Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

TARİHÇİ-YAZAR VE İSTANBUL UZMANI ŞAFAK TUNÇ İLE KADİM ŞEHİR İSTANBUL VE KENT KİMLİĞİ ÜZERİNE ÖZEL RÖPORTAJ

TARİHÇİ-YAZAR VE İSTANBUL UZMANI ŞAFAK TUNÇ İLE

TARİHÇİ-YAZAR VE İSTANBUL UZMANI ŞAFAK TUNÇ İLE KADİM ŞEHİR İSTANBUL VE KENT KİMLİĞİ ÜZERİNE ÖZEL RÖPORTAJ

GÜZEL YAZIYI VE VEYA SEMBOLLERİ BİR KENTİN MİMARİSİNDE KULLANMAK ŞEHİRLERİN TARİHSEL SERÜVENİNE NASİL ARACILIK EDER? 

İnsan fıtratı itibari ile güzel olana karşı her zaman meyil duyar. Bu ondaki ruhun asliyyeti ile ilgili bir durumdur. İnsanın dış dünya ile kurduğu bağ onun iç dünyasının şekillenmesinde belirleyici bir faktördür. Eskiden Avrupa’da Roma’yı ve sanat şehri Floransayı gezip bilgi ve görgüsünü artırmayanları entelektüel olarak kabul etmezlerdi. Avrupa’yı sanat ve edebiyatla tanıştıran şehir olarak bilinen Floransa’da yaşayan Leonardo da Vinci, Michelangelo, Donatello, Rafael, Dante, Sandro Botticelli gibi sanatçılar sanatlarını bu şehirde icra etmekle ve şehrin dokusunu inşa etmekle bu şehirde yaşayanların kentlilik bilincinin oluşmasına katlı sağlamışlardır.  

Kentin karakterini oluşturan semboller her zaman o kentin içerisinden çıkmayabilir. Sultanahmet meydanında bulunandikilitaş Mısır uygarlığına ait olmakla beraber artık İstanbul kimliğinin bir parçası haline gelmiş ve kentin tarihsel serüvenine katılmıştır. Muhtemeldir ki üzerinde Hiyeroglifler herkesin okuyabildiği semboller değildir, ancak bu Dikilitaşı Sultanahmet meydanına ait bir sembol olmaktan çıkarmaz. 

Ayasofya Camii içerisinde bulunan semboller de dikkatli gözler için serüvenlere kapı açacak cinstendir. Ayasofya’nın naos bölümünün güneydoğu çeyreğinin tam ortasına konumlanan imparatorların taç giydikleri Ompholion, I. Mahmud kütüphanenin tam karşısında Nefin doğu ucuna doğru soldaki duvarda üzerinde iki yunusu ve Poseidon’un trident olarak bilinen üç uçlu yabasını içeren taş sembol bunlara birkaç örnektir.  Hatta bazen sembollere belki de taşıdıkları anlamdan çok daha fazla mana yüklüyoruz. Düşünsenize tüm antik çağ boyunca yapılmış olan mabedlerin en görkemli ve uzun ömürlülerinden olan Ayasofya’nın konuşulacak o kadar hikâyesi ve mimari özellikleri varken bizler bunları konuşmaktansa ikinci katta mermer korkuluğun üzerinde yer alan Viking yazısını konuşmayı hatta ona pek çok doğru-yanlış anlamlar yüklemeyi tercih ediyoruz. 

Sarayburnu’nda Topkapı Sarayı’nın denize doğru uzananucunda bulunan Gotlar Sütunu hakkında da çok net bilgimiz yoktur. Ancak Antik Çağ’dan kaldığında şüphe duyulmayan bu sütunun kente kattığı bir değer söz konusudur. 

Sütun başı korint üslubunda kartal arması ile süslüdür. Yüzyıllar boyunca Romalılar ve Türkler tarafından yönetilen İstanbul’un farklı yerlerinde kartal simgesine rastlamak çok olağan bir durumdur. 

Gotlar Sütunun ismi kaidesinde bulunan kısaltılmış, Latince bir yazıttan gelmektedir. Bu anıtın kaidesinin Üsküdar’a bakan yüzüne üç satır halinde Latince bir kitabe işlenmiştir: “Gotları yenmemizle geri dönen talihe” Bu yazı İstanbul’un tarihsel serüveninin ne kadar eskilere gittiğini bize gösterir. 

İstanbul’a baktığımızda neredeyse her semtin farklı bir karakterde olduğunu görebiliriz. Yaşayanlar kendi varoluşlarını anlamlandırmak adına kendilerinden bir iz bırakmaya önem vermişlerdir. 

Azınlıkların İstanbul’un belirli semtlerinde yerleşmiş olmalarından dolayı bu izler dağınık vaziyettedir. Hasköy ve Balat’ta Yahudililer, Fener’de Rumlar,  Samatya ve Moda’da Ermeniler yaşardı ve bu cemaatlerin ev dükkan ve kiliselerinde kendi kültürlerinin simgelerini görmek mümkündü. 

Biz İstanbul’un bu kozmopolit yapısını mimariden ve mimaride kullanılan yazı ve sembollerden rahatlıkla anlayabiliyorduk. Ancak günümüzde artık herkesin birbirine benzediği bir zaman içindeyiz. Sadece şehir veya ülke olarak değil, neredeyse tüm dünyada milletler ortak bir kültürün unsurları haline geliyorlar. Artık renklerin solduğu,sembollerin etkisini yitirmeye başladığı zamanlardayız. Dünya eskiye nazaran daha az renkli. Hâlbuki insanın doğasında çeşitliliğe duyduğu merak ve iştiyak daha fazladır. İnsan her gün aynı yemeği yemek istemez, her gün aynı yerleri görmek istemez, insan değişiklik ister. Bir turist başka ülkelere bu amaçla seyahat eder. Kendi şehrinin ve kültürünün aynısını görmek için seyahat etmenin bir anlamı yoktur çünkü. 

SANATSAL YAZI VE SEMBOLLERİN KENTİN MİMARİSİNDE KULLANILMASIYLA O KENT İNSANLARIYLA NASIL İLETİŞİM KURMAYA BAŞLAR? TOPLUMDA NELERİ DEĞİŞTİRMEYE BAŞLAR?

Gelenek ve değişim arasındaki çatışma İstanbul’da çok yoğun ve olumsuz bir şekilde yaşanmaktadır. Bunun dışarıdan alınan göçle de ilgisi olduğu muhakkaktır. Şehir ile iletişim kurulacaksa eğer bu iletişimin tarafı olan insanların böyle bir taleplerinin olması gerekir.  Ancak şehrin iletişim isteğine cevap verecek insan İstanbul’da kalmış mıdır diye sormadan da edemiyor insan. İstanbul yakın zamanlara kadar ülke içinden almış olduğu göç ile kültürel anlamda büyük bir yıkım yaşamıştı, ancak şimdi İstanbul eskisi ile kıyaslanmayacak kadar dünyadan dış göç alan bir şehir durumundadır. Bunun sonuçlarını göreceğiz. Evet İstanbul kadim zamanlarında da farklı kültürlerden gelen insanlar için bir çekim merkeziydi bu doğru ancak bu nüfus şehrin kaldırabileceğinin çok üzerindedir. 

Roma ve Osmanlı çağında İstanbul’da mimari bir estetik olduğu bugüne kalan yapı stokundan rahatlıkla görebiliyoruz. Bunu hem sivil mimari örneklerinde hem de devlet eliyle yapılan yapılarda tespit etmek kolaydır. Cumhuriyet döneminde başlayan göçler sonucunda ise artan nüfusla İstanbul hızla bozulmaya başladı. Önce gecekondulaşma daha sonra da zevksiz üslupsuz mimari örneklerle şehrin dokusunu hızla bozuldu. Kentin mimarisinde başlangıçta devlet eliyle sıkı kurallar konulmadığı ve kırsaldan gelen müteahhitlerin estetik zevklerine bırakıldığı için hızla ucuz ve basit yapılar sokakları değiştirmeye başladı. Ama değişen sadece sokaklar olmayacaktı. Sokaklarla beraber mahalleler ve insanlar da değişecekti. Nitekim de öyle oldu. İmar hamlesi diye veya sokakları genişletiyoruz diye şehirde onarılması imkânsız yaralar açıldı. Vatan caddesi yapılarak yol genişlemesi sağlandı belki ancak yıkılan tarihi eserler şehrin hafızasını sildi.  

İstanbul’da sanatsal yazı ve sembollerin yerini her türlü zevksizlik almaya başlayınca haliyle bu durum şehirde yaşayan insanların duygu durumlarını etkilemiştir. Şehir makul seviyedeki bir göçü belki de tolore edebilir ve olumlu anlamda dönüştürebilirdi. Ancak bu kadar yoğun bir kalabalığı dönüştürmesi mümkün olamazdı. Zaten olmadı da… Hatta başka bir şey oldu; bu kalabalıklar şehri dönüştürmeye ve değiştirmeye başladı. Bu dönüşüm de maalesef olumlu olmadı. 

İstanbul Osmanlı zamanında Payitaht olması sebebiyle hemen her alanda oluşturduğu yüksek kültürü ülkenin geri kalanına yaymak gibi bir misyon edinmişti. Ancak İstanbul bunun karşılığını ülkenin geri kalanından gelen göçlerle bozulmak olarak gördü.  

3. GUZEL YAZI VE SEMBOLLERLE DİZAYN EDİLEN BİR KENTİN İNSANLARI NEDEN DAHA KÜLTÜRLÜOLUR, KENTLİLİK BİLİNCİ NEDEN ARTMAYA BAŞLAR?

Felsefi açıdan güzelliğe pek bir tanım yapamıyor olsak da;hepsi birbirinden farklı duygu ve düşünceye sahip insanları ortak bir sanat estetiğinde buluşturmak sanatın en büyük mucizesidir. Herkesin ortak beğenisine muhatap olabilecek bir değeri ortaya koymak kolay bir şey olmasa gerekir. Bu sebeple herkes tarafından beğenilen ve takdir edilen bir eser ortaya koymak insanları bu beğeninin paydaşı haline getirdiği için o kentin sınırları içerisinde yaşayan insanları da birleştirir.  

Bu konuyu İstanbul üzerinden değerlendirirsek bence mezarlıklar güzel yazı ve sembollerin kentlilik bilincine olan katkısını pek güzel göstermektedir. İstanbul’da asırlar öncesinden kalan ve şehirle koyun koyuna yaşayan mezarlıklardaki güzel yazı ve sembollerin şehre kattığı değerönemlidir. 

Osmanlı mezarlıklarının, İstanbul’un toplumsal hayatına, İstanbul’da yaşayan insanlara, sanat anlayışına, adetlerine toplumsal konumuna dinsel durumuna etki ettiği bir gerçektir. 

İstanbul’da bugün bile pek çok tarihi semt gezildiğinde irili ufaklı kavuk ve serpuşları ile bazen sade bir tevazuu, bazen de gösterişli bir eda ile dua bekler vaziyette güzel yazı ve sembollerle donatılmış mezar taşlarından oluşan mezarlıklar elbette şehirde yaşayan insanların estetik anlayışlarını olumlu yönde etkilemektedir.  

Osmanlı mezarlıkları ve büyük bir maharetle yapılan mezar taşları, servileri, rengârenk çiçekleri ve sanat şaheseri taşlarıyla insana huzur veren mekânlardır. Eski mezarlıklarımızda ölümün, insana ürperti veren soğuk yüzü görülmez. Osmanlı medeniyeti buraları birer manevî istirahat bahçesine çevirmiş, ölümün soğuk yüzünü ısıtmıştır. Mezar taşı kitabeleri yapıları itibariyle de sanat ve estetiğin konusu olmuşlardır. Çok ince taş işçiliği, çeşitlilik arz eden başlıkları, taşıdıkları edebî ifadeler, semboller ve yazı sanatının çok güzel örneklerini taşımaları onları değerli kılmaktadır.

Hayatın her safhasında güzelliği yakalama gayreti, mahallenin bu mezar köşesinin de bedii estetikten nasiplenmesini sağlamıştır. Kadın mezar taşına ayrı bir güzellik, erkek mezar taşına ayrı bir özellik verilmiştir. Mezar taşına yazılan edebî ifadeler, düşürülen tarih mısraları, hayatı mana ile yaşamanın bir ifadesi olarak değerlendirilebilir. Mezardaki kişi ile ilgili bilgiler taşa nakşedilmiş, adeta mezarda yatan kimsenin dili olmuş ve kendisine nazar edenlere lisan-ı hâl ile bilgiler vermiştir. 

Erkek mezar taşlarında ölünün mesleğine göre bir başlık bulunmasına karşın, kadın mezar taşlarında ise zarafet timsali çiçek motifleri yoğunluklu olarak kullanılmıştır. Erkek mezar taşlarında, sosyal konum gereği başlıkları çok çeşitlidir. Osmanlı kadınları günlük hayatta saçlarına hotoz taktıkları için, hotoz başlı mezar taşları da görmek mümkündür. Hatta bu hotozun altında hanımların alınlarına ya da boyunlarına taktıkları altın sıralı kolye ve alınlıklar aynen mezar taşlarına da işlenmiştir. Kadın mezar taşları çiçekler, dallar ve zarif şekillerle süslenmiştir. 

Osmanlı’da batılı anlamda bir heykel geleneği son zamanlara kadar yoktur. Batıda en, boy ve derinliği olan insan ve hayvan figürleri yapılmasına karşılık, Osmanlı’da özellikle mimarî unsurlarda çok farklı bezemelere sahip taş işçiliği gelişme göstermiştir. 

İSTANBUL KENTİNİ TARİFLEYEBİLİR MİSİNİZ, SİZİN İSTANBUL’UNUZ NASILDIR ?

Dünyada tarihi öneme sahip pek çok büyük ve eski şehir vardır. Roma, Paris, Viyana, Bağdat, Kahire vs. Ancak İstanbul gibi kültür ve uygarlık bakımından çok çeşitli kültürleri potasında eritmiş ve bir kaynaşma noktası olabilmiş kozmopolit bir kent bulmak kolay değildir. Bunun istisnası olarak cumhuriyet dönemindeki göçlerle şehrin kimliğinden uzaklaşması gösterilebilir. 

Bizans devrinde Hıristiyan dünyâsının en önemli kültür merkezlerinin başında gelen İstanbul, Fetihten sonra da İslâm dünyâsının kültür merkezi olmuştur. İstanbul, Türklerin elinde kasvetini atmış, şahaserlerle donatılarak eskisinden çok daha güzel bir hâle getirilmiştir. İstanbul bugün de pek çok konuda Türkiye’nin hiçbir şehri ile kıyaslanamayacak kadar önem taşımaktadır. Tarih boyunca bu kadar övülen ve kendisi hakkında bu kadar kitap yazılan bir başka şehir bulmak güçtür. Dünyada pek az şehir İstanbul kadar övülmüştür.

Osmanlı padişahları içinde sayısız başarılara imza atmış nice şehirler ülkeler almış padişahlar vardır. Ancak sadece İstanbul’u alan padişaha “Fatih” denilmiştir. Ve Fatih denilince bizler sadece İstanbul’u alan padişahı hatırımıza getiriyoruz. 

KENTLERİN YAŞAYANLARI İLE KURDUĞU İLETİŞİMİ SANATSAL YAZI VE SEMBOLLER ÜZERİNDEN YORUMLAYABİLİR MİSİNİZ?

Bununla ilgili İstanbul’da o kadar çok sanatsal yazı ve semboller var ki bunlardan ancak birkaç tanesini zikredebiliriz. 

Şimdiki adıyla Türk İslam Eserleri Müzesi’nden Akbıyık Sokağı’na inerken hemen sağ tarafta yürüdüğümüz zeminden yaklaşık 5 metre aşağıda kalmış bir çeşme görürsünüz. Eğer üşenmez biraz dikkatli bakarsanız üzerindeki haç işaretlerini görebilirsiniz.

Çeşme inşa edilirken, bugün meydan olan alanda bulunan Doğu Roma dönemine ait Hipodrom’un kalıntıları kullanılmıştır. Kullanılan bu kalıntıların bazılarının üzerinde ise haçlar bulunmaktaydı. Anlaşılan Osmanlı bu haçlardan hiç rahatsız olmamış ki kullandığı bu haç kabartmalı mermerleri ne ters çevirmiş ne de kazımıştır. Haçları düzgün bir şekilde çeşme üzerinde görünür yerlere yerleştirmiştir. Yan yana dizilmiş 4 ayrı çeşmeden oluşan Çukur Çeşme’nin üzerindeki üç haçtan biri soldan ikinci ve üçüncü çeşmeyi ayıran kolon üzerinde mermere kazınmış, diğer iki haç ise soldan üçüncü çeşmenin kurnasında mermer üzerine kabartılmıştır. Osmanlı halkı, payitahtın merkezi diyebileceğimiz Atmeydanı’nda yaklaşık 400 yıl boyunca bu haçlara bakarak su içmiştir. Ne kimse bu haçların imparatorluğun merkezinde ne işi var demiş, ne de kimse bu haçlara karşı vandallık sergilemiştir. Günümüzde gerçekleşmesi imkânsız gibi görülen bu tavır Osmanlı Devleti ve İstanbul halkının kendine güvenini ve hoşgörüsünü göstermektedir.

Bugün yolu Tophane Semtine düşenler yoldan geçerken başlarını çevirdiklerinde Tophane-i Amire Binasının III. Ahmet Çeşmesine bakan tarafına baktıklarında bina üzerine yapılmış ilginç top sembolleri göreceklerdir. Bu sembollerbinanın ne için kullanıldığına dair fikir vermesi açısından dikkate değerdir.  

Çemberlitaş’taki Sultan II. Mahmud Türbesi önündeki tarihi çeşmenin üzerinde duran mermer kürenin de anlatılacak enteresan bir hikâyesi vardır mesela. 1840 yılında türbenin açılışı o dönemin gazetelerinde haber olmuştur. Üzerinde paralel ve meridyenler olan ve kıtaların resmedildiği ve bilime vurgu yapan bu küre birilerini rahatsız etmiş olacak ki kısa bir süre sonra ortadan kaldırılmıştır. Yerine konan küreler defalarca çalınmış veya tahrip edilmiştir. Evet dediğim gibi İstanbul’un neredeyse her metresinde bir sembol ve bu sembolün kente kattığı bir anlam var. Ancak bu kadar söylemekle iktifa ediyoruz. 

İSTANBUL’UN YAŞAYANLARI İLE İLETİŞİM DİLİ SİZCE NASIL?

İstanbul esasında bir topografyadır, onu şehir haline getiren insanlardır. Tarih boyunca bir İstanbul şehrinden bahsediliyorsa bu geçmişten bugüne burada yaşayan insanların ortaya koyduğu bir eser olmasından dolayıdır. Tipografi ve sembollerin de insan mahsulü olduğu ortada iken esasında biz başından beri insanı, insanın ortaya koyduğu bir eseri konuşuyoruz demektir.  

İstanbul’un artık kendisini anlamaktan uzak bu kalabalık nüfus ile iletişim kurabileceğine, veya insanların İstanbul ile iletişim kurmak istediğine inanmak biraz fazla iyimserlik olur zannedersem. 

KENTLERİN KÜLTÜREL MİRASLARINI KORUMADA YAZININ & TİPOGRAFİNİN & SEMBOLLERİN SİZCE ÖNEMİ NEDİR ?

Osmanlı döneminde yapılan camii, türbe hamam vs gibi yapıların üzerine konular kitabeler adeta yapının kimlik kartı gibi bize son derece değerli bilgiler sunmaktadır. Nitekim mezartaşları da sadece estetik bir değer değil aynı zamanda tarihi, kültürel, dini sosyolojik veriler sunan önemli belgelerdir. 

İstanbul, binlerce yıllık bir tarihi mirasın izleri ile doludur. Günümüzde bu büyük mirasın kıyıda köşede kalmış unsurlarını korumak ve şehirde yaşayan insanlara kültürel bir bilinç vermek bu şehre olan gönül borcumuzdur diye düşünüyorum. 

Ancak İstanbul çok uzun bir geçmişe sahip bir kenttir. Bizans diye tabir edilen ama gerçekte Doğu Roma İmparatorluğu’nun bu en seçkin kentinin asırlık sembollerinin önemli bir kısmı maalesef 1204 yılında Latin Haçlıların şehri takıp yıkmasıyla Avrupa’ya kaçırılmıştır. Bu semboller ne gittikleri yere bir anlam katabilmişlerdir ne İstanbul’da bıraktıkları boşluk doldurulabilmiştir.  

SİZCE KURUMLAR GİBİ KENTLERİN DE GÖRSEL KİMLİK TASARIMI OLMALI MI ? HANGİ DİSİPLİNLERDEN UZMANLAR ÇALIŞMALI ?

Görsel kimlik oluşturulması, imajı yaratmanın yanında yaratılan imajın şehri gerçekten temsil edip etmeyeceği konusunda düğümlenmektedir. Burada mesele multidisipliner bir çalışmanın ortaya koyacağı imajın herkes tarafından kabul edilebileceği yanılgısıdır. Hâlbuki aşılması gereken esas mesele şudur: şehrin idaresini elinde bulunduran idarecilerin ideolojilerinin bu işe ne kadar karıştığıdır. Yakın tarihte Ankara’nın logosu olan Hatti güneşinden vazgeçilerek camii minaresi figürü ile yeni bir görsel kimlik oluşturulması çalışması yapıldı. Ancak bu çalışmanın Ankara’yı veya temsil ettiği misyonu ne kadar başarıyla ifade ettiği ile ilgili yoğun bir tartışma yaşandı. Aynı durum İstanbul için de geçerlidir. 

Türkler İstanbul’a hilal ve yıldız taşıyan bayraklarını asmadan 1100 sene önce de bu şehrin amblemi “Hilal ve Yıldız”‘dı. Daha 4. Yüzyıl ortalarından itibaren İstanbul’un amblemi olarak “Hilal ve “Yıldız” kabul edilmişti. Paralarda bu amblemin yer alması ise bir yüzyıl sonra meydana gelmiştir. M.Ö döneme ait Byzantium ve Kalkedon sikkelerinde Mitridates’in korumasında olduklarını düşündüklerinden Mitridates’in resmi ve Hilal-yıldız kullanılmıştır. Şimdi İstanbul’a böyle bir görsel kimlik seçimi yapılsa acaba herkes tarafından benimsenebilecek midir diye düşünüyor insan. 

GRAFİK TASARIM UZMANLARININ KENTLERİN GÖRSEL KİMLİKLERİNİN OLUŞUMUNA ETKİLERİ VAR MIDIR, OLMALI MIDIR, NELER YAPABİLİRLER ?

Grafik tasarım uzmanları genellikle kendilerinden istenilen ve sipariş edilen imajı oluşturmak için bir çalışma içerisine girerler. Ancak bu konuda kendi alanları ile ilgili olarak yapacakları tavsiyeler muhataplarının kabul edip etmemesine bağlı olarak ya hayat bulacak ya da bulamayacaktır. 

İSTANBUL SİZE NELER SÖYLÜYOR, BİR KENTİ NASIL OKUR, NASIL YAZARSINIZ ?

İstanbul 11 asır (330-1453) Doğu Roma’ya başkentlik yapmıştır. İstanbul’da 92 imparator hüküm sürmüştür. Dünya’nın başka hiçbir  şehrinde bu kadar uzun süreli bir imparatorluk tarihi yoktur. Üstelik bin yıllık bir imparatorluk geleneğine bağlı olarak Avrupa’nın en büyük ve görmüş geçirmiş şehri, klasik tarihin bir anıtlar ve elyazmaları müzesi ve Doğu Hıristiyan âleminin kalbi olmuştur.

Batı dünyasının evrensel devlet mirasının taşıyıcısı olan Roma İmparatorluğunun ve ona son vererek bu mirasın tek ve gerçek varisi olan Osmanlının başkentini başkentlikten çıkarmanın dünyaya verdiği önemli bir mesaj vardır. Bu konu üzerinde pek durulmuyor. 

Türklerin Anadolu’daki bağımsızlık mücadelesini başarıya ulaştırmalarından hemen sonra yeni bir devlet kurması ve başkent değişikliğine gitmesinin sembolik anlamları olduğu muhakkaktır.  Orta Asya’dan taşınan KUT, İslam’ın yüklediği Halifelik misyonu ve Roma’nın evrensel mirasını kendi bünyesinde birleştiren ve bu anlamda evrenselliğin zirvesine ulaşan bir devletten artık vazgeçildiğinin dünyaya ilan edilmesi olarak görğyorum. Saltanatın ve Halifeliğin kaldırılması, Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi gibi sembolik adımlar da dünyaya verilen bu mesajı güçlendirmiştir. 

İstanbul hangi gerekçe ile 17 asırlık başkentlik geleneğinden koparılmıştır bunu iyi anlamak gerekiyor. Öbür türlü İstanbul’un ne mimari eserleri ne de sembolleri tek başına bir anlam ifade etmez. 

ŞAFAK TUNÇ

TARİHÇİ-YAZAR

İSTANBUL UZMANI