FAYSAL ATMACA KUDÜS İTTİFAKINI YAZDI: YÜZ YILIN ROTASI
FAYSAL ATMACA KUDÜS İTTİFAKINI YAZDI: YÜZ YILIN ROTASI
“Siyaset, günü kurtarma değil; geleceği kurma sanatıdır. Devletler bazen sessiz ilerler ama asla yönsüz kalmaz.”
YÜZ YILIN ROTASI
(Kudüs İttifakı)
“Siyaset, günü kurtarma değil; geleceği kurma sanatıdır. Devletler bazen sessiz ilerler ama asla yönsüz kalmaz.”
FAYSAL ATMACA KUDÜS İTTİFAKINI YAZDI: YÜZ YILIN ROTASI
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kızılcahamam’daki açıklamasıyla Türkiye siyasetinde yeni bir dönem başladı. “AK Parti, MHP ve DEM Parti birlikte yürüme kararı aldı” cümlesi, alışıldık siyasal kutuplaşmaların ötesinde bir devlet aklının tezahürüdür. Bu karar, ilk bakışta ideolojik ayrışmalarla çelişkili görünse de; derinlikli bakıldığında Türkiye’nin iç barışı, bölgesel gücü ve stratejik bekası açısından oldukça anlamlı bir hamledir.
Bu “üçlü yürüyüş” yeni bir “süreç ittifakı”dır. Ne bir seçim pazarlığı, ne bir çıkar ortaklığıdır. Bu, devletin terörü tasfiye etme, toplumsal barışı kurma ve Ortadoğu’daki büyük satrançta güçlü kalma refleksidir.
Ortadoğu, 2020’li yıllarla birlikte klasik harita sınırlarının anlamını yitirdiği bir kaotik zemine dönüştü. İsrail’in Gazze saldırıları, İran’da yaşanan suikastlar, Irak ve Suriye’de ABD-İsrail merkezli derin operasyonlar; hepsi yeni bir paylaşım sürecinin işaret fişekleri oldu.
Türkiye bu oyunun tam ortasında. ABD’nin Suriye’deki PYD/YPG hamleleri, İsrail’in İran’ı provoke eden çıkışları, Suudi Arabistan-BAE ekseninin Batı ile kurduğu soğukkanlı ittifaklar Türkiye’yi “ya oyun kurucu olacak ya da kurulan oyunda figüran kalacak” ikilemine sürüklüyor.
Bu noktada Erdoğan’ın ısrarla vurguladığı “güvenlikçi politikalar” ile “yumuşak güç” dengesinin yeni bir versiyonu ortaya çıktı: Yerli çözümlerle küresel krizlere cevap üretmek.
AK Parti-MHP-DEM Parti hattında kurulan bu “süreç ittifakı”, aslında 40 yıllık terör meselesinin devletin kendi iradesiyle sonlandırılmasıdır.
Bu noktada:
• PKK’nın silahsızlanması, Türkiye için sadece güvenlik değil, siyasal ve diplomatik bir zaferdir.
• DEM Parti’nin sürece dahil edilmesi, Kürt seçmenin iradesini terör gölgesinden çıkarmaya yöneliktir.
• MHP’nin millî duruşu, bu sürecin sınırlarını belirleyecek stratejik bir denge unsurudur.
Devlet aklı şunu görmüştür: Silahla değil, sistemle çözüm üretilir. Tehdit ancak muhatap sistem içine çekilerek etkisizleştirilir.
Bu süreçte muhalefetin durumu tam bir “trajikomik seyirliktir.” Ne süreci okuyabiliyorlar, ne de bir karşı öneri getirebiliyorlar. CHP, kendi iç kavgalarıyla boğulmuş, ideolojik pusulasını yitirmiş bir gemi gibi. DEVA, Gelecek, Saadet gibi partiler hâlâ “küçük olsun benim olsun” anlayışında.
Muhalefetin temel sorunu şudur:
• Devlet aklını değil, tribün siyasetini tercih ediyorlar.
• İkbal kaygısı, ilke üretmelerini engelliyor.
• Her adımı “Erdoğan düşmanlığı” üzerinden okudukları için çözüm önerileri reaktif, yani tepkisel ve tutarsız kalıyor.
Bu boşluk, Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakı’nın elini güçlendiriyor. Çünkü millet artık “slogan değil çözüm” istiyor.
Bugün dünya, post-Amerikan bir döneme adım atıyor. ABD hâlâ güçlü ama inandırıcı değil. Avrupa hâlâ zengin ama etkisiz. Çin ekonomik bir dev, ama kültürel olarak izole. Rusya sahada güçlü ama diplomatik yalnızlıkta.
Bu denklemde Türkiye, jeopolitik konumu, savunma sanayisi, diplomatik çok yönlülüğü ve toplumsal dayanıklılığı ile eşsiz bir konuma sahip. Ancak bu konum fırsata dönüşmeden korunamaz. Ve bu fırsatın anahtarı:
• İç barış,
• Devlet-millet bütünlüğü,
• Güçlü bir siyasi irade,
• Terörden arındırılmış bir toplumsal zemin.
İşte AK Parti-MHP-DEM Parti süreci bu zemini inşa etmek içindir.
Bu süreci doğru okumak gerekir. Bu bir “yumuşama”, “taviz” ya da “ittifak pazarlığı” değil; terörü bitirmek ve Ortadoğu oyununa hazırlık yapmaktır.
Devlet, bir kere daha milletin önünde yürümeye başlamıştır.
Ve bu kez yolun adı: Terörsüz Türkiye, parçalanmamış bölge, oyun kurucu Türkiye’dir.
Devlet aklı, günü değil yüz yılı kurar. Ve yüz yıl, işte böyle başlar.
Her milletin tarihinde dönüm noktaları vardır. Türkiye için bu dönüm noktalarından biri 15 Temmuz’dur, bir diğeri ise 2023 seçimleriyle başlayan *“yüz yılın rotası”*dır. Bugün, AK Parti-MHP-DEM Parti arasındaki “süreç ittifakı”, bu rotayı sağlamlaştırmak adına sessiz ama sarsıcı bir kırılmadır.
Tarihten örnek vermek gerekirse:
• 1921 Londra Konferansı: İngilizler Sevr’i dayatırken Mustafa Kemal Ankara’dan ses verdi: “Hak verilmez, alınır.”
• 1990’lar: Terör devleti kurma hayaliyle Güneydoğu’ya çöreklenen projeler, devletin içindeki çürümüşlük nedeniyle büyütüldü.
• 2000’ler sonrası: Türkiye artık sadece terörle mücadele etmiyor, bölgesel bağımsızlık savaşını veriyor.
Bugün gelinen noktada devlet, silahlı örgütle değil, fikri ayrışmaları sistem içine alarak çözüm üretmeye yöneliyor. Bu, toplum mühendisliği değil; devlet mimarlığıdır.
Sürecin görünmeyen tarafında büyük bir strateji yürümektedir. Sahada olmayan, ama masada her detayı belirleyen 3 temel aktör vardır:
1. Diplomasi – Rusya, İran, ABD ve İsrail’le yapılan çok katmanlı görüşmeler. Körfez sermayesinin Türkiye’ye yönlendirilmesi. Afrika açılımı.
2. İstihbarat – MİT’in son yıllardaki başarılı operasyonlarıyla hem sınır dışı etkisizleştirme, hem sınır içi entegrasyon sağlandı.
3. Askerî Refleks – Suriye’de “güvenli bölge” stratejisi, Karabağ’da TSK’nın teknik desteği, Libya’da dengeleyici varlık.
Bu kurumsal yapıların eş zamanlı çalışması, Erdoğan’ın liderliğinde, devletin yeniden kodlandığını göstermektedir.
Dünyada büyük bir düzen kuruluyor, deniliyor. Hayır! Kurulan şey bir düzen değil; düzen(sizlik)tir. Çünkü:
• BM işlevsiz,
• NATO kendi içinde çatlaklarla dolu,
• AB genişlemede istikrarsız,
• ABD, iç siyasette tükenmiş.
Bu kaosun ortasında Türkiye, hem kendi iç barışını inşa etmek hem de dışa karşı bağımsız denge siyaseti geliştirmek zorunda. Bu nedenle DEM Parti gibi aktörlerin sistem içine alınması, bir zayıflık değil, stratejik aklın gereğidir.
Ne yazık ki Türkiye’de en büyük tehlike dışarısı değil, içteki vizyonsuzluktur.
Muhalefet ne yapıyor?
• Her çözüm önerisine “Hayır” diyor, ama bir çözüm sunamıyor.
• Devletin attığı adımları “taviz” olarak gösterip, terörün sürmesini dolaylı meşrulaştırıyor.
• Siyaseti halk için değil, ekran performansı ve koltuk pazarlığı için yürütüyor.
Bunun neticesinde, milletin büyük kısmı artık muhalefeti bir çözüm adresi olarak değil, sorunun devamı olarak görüyor.
AK Parti – MHP – DEM Parti arasındaki bu “süreç temelli” birliktelik, şu noktalara evrilebilir:
1. Millete çağrı:
Gün, ayrışma günü değil; devletin yanında saf tutma günüdür. Kendi içinde konuşan ama dışarıya karşı tek ses olan bir millet olmak zorundayız.
2. Siyasete çağrı:
Muhalefet, artık kutuplaşma değil; çözüm üretme görevini üstlenmelidir. Ülkenin rotası Erdoğan’ın sırtında kalamaz.
3. Devletin aklına çağrı:
Bu süreç yalnızca güvenlik değil; toplumsal iyileşmeyi de içermeli. İktidar, bu açılımı milletin desteğiyle ve açıklıkla yürütmelidir.
Nihayet
Bir milletin kaderi, onun aklı kadar sabrına; sabrı kadar vizyonuna bağlıdır.Türkiye, bu sabrı ve aklı el ele verdiğinde, sadece Ortadoğu değil, dünya yeniden şekillenir.Ve bu kez şekillenen masa, bu toprakların ruhuyla kurulur .
Bu sürece karşı çıkan çevrelerin asıl korkusu, terörle olan kirli ve örtülü ittifaklarının deşifre olmasıdır. Çünkü devlet, artık sadece terörü değil; terörü meşrulaştıran dil, siyaset ve zihin kodlarını da tasfiye etmektedir.
Bugüne dek “muhalefet” adı altında konuşan ama milletin hiçbir derdine deva olamayanlar, şimdi süreç ilerledikçe yalnızlaşmanın eşiğindeler. Çünkü bu süreç;
• Ekran performansıyla değil, gerçek vizyonla ilerliyor.
• Sloganla değil, çözümle inşa ediliyor.
• Kuklalarla değil, milletin duasıyla güç kazanıyor.
Evet, Türkiye yeni bir rota çiziyor.
Ve bu rotada artık devletiyle kavga eden değil; devletiyle yürüyen bir milletin ayak sesleri duyuluyor vesselam.
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.