FAYSAL ATMACA: EŞEĞİ SORAN ZİHİNLER
FAYSAL ATMACA: EŞEĞİ SORAN ZİHİNLER
EŞEĞİ SORAN ZİHİNLER
EŞEĞİ SORAN ZİHİNLER
(Kahkaha mı, Kırılma mı?)
Bir toplumun meselelerle kurduğu ilişki, o toplumun feraset aynasıdır. Bazıları hakikatin çekirdeğine yönelir, bazıları kabuğuyla meşgul olur. Bazıları yangını görür, bazıları sadece dumanla oyalanır. İşte bu farklılığı çarpıcı bir şekilde ortaya koyan veciz bir hikâye, hem güldürür hem düşündürür:
İki yaşlı adam bir parkta yan yana oturmuş, gözlerinden yaşlar gelecek kadar kahkaha atıyorlardı. Gözlerine yaş, yüzlerine çizgi, ama dudaklarına umut konmuştu. O sırada yoldan geçen bir delikanlı, onları dikkatle izledikten sonra dayanamayıp sordu:
— Amcalar, dedi. Sizin hiç derdiniz yok mu ki böyle gülüyorsunuz?
Yaşlılardan biri gözlerini silip cevap verdi:
— Memleketin bütün dertlerini çözmeye karar verdik evladım. Bütün halkı ve yanlarında da bir eşeği hapse atarak bu işi kökünden halledeceğiz.
Genç şaşkınlıkla sordu:
— Tamam da… Eşek ne alaka?
Yaşlı adam yanındakine döndü, kahkahası daha da gürleşti. Bir diğeri dizini döverek bağırdı:
— Bak gördün mü? Sana demedim mi? Herkes eşeği soracak, kimse halkı sormayacak!
Bu kısa ve keskin hikâye, bir milleti özetler adeta. Toplum olarak genellikle hikâyenin aslına değil, ayrıntısına takılırız. “Neden halk hapse atılıyor?” diye sormamız gerekirken, “Eşek niye var?” sorusu daha cazip gelir bize. Çünkü eşek sorgusuzca tartışılabilir, ama halkın durumu sorgulandığında vicdan devreye girer, sorumluluk başlar.
Detaylara odaklanan zihinler, hakikatin çevresinde döner ama merkezine asla varamaz. Derin meseleler yüzeysel tartışmalara kurban edilir; büyük yangınlar, küçük kıvılcımlarla gözden kaçırılır.
Bu hikâyede geçen “eşek” aslında gündem saptırıcı unsurların metaforudur. Medyada, siyasette, sosyal hayatta sıkça karşımıza çıkar:
• Ekonomi bozulur, ama biz bir sanatçının elbisesini tartışırız.
• Eğitim sistemi çöker, ama biz okul kantinindeki simit fiyatını konuşuruz.
• Hukuk saldırıya uğrar, ama biz bir hâkimin mimiklerine takılırız .
Toplumun dikkatini esas olandan uzaklaştırmak için “eşekler” servis edilir. Ve biz ne yazık ki onları büyük bir iştahla konuşuruz. Çünkü yüzleşmekten korkarız; derine indikçe sorumluluk artar, konfor bozulur.
Bu nedenle, derin meselelere yüz çevirip detaylarla oyalanmak daha kolaydır.
Türk halk anlatılarında mizah, sadece güldürmez; düşündürür, uyarır, sarsar. Nasreddin Hoca’nın “ye kürküm ye”sinden, Karagöz’ün nüktedan eleştirilerine kadar bu gelenek uzanır. Bu hikâye de onların bir devamı gibidir.
Gülmenin ardında saklı olan kırılma, mizahın ardındaki ağıt, esasen toplumun ruhunu anlatır.
Yaşlıların kahkahası aslında acının başka bir ifadesidir. Çünkü bir ömür boyu halkın neye takıldığını, neyi görmezden geldiğini gözlemlemişlerdir. Ve bir gün, bu gözlemin sonucunu kahkahaya dönüştürürler;
çünkü gözyaşı yetmemiştir anlatmaya.
Toplumlar, hakikati yitirdiklerinde detayların kölesi olurlar. Bu hikâye bize şunu haykırıyor:
Gerçek adaletin yolu, “eşekle” değil, “halkla” ilgilenmeyi öğrenmekten geçer.
• “Eşek ne alaka?” sorusu masum gibi görünür, ama en büyük gafletin göstergesidir.
• Çünkü onu sorduğunda kendini rahatlatırsın; ama “halk neden içeriye atıyoruz ?” sorusunu sorduğunda kendinle yüzleşmek zorunda kalırsın.
Feraset, olayların değil, olguların peşine düşer.
Hikmet, ne söylendiğini değil, neden söylendiğini anlar.
Bugünün toplumu; eşeğin peşinden koşmayı bırakıp halkın hâlini sormaya başladığında, belki o yaşlıların kahkahası da nihayet huzura dönüşecektir.“Her kahkahanın içinde saklı bir ağıt vardır; mesele onu duymayı bilmektir vesselam.”
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.