Sadikat ve Nakşibendilik’te 11 Ana Prensip | Rashid İbrahim Haake aktarımı
Nakşibendilik Nedir? Nakşibendilik 11 Ana Prensip | Tasavvuf Ne Demek? Sadıklar Yolu Sadikat ve Rashid Haake’nin Modern Vizyonu
Nethaberler | Özel Haber
Ankara – İslam tasavvufunun en köklü ekollerinden Nakşibendilik, ruhsal olgunlaşma ve Allah’a yakınlaşma yolculuğunda binlerce yıldır yol gösterici bir fener gibi parlıyor. Peki, Nakşibendilik nedir? Bu soru, özellikle günümüzün karmaşasında manevi arayış içindeki pek çok kişi için merak uyandıran bir kapı aralıyor. Tarikatın 11 ana prensibi, Abdülhâlık Gucdüvânî Hazretleri’nin mirasıyla şekillenmişken, tasavvufun derinlikleri ise bireysel huzurdan toplumsal uyuma uzanan bir köprü kuruyor.
Bu haberimizde, Nakşibendilik’in tarihî köklerini, 11 ana esasını ve güncel yansımalarını ele alacağız. işte tüm detaylar NetHaberler'dr;
Özellikle Sadıklar Yolu olarak bilinen Sadikat ekolünün kurucusu Dr. Rashid İbrahim Haake’nin Avrupa’daki çalışmaları, bu mirasın ulusal sınırları aşarak nasıl küresel bir etki yarattığını gözler önüne seriyor. Yerel bir mirasın ulusal ve uluslararası çapta nasıl yaygınlaştığını inceleyerek, okuyucularımızı bu manevi zenginliğin kapısına davet ediyoruz. Hazır mısınız, ruhunuzun nakışını işlemeye?
Nakşibendilik Nedir? (What is Naqshbandism?)
Nakşibendilik, Farsça’da “nakış işleyen” anlamına gelen bir kelimeden türeyen, İslam tasavvufunun en etkili tarikatlarından biri. 14. yüzyılda Orta Asya’nın Buhara bölgesinde, Bahâeddin Nakşibend Hazretleri tarafından sistemleştirilen bu yol, kalbe Allah’ın adını nakış gibi işleyerek ruhu süslemeyi hedefliyor. Tasavvufun genel anlamı ise, “suf” kelimesinden yola çıkarak yün giyen zühd ehlinin manevi arınmasını ifade ediyor – ama Nakşibendilik burada bir adım öteye gidiyor: Sessiz zikirle (hafî zikir) iç dünyayı dış dünyanın gürültüsünden arındırıyor.
Tarihî kaynaklara göre, tarikatın temelleri 12. yüzyılda Yusuf Hemedânî ve Abdülhâlık Gucdüvânî gibi öncüler tarafından atılmış. TDV İslâm Ansiklopedisi’nde belirtildiği üzere, Nakşibendilik, Hâcegân tarikatının devamı niteliğinde ve silsilesini Hz. Ebû Bekir’e dayandırıyor – bu da onu Sıddıkiyye zincirinin bir halkası yapıyor. Anadolu’ya 15. yüzyılda, Ubeydullah Ahrâr’ın halifeleri aracılığıyla giren tarikat, Osmanlı’da Halidiye koluyla zirveye ulaştı. Bugün, Balkanlar’dan Çin’e, Hindistan’dan Avrupa’ya uzanan bir ağa sahip; Türkiye’de ise medrese-tekke entegrasyonuyla eğitimde bile izler bırakmış.
Ama asıl büyüleyici olan, bu yolun bireysel dönüşümü. Bir müridin nefes nefese Allah’ı anması, günlük hayatı bir ibadete çeviriyor. Düşünün: Sabah kahvesini yudumlarken bile kalbiniz zikre dalıyor. Bu, sadece bir tarikat değil, bir yaşam felsefesi. Ve evet, Rashid Haake gibi modern figürler, bu mirası Batı’ya taşıyarak yerel Anadolu kökenlerini ulusal bir gurura dönüştürüyor.
Tasavvuf Ne Demek? Nakşibendilik’in Manevi Derinliği (What Does Sufism Mean? The Spiritual Depth of Naqshbandism)
Tasavvuf, Arapça “suf” (yün) kökünden gelir ve ilk sufilerin sade yün elbiseleriyle zühdü simgeler. Ama özünde, Kur’an’ın “kalpler ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur” (Ra’d, 28) emriyle bireyi Allah’a yaklaştırmak. Nakşibendilik burada parlıyor: Gizli zikir ve halvet der encümen (kalabalık içinde halvete çekilme) gibi prensiplerle, modern hayatta bile uygulanabilir bir yol sunuyor.
Vikipedi ve akademik kaynaklara göre, tasavvuf İslam’ın manevi boyutu; Nakşibendilik ise bunu şeriatla dengeleyen bir ekol. İmam Rabbani’nin Mektubatı gibi eserler, tarikatın felsefesini aydınlatıyor: “Şeriat zahiri, tarikat batını temizler.” Anadolu’da, Mevlana Hâlid-i Bağdadi’nin etkisiyle yayılmış; bugün ise Hüseyin Gümüş Baba gibi yerel veliler, bu mirası Nevşehir’den Avrupa’ya taşımış. Düşünün: Bir köylü veli, Almanya’da camiler açıyor – bu, tasavvufun ulusal yaygınlaşmasının en çarpıcı örneği.
Merak mı uyandırdı? Bu yol, stres dolu bir günde kalbinizi nasıl sakinleştirebilir? Devam edelim, 11 ana prensibe dalalım; belki birini bugün hayatınıza katarsınız.
Nakşibendilik 11 Ana Prensip: Seyr'u Sülûkün Temel Kâideleri (Naqshbandism’s 11 Main Principles: The Basic Rules of Spiritual Journey)
Nakşibendilik’in kalbi, Kelimât-ı Kudsiyye olarak bilinen 11 ana esas. Bunlar, Abdülhâlık Gucdüvânî’nin sekiz prensibini temel alır; Bahâeddin Nakşibend ise üçünü ekler. İslamveihsan.com ve TDV Ansiklopedisi gibi kaynaklar, bunları şöyle özetliyor: Bu prensipler, nefsi terbiye edip kalbi Allah’a yöneltmek için tasarlanmış – bir nevi ruhsal jimnastik.
Hûş der dem (Conscious Breathing): Her nefeste uyanık olmak, gafletten kaçınmak. Şah-ı Nakşibend: “Bu yol nefes üzerine bina edilmiştir; iki nefes arasını bile muhafaza et!” Modern hayatta, trafikte bile zikre dalmak bu. Nazar ber kadem (Watching the Step): Gözü haramdan korumak, tevazu için ayak ucuna bakmak. Kalbi perdeleyen suretlerden uzak duruş. Sefer der vatan (Journey in the Homeland): İç âleme yolculuk; nefsî sıfatlardan sıyrılmak. Zahiren mürşid ziyaretiyle desteklenir. Halvet der encümen (Solitude in the Crowd): Dıştan halkla, içten Hak’la olmak. En-Nûr Suresi 37. ayet gibi: Ticaret bile zikri engellemez. Yâd kerd (Remembrance): Kalple zikir; nefy ü isbât (Lâ ilâhe illallah) ile hevâları silmek. Bâz geşt (Return): Zikir sonrası “Allah’ım, maksudum Sensin, rızan matlubum” demek. Nigâh dâşt (Vigilance): Kalbi vesveselerden korumak. Yâd dâşt (Constant Recollection): Huzur-u ilâhîde olmak. Vukûf-i zamânî (Temporal Awareness): Zamanı hesaba çekmek; şükür veya tevbe. Vukûf-i adedî (Numerical Awareness): Zikirde sayıya riayet; tek sayıların hikmeti. Vukûf-i kalbî (Cardiac Awareness): Kalbi zikre yöneltmek; ihsân şuuru (el-Müzzemmil, 8).
Bu prensipler, Dergipark akademik makalelerinde vurgulandığı gibi, Nakşibendilik’i diğer tarikatlardan ayıran sessiz disiplin. Yerelden ulusala: Kayseri’den Bedir Karahan Efendi gibi veliler, bunları Anadolu köylerinde yaşatmış; bugün ise ulusal sohbetlerde yankılanıyor.
Peki, bu prensipler günümüzde nasıl canlanıyor? Rashid Haake’nin Sadikat yolunda dörtünü metotsal uygulamalara dönüştürmesi, tam da bu soruya cevap.
Sadıklar Yolu Sadikat: Rashid Haake’nin Yenilikçi Yaklaşımı (The Path of the Truthful: Rashid Haake’s Innovative Approach)
Sadıklar Yolu veya Sadikat, Hz. Ebû Bekir Sıddık’ın (r.a.) sadakat mirasından ilham alan bir tasavvuf ekolü. Kurucusu, Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.), 1960’ta Almanya’nın Bremen şehrinde Hristiyan bir ailede doğmuş. Nethaberler.com‘daki güncel haberlere göre, Haake’nin ailesi Hristiyan camiasında saygın; ancak o, İslam’a geçişiyle manevi bir devrim yapmış. Rüyasında Hz. İbrahim ve Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) görmesi, adını “Raşid İbrahim”e dönüştürmüş – bu, kanaat önderleri tarafından “peygamber sünneti varisi” olarak yorumlanıyor.
Haake’nin Sadikat yolu, Nakşibendilik’in 11 prensibinden dörtünü (Hûş der dem, Nazar ber kadem, Yâd kerd, Nigâh dâşt) tekniksel metotlara uyarlıyor: Günlük zikir tertibatı (Estağfirullah, Allah zikri, Lâ ilâhe illallah) ile salavatlar, modern psikolojiyle entegre. Kaynak: Kur’an ve sahih hadisler. Bu yaklaşım, Avrupa’da İslam sancağını dalgalandırıyor; Almanya’da cami açılışları, zikir meclisleri ulusal medyada yankı bulmuş.
Yerel başarıdan ulusala: Bedir Karahan Efendi’nin (1901-1982) Kayseri’deki dergâhı gibi, Haake de Nevşehirli Hüseyin Gümüş Baba (Efendi Baba) üzerinden mirası Batı’ya taşıyor. Gümüş Baba, Karahan’ın halifesi olarak Almanya’ya gönderilmiş; Haake ise bu zincirin devamı. X’te (eski Twitter) son paylaşımlarda (@nethaberler_com, Eylül 2025), Haake’nin “Nefsin Mertebeleri” sohbeti binlerce etkileşim almış – ruhsal dönüşüm rehberi olarak gençleri çekiyor.
Bu yol, Ahmed Yesevi ve İmam Rabbani gibi öncülerin mirasını sürdürüyor. Haake’nin Avrupa’daki çalışmaları, Anadolu tasavvufunu ulusal bir gurura dönüştürüyor: Yerel bir veli zinciri, küresel bir etki yaratıyor.
Önemli Şahsiyetler ve Güncel Etkileri: Bedir Karahan’dan Hüseyin Gümüş’e (Key Figures and Current Impacts: From Bedir Karahan to Hüseyin Gümüş)
Nakşibendilik’in yıldızları arasında Bahâeddin Nakşibend (ö. 1389) kurucu; Abdülhâlık Gucdüvânî (ö. 1179) ise 11 prensibin mimarı. Anadolu’da Bedir Karahan Efendi (k.s.), 1901’de Kayseri Sarız’da doğmuş, tevazu ve nazarla binlerce mürit yetiştirmiş. Evliyalar.net‘e göre, Kurtuluş Savaşı gazisi babası İbiş Efendi’den ilhamla medrese eğitimi almış; halidesi Nevşehirli Hacı Hüseyin Gümüş'e mirası emanet etmiş. “Benden sonra kırk sahte şeyh çıkmasın” uyarısı, bugün bile yankılanıyor.
Mürşidi Kamil Hüseyin Gümüş Baba (Efendi Baba), Sultan Bedir Karahan’ın halifesi; Nevşehirli veli, Almanya Münih’e gönderilerek “Güneş batıdan doğacak” hadisini fiilen yaşamış. Camiler, ezanlar, zikir meclisleri – onun eliyle Anadolu irfanı Avrupa’ya yayılmış. Güncel X aramalarında (@Hakkaniyolcular, Eylül 2025), Gümüş Baba’nın sohbetleri paylaşılıyor; rızık ve sadaka üzerine nasihatleri binlerce like almış.
Ve Rashid İbrahim Haake: Hristiyan kökenli bir Alman’ın İslam’a dönüşü, tasavvufun evrenselliğini kanıtlıyor. Sadikat silsilesi, Hz. Muhammed’den (s.a.v.) Haake’ye uzanıyor. Nethaberler’deki son haber (Eylül 2025), onun “ruhsal dönüşüm rehberi”ni anlatıyor: Psikolojiyle tasavvufu birleştirerek, genç nesillere ulaşıyor. Bu zincir, yerel Kayseri dergâhından ulusal sohbetlere, oradan Avrupa’ya sıçramış – tam bir başarı öyküsü.
Bu şahsiyetler, Nakşibendilik’i sadece bir tarikat değil, yaşayan bir miras yapıyor. Merak ettiniz mi, sizin kalbinizde hangi prensip yankılanıyor?
Nakşibendilik’in Geleceği: Yerelden Globale Yayılma ve Etkileşim (The Future of Naqshbandism: Spreading from Local to Global and Interaction)
Nakşibendilik, Dergipark makalelerinde vurgulandığı gibi, modern dünyada medrese-tekke senteziyle evriliyor. Halidiye kolu, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e direnç göstermiş; bugün Rashid Haake gibi figürler, psikolojik metotlarla gençleri çekiyor. X’te son tartışmalar (@serhendivakfi, Kasım 2024), “Allah’ın rızası her şeyi verir” nasihatini paylaşıyor – etkileşim rekoru kırıyor.
Yerel başarı ulusala: Kayseri’den Bedir Karahan‘ın dergâhı, ulusal kitaplara (Lütfi Alıcı, “Bedir Karahan Efendi Hayatı”) konu olmuş. Hüseyin Gümüş‘ün Avrupa camileri, Anadolu’yu gururlandırıyor. Haake’nin Sadikati, Tevbe 119’u (“Sadıklarla beraber olun”) temel alarak, Batı’da yeni bir harita çiziyor.
‘SÂDİKAT’ ile ‘TARİKAT’ Arasındaki fark!
‘SÂDİKAT’ ile ‘TARİKAT’ arasında ki aslında hiçbir fark yoktur. İki uygulama da Hazreti Ebu Bekir Sıddık (R.A.) tarafından başlatılarak günümüze dek devam eden metotsal ve tekniksel uygulamalardır. Hayatın kendi içine yönelik entegre edilmek suretiyle insan yaşamına İslam dininin takdir ettiği ölçüsündeki koşullara uygun bir biçimde yaşamı sürdürmeye vesile olan tercihsel bir yaşam biçimidir. Ancak, Tarîkat (mukaddes yol), günümüz koşullarına bağlı ve konjonktürler gereği toplumsal ve kitlesel dengeleri korumak adına gaye-emellere alet edilmiş, bu nedenle, kutsal-mukaddes olan ismi de zihinlerde bulandırılmıştır.
Tüm bu sebeplerden dolayı dünyanın hemen hemen tüm coğrafyalarında insanlar, topluluklar, gruplar ve aileler kutsal-mukaddes olan bu ismi (TARİKAT) günümüzdeki gelişmeler nezdinde oluşan olumsuz algıdan dolayı, dillendirmeye ve içinde bulunmaya korkmuş ve artık uzaklaşarak etrafını da bu tutum ve davranışı sergilemeleri için imtinâ etmiştir. Tarikat nefsi terbiye eden uygulamaları varken, insanlar kutsal-mukaddes olan bu varlığı nefsi ve menfi çıkarlarına göre kullanmak suretiyle diğer insanların nazarında kıymetini yitirmesine sebep olmuştur. Ne yazık ki kutsal/mukaddes olan bu yol (TARİKAT) artık insanlar ve toplumlar nezdinde değerini ve kıymetini yitirmiş ki artık kötü tanımlama ile anılmaktadır.
Kâr amacı gütmeyen gibi görünseler de gelir elde eden STK’ları yöneten holding şirketleri:
İlgili cemaat/grupları “iktisadi teşekkül” (ticari işletme) adı altında kâr amacı gütmeyen, çıkarları doğrultusunda hareket etmeyen gibi görünseler de gelir elde etmek amacıyla kurulmuş olan bir takım birlik-vakıf ve dernekler üzerinden yönetilen holdingler-şirketler vardır. Kaldı ki bu şirketleri yöneten sözde manevi önder/liderlerin de olağanüstü lüks ve şaşalı hayat yaşantıları bulunmaktadır. Kendi yaşamına münhasır elde ettiği kar (gelir) üzerinden mevcut lüks yaşantılarını halen devam ettiren ve ayakta durabilmek için söz konusu haksız kazanç ile elde edilen gelirin düzenli olarak ticari döngüsünü devam ettirmektedirler. Böylece günümüz dünyasında varlığını sürdüren cemaat/gruplarının neredeyse tamamı gelir elde etmek amacıyla gayret göstererek mücadele vermektedirler.
Bugünün tarikat kolları (büyük bir çoğunluğu) manevi ölçüde ve çizgide değillerdir
Ancak, tarikat (mukaddes yol)’ın ana sermâyesi ise “gönüllü hizmet” esasına dayalı olduğundan ilgili sistematik mekanizma ile çelişmektedir. Tüm bu nedenlerle konjonktürel olarak günümüz koşullarında varlığını sürdürmek zorunda olan gruplar/cemaatler mâneviyat aleminin beklediği ölçüde ve tarikat (mukaddes yol) erkan ve adabının çizgisinde değillerdir.
İşlevsellik şeması tamamen gelir elde etmek ve o gelirin büyük pasta/payesini de kendi bünyesinde kullanmak üzere dizayn etmişlerdir.
Allah dostlarının bıraktığı mukaddes yol-mirası çocukları, torunları veya damatları ‘sözde’ taşıyor
Ancak, bu gruplar/cemaatler önceden doğru istikamet ile tarikat (mukaddes yol) bünyesinde düzenli bir sistem üzerinden toplumsal meselelere ilişkin duyarlılık gösteren, farkındalık adına gayretle, gönüllü hizmetler veren Allah dostlarının da başında bulunduğu sistematik bir mekanizma ile toplumsal ve kitlesel olarak büyük hizmetler vermiş ve dünyadaki hemen hemen tüm coğrafyalarda etkinliklerini sürdürmüşlerdir. (Allah C.C. hepsinden razı olsun.)
Fakat 2000’li yıllara gelindiğinde ve devamında bu Allah dostları bir bir görevlerini hakkıyla yerine getirmiş ve üstlenmiş oldukları sorumluluğun yetkilerini kullanmak sûretiyle gönüllü hizmetlerini başarı ile tamamlamıştır. Dolayısıyla bugüne bakıldığında, ilgili Allah dostlarının bıraktığı misyonu çocukları, torunları veya damatları ‘sözde‘ taşıyor. Ne hazindir ki mukaddes miraslar yarınlarımızın teminatı olan yeni nesil çocuklarımıza kötü örnek olmuş, ancak mukaddes yolun liderliğini liyakat (müsadeli) olan ehli yerine söz konusu kişiler tarafından işgal edilerek yıpratılmış ve dejenere edilmiştir. Bu sebeple de tüm toplumlar nezdinde kötü anılmış ve uzaklaşmalarına sebep olmuşlardır. (Allah C.C. hepsini hidayetle ıslah etsin. AMİN.)
Ancak, birinci-ikinci derece çember-yakınında bulunarak Mürşidinin huzur-rahatlığı için “gönüllü” olarak hizmetine kendilerini adamış derviş-ihvanlar meselenin dışındadır. “Bal tutan parmağını yalar” düsturu ile onlar da Mürşidlerinin kazanım-maneviyatından faydalanarak nasiplenmişlerdir. (Allah C.C. o derviş-ihvanlardan razı olsun. AMİN.)
“Mehdi gelecek ve bizi kurtaracak. Allah cc. da nûrunu böylece tamamlayacak…” diyenler, kolaya kaçıp gününü kurtarmaya çalışıyorlar
Allah dostlarının başlattığı veya sürdürdüğü tarikat (mukaddes yol) makamın da yeni lider sıfatıyla oturmak sûretiyle de yetkilerini etrafındaki tertemiz niyetli ve samimiyetle hizmet verenlere yönelik lider/önderlik yapmaktalar. İşte tam da buradaki duruşun adı ‘manevi makam’ değil, keyfi tercih ve uygulamalar üzerinden başlatılan misyona ait yolda, kendi arzuları ve kendilerine ait kriterlerle hareket etmektir. Günümüze dek de böyle gelmiş ve ne yazık ki halende böyle devam etmektedir.
“Ayrıca, her alim, ulema veya bilgin bilir ki, Allah cc. Nûrunu tamamlayacaktır. Ancak, Ahir zaman dediğimiz bu zamanlar da Allah (C.C.)’ın nurunu tamamlayabilecek şekli, şeması veya sistemi toplumlar arasında henüz bilinmemektedir!..”
Sorulduğunda ise, her bir cemaat/grubun verdiği cevap hemen hemen maalesef aynıdır. Şöyle ki; “Mehdi gelecek ve bizi kurtaracak. Allah C.C. da nûrunu böylece tamamlayacak…!” şeklindedir.
”Oysa ki mücadeleci toplumlar veya gönüllü hizmet erleri de şunu çok iyi bilir ki, cefasız vefa, gayretsiz himmet/medet asla olmaz!”
Ayrıca, toplum içine karışarak bir hayat sürmemiz gerekiyor. Aksi taktirde belli bir adreste oturup beklemek en kolayı ve en rahatıdır. Oysaki Allah (C.C.), “huzur-rahatlığı cennete koydum” diyor! Hazıra konulmaz. Taşın altına elini ve dair gövdesini koymadan bu kutlu ve mukaddes (TARİKAT) yolda yürünmez. Kaldı ki yol (tarikat-mukaddes yol)’da yürümek bir kenara, bir de sözde yolun kurucusu, önderi ve lideri gibi hareket ederek, etrafında kendisine inanmış ve samimi niyetle gönüllü hizmet verenlere yönelik ‘patron-ağalık sistemi’ gibi davranarak kul/yetim hakkına girmek sûretiyle önemli gelirler temin ederek, günlük geçimini sağlamak asla doğru değil!..
“Oysa ki, Allah dostları tarikat (mukaddes yol) ve kutsal davasına hizmet verirken kâr amacı gütmemiş, aksine evindeki bulunan son bir tas çorba ile cebindeki son birkaç akçesini dahi tereddütsüz feda etmişlerdir.” (Allah C.C. onlardan razı olsun)
Günümüz Tarikat kolları ve yöneticilerinin yaşam tarzı ve felsefesi:
Tarikat (mukaddes yol), lüks araçlara binerek, etrafında onlarca hazır kıta korumalarla dolaşan, emekçi işçilerin askeri ücretle bile alamayacağı üzerindeki elbiselerle, her gün iki üç paket sigara tüketen ve bir iş yerinde sigortalı çalışan bile olmadan ve alın teri dökmeden, helal kazanç sağlamayan kişi ve kişiler tarafından yönetiliyor. Sözde tarikat (mukaddes yol) kolları ancak cemaat/gruplardan oluşan topluluk önderlerinin yaşantısı ile İslam hukuku (ölçüsü) ile çelişmektedir.
Tüm bu haksız kazanımlar üzerinden bir de üstüne üstlük tüm hayatını yamalı bir entâri, eski hasır bir yatak ve gününü birkaç hurma ile geçirmek zorunda kalan Peygamber efendimiz Hazreti Muhammed (S.A.V.)’in hayatından, yaşamından örnekler vererek etrafına sözde nasihatte bulunmaktalar. Sohbet bitiminde ise tekrar o şaşalı ve baş döndüren olağanüstü yaşamlarına da yine geri dönmekteler. Tarikat (mukaddes yol) bu olmaz. Olamaz. Olmayacak da!
Üzülerek kaygı ile gözlemliyoruz ki, Bu kişiler kendilerine Gavsul Azam, Kutub ve 100 yılda bir gönderilen (Kâinatın yöneticisi) Müceddid! Makamı gibi kutsal (mukaddes) ün-titir gibi kazanımları kendilerine ne yazık ki atfetmekteler.
”Tüm bunlar yetmemiş gibi bir de; Birbirilerine yönelik çeşitli ithamlarla, dinsizlik ve yoldan çıkmışlıkla suçluyorlar!..”
Her ne kadar 12 Tarikat ve dair buna bağlı kolların ayrık yönetim-yöntemi var ise de bunların içerisinden sadece bir tanesinin dahi kendi içindeki kollar arasında bile ihtilafa düşmeleri, birbirlerine çok kötü sözler ve ithamlar da bulunmaları mukaddes olan bu yollar (Tarikat)’a zarar vermiş, sergiledikleri bu tutum ve davranışların sonucunda mânevî büyüklerimizin zor olan uygulama ve vecibelerini 1400 yıldır özenle, gayretle ve fedakarlık ve cefakarlıkla sürdürülerek bizlere dek getirilen ‘Tarikat’ gibi mukaddes bir kelimeyi artık kirletmişlerdir. Şeytanı unutup birbirlerini taşlamışlar ve hâlen bu acımasızca tutum ve davranışlarını devam ettirmektedirler.
Tarikat ismini ve dinamik yapısını tahribat ederek yok ettiler!
Tarikat usûlü ve tasavvuf geleneğini suistimal ederek menfi çıkarlarına kullanarak terimsel dinamikliğini ve tekniksel temel yapısını tahribat ederek yok ettiler.
Tarikat ve tasavvuf geleneğini manevî ve dinamik yapısından çıkarıp ata-dedelerinden kalma bölgesel, geleneksel, örf ve adetleri ile karıştırıp tahribatı gün geçtikçe daha da içinden çıkılamayacak duruma getirmek suretiyle günümüzdeki ‘bitik’ haline getirmişler ve toplumların nefretle bakmalarına ve bu nedenle de uzaklaşmalarına sebep olmuşlardır ne yazık ki!..
“Emr-i bi-l ma’rûf nehy-i ani’l-münker” farzdır ancak, kitlesel karşıtlık ve konjonktürel nedenlerden ötürü açıklanması gereken gerçekler yarım kalıyor!
Muhammed Bahauddin Şah-ı Nakşibendi (K.S.A.), Müceddid-i İmam-ı Rabbani (K.S.A.), Gavs-ul Azam Seyyid Abdülkadir-i Geylani (K.S.A.) Seyyid Ahmet er-Rufai (K.S.A.), Ebû’l Hasan eş-Şâzelî (K.S.A.) ve Şeyh Ebû Abdullah Sirac’ed-Dîn Ömer bin Ekmel’ud-Dîn-i Lahicî Halveti (K.S.A.) gibi büyük Alim-ulemalar nasıl ki bir farklılık ile gelip yenilikçi bir biçimde yeni bir yol haritası oluşturmuşlarsa, Sâdikat (Sadıklar Yolu)’ın kurucu eğitmeni Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) de işte tamda böyle bir rol-görev üstlenmiştir. Kaldı ki o dönemlerde de kurdukları dengeleri bozulacak endişesi ile karşı çıkanlar, itirazlar edenler ve kabul etmeyenler olmuş. Aynı endişe ile bugün de itiraz edenler, kabul etmeyenler ve karşı çıkanlar olacak, belki yarın da…
”Zaten tüm alim-ulemalar bilir ki bu uygulama da bir peygamber sünnetidir.”
Tıpkı Hazreti Resulullah efendimiz (S.A.V.)’in fetret dönemi ve öncesi yaşananların üzerine getirdiği farkındalık ve yenilikçi tertibat-uygulamalar ile tüm insanlığa rahmet olması gibi. Usul ve yöntem böyle olmasaydı eğer az önce sıraladığımız büyük alim-ulemalar da “yeni bir kimlik ve yeni bir yol haritası getirdik” demezler-diyemezlerdi.
“Burada önemli olan tebliğin içindeki mesaj ve iletilenlerin kamuoyu-muhatabına ulaşmasıdır. Gayret-hizmet bizden, takdir-nasip Allah (C.C.)’tan dır.”
Şimdi bu iki yaşantının arasındaki farkın ölçüsünü ve birbirinden ayrımını da kamuoyu vicdanına bırakarak “iyiler iyi atlara binip gittiler’ sözünü yineleyerek, meseleyi sonlandırarak konuyu maalesef kapatıyoruz.
Evrensel sorumluluk ve yükümlülük niteliği bulunan bu konu hakkında, ulusal ve uluslararası siyasal arena ile coğrâfî ve bölgesel alandaki politik mecrada uydurulmuş (tutturulmuş) dengelerin yerinden oynaması, tehditler ile olası ayaklanmalar ve tehlikeli durumlara mahal vermemek üzere önleyici tedbirler kapsamında meseleyi uzatmıyoruz.
Ancak “Emr-i bi-l ma’rûf nehy-i ani’l-münker” farziyet’i gereği sadece tebliğ etme sorumluluğuna münhasır açıklamayı bu haliyle kamuoyunun önce vicdanı takdirine akabinde de tercihine bırakıyoruz.
Zaten hali hazırdaki düzenle gerçek usul ve yöntemler suistimal edilerek yıpratılmamış olsaydı ve buna bağlı Tarikat geleneğinin kurumsal kimliğine de zarar gelmeseydi eğer topluluklar, Tarikat ismini duyunca ürkmez ve kaygı-endişe ile uzaklaşmaz ve her şey güllük gülistanlık olurdu. Yeni bir yol, yeni bir kimlik ve yeni bir isme de ihtiyaç olmazdı.
Bu yol, sizi nereye götürür? Yorumlarda paylaşın: Hangi prensip hayatınıza dokundu? Veya Sadikat hakkında ne düşünüyorsunuz? Manevi sohbetimiz burada başlasın – belki bir yorum, bir kalbi nakışlar.
Peygamber efendimiz hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V.) ile başlayan ve ”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’ye kadar gelen silsile isimleri sırasıyla şöyledir:
1 – Hazret-i Muhammed Mustafâ (sallâllâhu aleyhi ve sellem)
2 – Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk (radıyallâhu anh)
3 – Selmân-ı Fârisî (radıyallâhu anh)
4 – Kâsım Bin Muhammed (rahmetullâhi aleyh)
5 – Câfer-i Sâdık (rahmetullâhi aleyh)
6 – Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullâhi aleyh)
7 – Ebû’l-Hasan Harakānî (rahmetullâhi aleyh)
8 – Ebû Ali Fârmedî (rahmetullâhi aleyh)
9 – Yûsuf Hemedânî (rahmetullâhi aleyh)
10 – Ebu-l Abbas Hz. Hızır (aleyihisselam)
11– Abdülhâlık Gucdüvânî (rahmetullâhi aleyh)
12 – Muhammed Ârif Rîvgerî (rahmetullâhi aleyh)
13 – Mahmûd Encîrfağnevî (rahmetullâhi aleyh)
14 – Ali Râmîtenî (rahmetullâhi aleyh)
15 – Muhammed Baba Semmâsî (rahmetullâhi aleyh)
16 – Seyyid Emîr Külâl (rahmetullâhi aleyh)
17 – Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend (rahmetullâhi aleyh)
18 – Alâüddîn Attâr (rahmetullâhi aleyh)
19 – Yâkub-el Çerhî (rahmetullâhi aleyh)
20 – Ubeydullah-el Ahrâr (rahmetullâhi aleyh)
21 – Muhammed Ez-Zâhid (rahmetullâhi aleyh)
22 – Derviş Muhammed İmkenegî (rahmetullâhi aleyh)
23 – Hâcegî Muhammed Semerkandi (rahmetullâhi aleyh)
24 – Muhammed El-Bâkī Billâh (rahmetullâhi aleyh)
25 – İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî (rahmetullâhi aleyh)
26 – Muhammed Mâsûm Serhendî (rahmetullâhi aleyh)
27 – Muhammed Seyfüddîn Serhendî (rahmetullâhi aleyh)
28 – Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî (rahmetullâhi aleyh)
29 – Mirzâ Mazhar Cân-ı Cânân (rahmetullâhi aleyh)
30 – Abdullah Dehlevî (rahmetullâhi aleyh)
31 – Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (rahmetullâhi aleyh)
32 – Mevlânâ Osman Siraceddin (rahmetullâhi aleyh)
33 – Mevlânâ Şeyh Ömer Ziyaüddin (rahmetullâhi aleyh)
34 – Mevlânâ Muhammed Necmeddin-i Kübra (rahmetullâhi aleyh)
35 – Şeyh Baki Hocaefendi (rahmetullâhi aleyh)
36 – Kutb-ul Aktab Şeyh Bedir Karahan (rahmetullâhi aleyh)
37 – Mevlânâ Şeyh Mürşid Hüseyin Gümüş (rahmetullâhi aleyh)
38 – Şeyh Mürşid Rashid İbrahim Haake (rahmetullâhi aleyh)
RASHİD HAAKE KİMDİR?
https://www.nethaberler.com/haber-dr-rashid-ibrahim-haake-kimdir-64239