Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Avatar photo
Nuran KIRLAK

Neden hep birilerini bekliyoruz?

Hindular 3700 yıldır Kalki’yi bekliyor.
Budistler 2600 yıldır Maitreya’yı bekliyor.
Yahudiler 2500 yıldır Mesih’i bekliyor.
Hristiyanlar 2000 yıldır İsa’yı bekliyor.
Sünniler 1400 yıldır Mehdi’yi bekliyor.
Şiiler 1300 yıldır kaybolan 12. İmamı mehtiyi bekliyor, Dürziler, 1000 yıldır Hamza bin Ali’yi bekliyor.
Tarihin her evresinde insanlar, içinden çıkamadıkları, altından kalkamadıkları konularda bir kurtarıcı bekleme yoluna gitmişlerdir. Dolayısıyla “kurtarıcı bekleme” düşüncesi insanlık tarihi kadar eskidir. Diyebiliriz ki; bütün dinlerde insanlar “gelecek bir kurtarıcının” beklentisi içinde olmuşlardır. Dün olduğu gibi bugün de mucizevi, efsanevi bir kurtarıcının gelip bozulan her şeyi düzelteceği inancı birçok insanda mevcuttur.

Hep birisi gelsin bizi kurtarsın anlayışı,
Bunu kimden bekliyor? insandan,
Eee sen de insansın.
İnsanlık kendi sorunlarını kendilerinin çözmesi gerekirken bunu ya Allah’a ya da kurtarıcı dedikleri bir
Mehdiye havale ediyorlar.

Peki neden?
Aklını ve eylemini vaktinde kullanmadığı için ezilen kitleler, iyice bunaldıklarında ütopik bir kurtarıcı beklerler
Sebep çoğunlukla acziyet, zafiyet, mazlumiyet ve zillet halleridir. Çünkü kendilerini çaresizlik içinde gören kitleler, kurtarıcı beklentisine girerler… Artık elleri kolları bağlı, gelecek kurtarıcı için gün saymaya, hesap yapmaya başlarlar… Çoğu zaman bu tutumlarını “haddini bilmek” adına sürdürürler… Böylece sorumluluğu başkasına havale etme psikolojisi oluşur. Bu pasifize edici ruh hali toplumları uzlaşmacı, uyuşumcu, uyutucu ve uysal bir karaktere dönüştürür… Kısacası bu “kurtarıcı bekleme” algısı, hayra alamet değil.
Biraz da direnme gücünü kaybeden, yapması gerekenleri yapmayanların kendilerini savunmaya ve sığınacakları makul bir gerekçeye ihtiyaç vardır… Ayrıca içinde bulundukları durumu meşrulaştırmak, sorumluluklardan sıyrılmak veya ertelemek için böylesi bir izah tarzı kaçınılmaz oluyor.
Kurtarıcı aramayın, kurtarıcı gibi hareket edenlere de aldanmayın. Sizi kurtaracak olan yine kendi iradenizdir. Zira bir millet kendi durumunu değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez. İradenizi doğru kullanırsanız işleriniz doğru yola girecektir..
Allah sana akıl, irade verdi, seni vicdan sahibi özgür iradeli bir varlık olarak yarattı. Birilerini beklemeden, kendin kalk ve kendi bozuk dünyanı kendin değiştirmeye cesaret et!
“İnsan ancak çalıştığının karşılığını alır”Necm 39

Belirsiz olan, bizim karar ve kararlılığımız.

Bize düşen kurtarıcı beklemek değil, önce kendimizi kurtarmak…

Artık kendi ayaklarımız üzerinde durmak durumundayız…

Sihirli eller, kestirme formüller, ithal çözümler, ütopik beklentiler ile oyalanacak halimiz yok…

Bugüne kadar ortaya çıkmayan kurtarıcıların bundan sonra çıkacağı ne malum… Kendimizi ortaya koymamız gerekiyor… Bizde zorlukları aşacak güç, zulme direnecek potansiyel de var, kendimizi aşabilirsek…
Kaldı ki kurtarıcıyı bekleyen, büyük bir sıkıntı içerisindedir ve ondan tek başına
kurtulamamaktadır da öyle bekler. Kendisi bir çaba içerisine girmeyen insana kurtarıcı ne yapsın? Asr-ı Saadette nasıl Sahabîler herşeyi Resûlullahtan beklemiyor, üzerlerine düşenleri hakkıyla yapıyor, sonra da Resûlullahtan meded umuyorlardı. Yan gelip yatan adamın kurtarıcı gelse de ondan istifade edebileceği birşeyi olmaz.
Kur’an her bir Müslüman’dan kurtarıcı gibi hareket etmesini istemektedir. Nitekim tarih boyunca Müslümanlar da böyle davranmışlardır. Kudüs fatihi Selahaddin Eyyubi, Hindistan fatihi Gazneli Mahmut, İstanbul fatihi Sultan Mehmet ve yüzlerce irşadçı/ıslahatçı, kurtarıcı gelecek beklentisinde olmamışlar, işlerine güçlerine bakmışlardır. Kurtarıcı gelecektir, o zamana kadar zulüm ve haksızlığa boyun eğelim şeklindeki kötümser bir düşüncede olmamışlardır.

Müminlerin vazifesi bellidir: seferde olmak.

Hz. Hacer ıssız çölde kurtarıcı beklemedi, sa’ye durdu. Yürüdü…

Belki de bize düşen ulvi görev, kurtarıcı beklemek değil, kurtarıcı olmaktır… Ailemizden başlayarak, çevreye açılarak özne ve öncü olmak varken, başka arayışlar içinde olmak biraz da sorumluluktan kaçış değil midir?

Şimdi elini taşın altına sokma zamanı.
Oysa İnsanlığın kendi sorunlarını kendilerinin çözmesi gerekirken hep birilerini beklemesi.!!,
Ey insan kalk ve kendi bozuk dünyanı kendin değiştirmeye bak.!
Dünyayı düzeltmenin mümkün olmadığını ve bir şeylerin düzelmesini istiyorsak buna öncelikle kendimizden başlamamız gerekmektedir .Çünkü dışarıyı da etkileyen bizim kendi içimizdeki kurulu düzendir. Hiçbir şey güllük gülistanlık değildir. Mutlak doğru ve mutlak yanlış da yoktur. Dışarıda olan bitenler bizden ayrı gayrı şeyler değildir. Kendi kapısının önünü süpürmeyenler dünyayı düzeltebilir mi? Zaten dünya düzgün bir yer olsaydı, insanın bu dünyaya sınav için geldiğinden bahsedemezdik. Abes ve çirkin olan her türlü can sıkıcı şeyle mücadele ederken bir karşılığı kendimizde de var mı diye bakıp, muhasebeye girebiliyor muyuz? Bunu yapabiliyorsak dünyanın bir ucundan düzeltmeye başladık demektir.

Dünyayı değiştirmek istiyorsan işe ilk önce kendinden başlamalısın, kendi nefsinde yaşamadığın şeyleri başkalarına nutuk atarak söylersen hiçbir tesiri olmaz. Merkez önce kendini, sonra aileni, yakın çevreni sonra diğerlerini almalısın. İradeni istediğin yönde kullanırsın, iyi de kötüye de kullanmak senin elindedir. Yaptıkların senin şahitlerin olacak, hesabını da hem bu dünyada hem de ahrette sen vereceğiz.
Tarih boyunca Mehdi Mesih kurtarıcı geleceğine inanan ve aklını çalıştırmayan nice topluluklar inandıkları sahte Mehdi ve Mesihlerin peşinde birçok karanlık olaya karışmış ve kendilerini mahvettikleri gibi içinde bulundukları toplumlara da travma yaşatmışlardır.
Kurtarıcı beklentisi, inancı atılım, üretim, gelişim ruhunu felce uğratan yanılgıdır.
İslâm inancına göre, namaz dâhil, yapılan ibadetlerin bile kişiyi kurtaramayacağı, kurtuluşun yalnızca Allah’ın takdiri ile olacağı bilinir. Kur’an’da peygamberlerin oğullarını ve hanımlarını bile kurtaramadığı örnekleriyle anlatılır.

İslam’da her insan kendini kurtarmakla yükümlüdür. Peygamberimizin (sav) kızı Fatıma’ya; “Kızım sen babanın peygamber olduğuna güvenme, nefsini Allah’tan satın al. Ben sana kefil olamam.” deyişi meşhurdur.
Kısacası; Aklını ve eylemini vaktinde kullanmadığı için ezilen kitleler, iyice bunaldıklarında ütopik bir kurtarıcı beklerler.

Saygı ve hürmetle

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ