllülük, eziklik değildir. Aksine, kendini ezmeden, başkasını da ezmemek erdemidir.
Bugün sosyal medyada bilgiye, eğitime, başarıya dair sayısız içerik dolaşıyor. Herkes uzman, herkes yorumcu. Ama bu bilgi yağmurunun altında, ne yazık ki tevazu şemsiyesi pek az kişinin elinde.
Çünkü alçakgönüllülük, dışarıdan öğrenilen bir bilgi değil, içeriden gelen bir karakterdir. Ve bu karakter, çoğunlukla ailede, sokakta, öğretmende, liderde gözlemlenerek inşa edilir.
Eğitim, sadece bilgi aktarmak değil; bir insanı büyütmektir. Ve kimse, kendisini büyük gören birinin karşısında büyüyemez.
Gerçek öğretmen, öğrencisinin göz hizasına inebilen kişidir. Bunu yapmayan kişi, sadece ders anlatır; karakter inşa edemez.
Alçakgönüllülükle yapılan eğitim, sadece aklı değil, kalbi de inşa eder. Çünkü en iyi öğretmen, kendi hata yapabileceğini bilen kişidir.
Alçakgönüllülük; insanı insan yapan en derin erdemdir. O, bilginin kibirle zehirlenmesini engeller. Gücün hoyratça kullanılmasını durdurur. Ve toplumu nezaket, sabır ve anlayışla bir arada tutar.
Kibir kalabalık yapar; alçakgönüllülük ise insan kazandırır.
“Kamil odur ki koya her yerde bir eserEser olmayan yerden geçerken bile utanır.”
Necip Fazıl Kısakürek
Baron d’Itararé’nin o keskin zekâsı ve sakin mizahı, bize bir ders daha verir: Bilgi, ancak anlayışla; zekâ, ancak tevazuyla anlam kazanır.
Unutmayalım, insanın kaç böbreği olduğundan daha önemlisi, kaç kalbe dokunabildiğidir.
Ve o kalpler, en çok alçakgönüllü insanları sever.
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.