“Kimin kimsesi yoksa, Allah onun dostudur.” (Nisa, 45)

DİNİ HABERLER 18.08.2025 - 20:52, Güncelleme: 18.08.2025 - 20:52
 

“Kimin kimsesi yoksa, Allah onun dostudur.” (Nisa, 45)

Bazı cenazeler vardır ki, sadece bir insanın ölümü değil; bir ömrün, bir davanın, bir mazlumiyetin destansı kapanışıdır. Hayatın kenarında, yoksulluğun içinde, çoğu zaman fark edilmeksizin yaşayan bir kulun ardında, öyle bir kalabalık toplanır ki insan, “Meğer hakiki şenlik, Rabbe kavuşma anındaymış” diye düşünür. Tüm detaylar NetHaberler’de;
BİR MAZLUMUN ARDINDAN “Kimin kimsesi yoksa, Allah onun dostudur.” (Nisa, 45) Faysal Atmaca | Nethaberler  Bazı cenazeler vardır ki, sadece bir insanın ölümü değil; bir ömrün, bir davanın, bir mazlumiyetin destansı kapanışıdır. Hayatın kenarında, yoksulluğun içinde, çoğu zaman fark edilmeksizin yaşayan bir kulun ardında, öyle bir kalabalık toplanır ki insan, “Meğer hakiki şenlik, Rabbe kavuşma anındaymış” diye düşünür. Geçtiğimiz gün böyle bir cenazeye katıldım. Kimsesiz dediler, fakirdi dediler, evi barkı yoktu dediler. Fakat onun tabutunun etrafında öyle bir sel vardı ki; hayatı boyunca görmediği bütün ilgi, merhamet ve muhabbet, adeta bir ırmak gibi akıp gelmişti. İnsan, dünyada ihmal edilebilir. Fakirliği, yalnızlığı, kimsesizliği yüzünden çoğu zaman görmezden gelinebilir. Ama ölüm, hakikatin terazisidir. Tabutun etrafında el ele veren eller, gözyaşıyla yoğrulan dualar, göklere yükselen helallikler… İşte bütün bunlar, hayatın dışına itilen bir kulun, Rabbine nasıl yakın olduğunu gösteren bir işaretti. Kur’an bize, “Kimin kimsesi yoksa, Allah onun dostudur” (Nisa, 45) diye bildiriyor. O gün gördük ki, Rabbini dost edinmiş bir mazlumun cenazesi, en kalabalık, en samimi ve en içten vedaya dönüşüyor. Cami avlusu bir mahşer yeri gibiydi. İnsanlar dilleri patlarcasına, gönülleri taşarcasına helallik veriyordu. Bu manzara bana şu hadisi hatırlattı: “Bir mümine kırk kişi hayırla şahitlik ederse, Allah onu cennetine koyar.” (Müslim, Cenâiz, 60) Demek ki mesele sadece “ne kadar yaşadığı” değil, “ardında nasıl bir şahitlik bıraktığıdır.” O mazlum, öyle bir helallik topladı ki, sanki herkes “kabrine birlikte girelim, orada da sana yoldaş olalım” der gibiydi. Dünya ölçüleriyle kimsesiz deniliyordu ona. Parası yoktu, evi yoktu, makamı yoktu. Ama unuttukları bir şey vardı: Onun Allah’ı vardı. Rabbine güvenen, Allah’a teslim olan biri, nasıl kimsesiz sayılabilir ki? Bu yüzden cenazesi, dünyada görmezden gelinen bir insanın, ahirette en gür sadayla uğurlanışıydı. Mevlana’nın dediği gibi: “Ölüm günü, dostların düğün günüdür.” O gün ölüm, bir matem değil, bir bayramdı. Tabutun ardından yürüyen kalabalık, hüzünle sevinci aynı anda yaşıyordu. Çünkü biliyorduk ki, bu yolculuk Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’a, bütün peygamberlere, Allah dostlarına varan bir yolculuktu. “Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin. Bilakis onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.” (Bakara, 154) Evet, işte o gün bir kez daha anladık: Ölüm, iman eden için yeni bir doğuştur. Kimileri, “zaten yeterince yaşadı, daha ne olsun” dediler. Oysa mesele yılların sayısı değil, gönüllerde bırakılan izdir. Ölçü, yaşın çokluğu değil, helalliğin bolluğudur. Ve o gün, candan, içten, gözyaşıyla yoğrulmuş helallikler bu gerçeği gözler önüne serdi. Bir mazlumun ardında gördüm ki, insanı ebedi kılan şey mal, mülk, makam değil; gönüllerde toplanan dua, helallikte yarışan kalabalıktır. Cenazesinde sessizliği bile konuşan o kul, bize şunu öğretti: Mazlumiyet, dünyada gözlerden uzak kalabilir. Ama Allah katında, en gür sesle yankılanır. Ve biz biliyoruz ki; o mazlum yolcu, şimdi peygamberlere, Allah dostlarına, akraba ve muhibbana selam götürmektedir vesselam.
Bazı cenazeler vardır ki, sadece bir insanın ölümü değil; bir ömrün, bir davanın, bir mazlumiyetin destansı kapanışıdır. Hayatın kenarında, yoksulluğun içinde, çoğu zaman fark edilmeksizin yaşayan bir kulun ardında, öyle bir kalabalık toplanır ki insan, “Meğer hakiki şenlik, Rabbe kavuşma anındaymış” diye düşünür. Tüm detaylar NetHaberler’de;

BİR MAZLUMUN ARDINDAN
“Kimin kimsesi yoksa, Allah onun dostudur.” (Nisa, 45)

Faysal Atmaca | Nethaberler 

Bazı cenazeler vardır ki, sadece bir insanın ölümü değil; bir ömrün, bir davanın, bir mazlumiyetin destansı kapanışıdır. Hayatın kenarında, yoksulluğun içinde, çoğu zaman fark edilmeksizin yaşayan bir kulun ardında, öyle bir kalabalık toplanır ki insan, “Meğer hakiki şenlik, Rabbe kavuşma anındaymış” diye düşünür.
Geçtiğimiz gün böyle bir cenazeye katıldım. Kimsesiz dediler, fakirdi dediler, evi barkı yoktu dediler. Fakat onun tabutunun etrafında öyle bir sel vardı ki; hayatı boyunca görmediği bütün ilgi, merhamet ve muhabbet, adeta bir ırmak gibi akıp gelmişti.

İnsan, dünyada ihmal edilebilir. Fakirliği, yalnızlığı, kimsesizliği yüzünden çoğu zaman görmezden gelinebilir. Ama ölüm, hakikatin terazisidir. Tabutun etrafında el ele veren eller, gözyaşıyla yoğrulan dualar, göklere yükselen helallikler… İşte bütün bunlar, hayatın dışına itilen bir kulun, Rabbine nasıl yakın olduğunu gösteren bir işaretti.
Kur’an bize, “Kimin kimsesi yoksa, Allah onun dostudur” (Nisa, 45) diye bildiriyor. O gün gördük ki, Rabbini dost edinmiş bir mazlumun cenazesi, en kalabalık, en samimi ve en içten vedaya dönüşüyor.

Cami avlusu bir mahşer yeri gibiydi. İnsanlar dilleri patlarcasına, gönülleri taşarcasına helallik veriyordu. Bu manzara bana şu hadisi hatırlattı:
“Bir mümine kırk kişi hayırla şahitlik ederse, Allah onu cennetine koyar.” (Müslim, Cenâiz, 60)
Demek ki mesele sadece “ne kadar yaşadığı” değil, “ardında nasıl bir şahitlik bıraktığıdır.” O mazlum, öyle bir helallik topladı ki, sanki herkes “kabrine birlikte girelim, orada da sana yoldaş olalım” der gibiydi.

Dünya ölçüleriyle kimsesiz deniliyordu ona. Parası yoktu, evi yoktu, makamı yoktu. Ama unuttukları bir şey vardı: Onun Allah’ı vardı. Rabbine güvenen, Allah’a teslim olan biri, nasıl kimsesiz sayılabilir ki?
Bu yüzden cenazesi, dünyada görmezden gelinen bir insanın, ahirette en gür sadayla uğurlanışıydı. Mevlana’nın dediği gibi:
“Ölüm günü, dostların düğün günüdür.”

O gün ölüm, bir matem değil, bir bayramdı. Tabutun ardından yürüyen kalabalık, hüzünle sevinci aynı anda yaşıyordu. Çünkü biliyorduk ki, bu yolculuk Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’a, bütün peygamberlere, Allah dostlarına varan bir yolculuktu.

“Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin. Bilakis onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.” (Bakara, 154)

Evet, işte o gün bir kez daha anladık: Ölüm, iman eden için yeni bir doğuştur.

Kimileri, “zaten yeterince yaşadı, daha ne olsun” dediler. Oysa mesele yılların sayısı değil, gönüllerde bırakılan izdir. Ölçü, yaşın çokluğu değil, helalliğin bolluğudur. Ve o gün, candan, içten, gözyaşıyla yoğrulmuş helallikler bu gerçeği gözler önüne serdi.

Bir mazlumun ardında gördüm ki, insanı ebedi kılan şey mal, mülk, makam değil; gönüllerde toplanan dua, helallikte yarışan kalabalıktır. Cenazesinde sessizliği bile konuşan o kul, bize şunu öğretti:
Mazlumiyet, dünyada gözlerden uzak kalabilir. Ama Allah katında, en gür sesle yankılanır.
Ve biz biliyoruz ki; o mazlum yolcu, şimdi peygamberlere, Allah dostlarına, akraba ve muhibbana selam götürmektedir vesselam.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve nethaberler.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.