Hazreti Ömer kimdir? Halife Hz. Ömer Hakkında

HAZRET-İ ÖMER FÂRÛK

Âlem-i İslâm'ın ikinci halifesi olan Hazret-i Ömer Fârûk (R.A), hiçbir şeyden korkmayan gözüpek biriydi. Baba tarafından soyu Câhiliye döneminde Kureyş kabilesinin sefâret işlerine bakan Adî b. Kâ'b kabilesine dayanır ve Kâ'b b. Lüey'de Hz. Muhammed'in nesebiyle birleşir. Annesi Mahzûm kabilesinden Hanteme bint Hâşim'dir. 

NETHABERLER - UTKU MİHMANDAROĞLU

Hz. Ömer, Fil Vak‘ası’ndan 13 yıl kadar sonra, diğer bir rivayete göre ise Büyük (Dördüncü) Ficâr savaşından 4 yıl kadar sonra Mekke’de doğdu. Bu durumda, Resûl-i Ekrem Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’den 10 küsur yaş küçük olmaktadır.

Kureyş’in bazı ileri gelenleri gibi putperestliğe bağlı kalarak önceleri Hz. Peygamber’e ve İslâmiyet’e karşı düşmanlık gösteren, bilhassa kabilesinden Müslüman olanlara işkence yapan Hz. Ömer bi‘setin 6. yılında (616) Müslüman oldu. Onun İslam'a girmesinin ardından Müslümanlar ibadetlerini açıktan yapmaya başladı.

Hz. Ömer, İslâm’ı kabul eden 40. mü’mindi.

Çocukluğunda, babasına ait sürülere çobanlık yapmış, sonra da ticaretle meşgul olmuştur. Suriye taraflarına giden ticaret kervanlarına iştirak ettiği bildirilen Hz. Ömer, Cahiliye döneminde, şehrin eşrafı arasında yer alır, Mekke şehir devletinin Sifâre (elçilik) vazîfesini deruhte ederdi. Bir savaş hâli zuhûr ettiğinde Hz. Ömer radıyallahu anh elçi olarak gönderilir, sonra da verdiği bilgilere ve ileri sürdüğü görüşlere göre hareket edilirdi.

Hz. Ömer’in (r.a.) İslam’a Hizmetleri

Îmanla şereflenmeden evvel Müslümanlara pekçok eziyette bulundu. Nüfûzuyla, güç ve kuvvetiyle meşhur olduğundan, onun îman etmesi Müslümanlara büyük bir kuvvet kazandırdı.

Hz. Ömer'in İslâm’a giriş hikayesi de oldukça anlamlıdır. 

Müşrikler, istişâre meclisleri olan Dâru’n-Nedve’de toplanmışlar ve Resûl-i Ekrem Efendimiz’i öldürmeye karar vermişlerdi. Bunun için de, aralarından cesur, bahadır ve sert tabiatlı biri olan Ömer bin Hattâb’ı seçip göndermişlerdi. Ömer, Âlemlerin Efendisi’ni öldürmek kastıyla gâfilâne bir şekilde yola çıktı. Yolda Nuaym bin Abdullâh’a rastladı.

Nuaym, Ömer’in hâlinden şüphelenerek:

“−Ey Ömer! Nereye gidiyorsun?” diye sordu. Ömer:

“−Atalarının dînini bırakıp yeni bir dîn getiren Muhammed’i öldürmeye gidiyorum!” dedi.

Basîretli sahâbî Nuaym (r.a.) zaman kazanmak niyetiyle:

“−Ey Ömer! Vallâhi nefsin seni aldatmış! Sen O’nu öldürdüğünde Abdi Menaf Oğulları’nın seni sağ bırakacağını mı sanıyorsun?! Sen önce kendi âilene baksan daha iyi edersin?” dedi. Ömer hiddetlenerek:

“−Sen kimi kastediyorsun!?” dedi. Nuaym (r.a.):

“−Kimi olacak, enişten Saîd bin Zeyd ile kardeşin Fâtıma’yı kastediyorum! Vallâhi ikisi de Müslüman oldular!” cevâbını verdi.

Nuaym (r.a.), Ömer’in bu çirkin emelini öğrenince, onu kız kardeşi ve enişte­sinin evine yönlendirerek, durumu Allâh Resûlü’ne bildirmek için zaman kazanmıştı.

Nuaym’dan (r.a.) bu sözlerini duyan Ömer’in öfkesi iyice kabardı ve çok sinirli bir vaziyette, doğruca kız kardeşinin evine yöneldi.

O esnâda, kız kardeşi ve eniştesinin yanlarında Habbâb (r.a.) vardı ve Kur’ân-ı Kerîm tâlîmiyle meşgul idi. Ömer’in hışımla kendilerine doğru gelmekte olduğunu gördükleri an, Habbâb’ı evde bir odaya gizlediler. Fâtıma Hâtun da hemen Kur’ân-ı Kerîm sahîfesini sakladı. Ömer eve girince:

“−Neydi o işitmiş olduğum sözler?!” diye gürledi. Eniştesi ve kızkardeşi:

“−Sen yanlış duydun herhâlde, burada öyle bir şey yok!” dediler. Ömer:

“−Hayır! Vallâhi ikinizin de Muhammed’e tâbî olduğunu öğrendim!” dedi ve hışımla eniştesinin üzerine yürüdü. Onu hırpalamaya başladı. Araya giren kardeşi Fâtıma’yı da tokatladı. Bunun üzerine Fâtıma:

“–Yâ Ömer! Ne yaparsan yap! İstersen bizi öldür! Biz Müslümanlıktan aslâ vazgeçmeyiz!..” dedi.

Fâtıma (r.a.), îman cesâretiyle bu sözleri haykırırken mübârek yüzünden ince bir şerit hâlinde kanlar sızıyordu.

Kardeşinden böyle bir cevap beklemeyen Ömer şaşkınlaştı. Kız kardeşinin yüzündeki kanları görünce de içinde bir sızı duydu. Yaptığına pişman ola­rak:

“–Şu okuduklarınızı bir getirin hele!” dedi. Kız kardeşi:

“−Biz senin sahîfeye bir şey yapmandan korkarız!” dedi. Ömer:

“−Korkma!” dedi ve onu okuduktan sonra geri vereceğine dâir ilâhları üzerine yemin etti. Bunun üzerine, Fâtıma Hâtun, onun Müslüman olacağını ümîd ederek:

“−Ey kardeşim! Sen puta taptığın müddetçe temiz değilsin! Hâlbuki Kur’ân yazılı sahîfeye pâk olmayan dokunamaz!” dedi.

Ömer kalkıp gusledince, Fâtıma Hâtun ona sahîfeyi verdi. Ömer sahifeyi okumaya başlayınca yüz hali değişmeye başladı. 

Tâhâ Sûresi’nin ayetlerini okuyan Ömer, âdeta donakaldı:

“−Bu sözler ne kadar güzel! Ne kadar değerli!” demekten kendini alamadı.

Kur’ân’ın fesâhat ve belâgati kendisini son derece cezbetmişti. Bu sözler, bir beşerin aslâ söyleyemeyeceği hakîkat ve hikmetlerle doluydu. Bir an derin derin düşüncelere daldı.

Hazret-i Ömer’in sözlerini işiten Habbâb (r.a.), saklandığı yerden çıkıp:

“−Ey Ömer! Vallâhi Resûlullâh’ın duâsı sana nasîb olacak. Allâh Resûlü dün:

«Yâ Rabbi! İslâm’ı Ebu’l-Hakem bin Hişam veya Ömer bin Hattâb ile te’yîd eyle!» diyerek duâ etmişti. Ey Ömer! Artık Allâh’tan kork!” dedi. Hazret-i Ömer, Habbâb’a:

“−Ey Habbâb! Sen beni Muhammed’in bulunduğu yere götür de Müslüman olayım!” dedi.

Hemen yola çıktılar. Bu seferki adımlar, îman aşk ve heyecânı içerisinde Resûlullâh’ın hakîkatini idrâk edebilmenin muhabbet ve iştiyâkı ile doluydu.

Hazret-i Ömer, Erkam’ın evine vardığında kendisini Hazret-i Hamza karşıladı. Belinde kılıcı, hazır vaziyetteydi. Zîrâ Nuaym (r.a.), onlara daha önceki haberi vermiş bulunuyordu. Sonraki gelişmelerden ise kimse haberdar değildi.

Allâh Resûlü de kalkıp Ömer’e doğru yürüdü. Onu avluda karşıladı ve niçin geldiğini sordu. Hazret-i Ömer, merâmını şu mesut cümle ile dile getirdi:

“–Müslüman olmaya geldim, yâ Resûlallâh!”

Bunun üzerine Allâh Resûlü, Cenâb-ı Hakk’ın nelere kâdir olduğunu ifâde ve şükür sadedinde;

اَللهُ أَكْبَرُ

diyerek tekbîr getirdi. Bunu duyan bütün ashâb yüksek sesle tekbîr getirmeye başladı. Böylece Allâh Resûlü’nün bir duâsı daha müstecâb ol­muştu.

Hazret-i Ömer konuşmaya başladığında kalbi mutmain bir şe­kilde ilk söylediği söz kelime-i şehâdet oldu. Bu olaydan sonra Allâh Resûlü Hazret-i Ömer’e, hak ile bâtılı ayırdığı için “Fârûk” sıfatını verdi.

İslâm ile şereflendiği gün bütün Müslümanlar Kâ’be’ye giderek ilk defâ açıktan namaz kıldılar. Hz. Ömer radıyallahu anh Müslüman olduktan sonra devamlı Allah Resûlü’nün yanında bulundu, O’ndan hiç ayrılmadı ve İslâm için elinden gelen her şeyi yaptı. Kâfirlerle mücâdele etti, pek çok meşakkat ve eziyetlere mâruz kaldı. Medine’ye hicret edince, şehir merkezine 3 km. uzaklıkta bulunan Kuba’ya yerleşti. Hz. Ebûbekir radıyallahu anh’den sonra Allah Resûlü’nün en büyük yardımcısı oldu. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in katıldığı bütün savaşlarda bulundu. Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem mühim kararlar alacağı zaman Ömer radıyallahu anh ile de istişâre ederdi. Kızı Hafsa vâlidemizi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile evlendirerek Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in kayınpederi olma şerefine erdi. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’i o kadar derin bir muhabbetle severdi ki, O’nun vefat ettiğini duyunca büyük bir şoka girdi, kılıcını çekerek, “Peygamber Efendimiz öldü” diyenlerin kafasını koparacağını söyledi. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatı üzerine zuhûr eden karışıklığı, Hz. Ebûbekir radıyallahu anh’in kısa zamanda halife seçilmesini sağlayarak büyük bir dirayetle önledi. Peygamberimizin gerçekten vefat ettiğini anladığında da üzüntüsünden baygınlık geçirdi. Hilâfeti müddetince Hz. Ebûbekir radıyallahu anh’in en büyük yardımcısı oldu. Hz. Ebû Bekir'le birlikte şahsını Peygamber Efendimizin cenazesini ortalıkta bırakıp iktidar kavgasına düştüğünü iddia edecek kadar alçalan necis kesimlere de Hz. Ömer'le ilgili bu gerçekleri aktarmak da vicdani ve insani bir vazifedir. 

İslam’ın İkinci Halifesi

Hz. Ebûbekir radıyallahu anh’in vefâtından sonra İslâm’ın ikinci halifesi oldu. İran, Irak, Suriye ve Mısır’ı İslâm toprakları arasına dâhil etti. Kudüs, Azerbaycan, Ermenistan, Horasan, İskenderiye onun zamanında fethedildi. Kudüs kuşatıldıktan sonra şehirdeki Hıristiyanlar bir müddet direndilerse de nihayet barış istemek zorunda kaldılar. Ancak, kumandanlardan çekindikleri için şehri bizzat Halîfe’ye teslim etmeyi şart koştular. Durum Ebû Ubeyde radıyallahu anh tarafından bir mektupla Hz. Ömer radıyallahu anh’e bildirildi. Ömer radıyallahu anh ashabın ileri gelenleriyle istişare ettikten sonra, Medine-i Münevvere’den Câbiye’ye doğru yola çıktı. Câbiye’de yapılan bir anlaşmadan sonra Ömer radıyallahu anh, bizzat Kudüs’e kadar giderek şehri teslim aldı. (16/637)

Hicri 21 yılında başlayan ve sürekli takviye edilen akınlarla Azerbaycan ve Ermenistan da dâhil olmak üzere, Horasan’a kadar bütün İran toprakları İslâm Devleti’nin sınırları içine alındı. İslâm ordularının fethettiği bölgelerdeki halk, Müslümanlardan gördükleri müsamaha, adâlet ve güzel ahlâktan müteessir olarak kitleler hâlinde İslâm’a girdiler. Dinlerinden dönmek istemeyenler ise hiç bir baskıya maruz kalmadıkları gibi, geniş bir inanç hürriyetine kavuştular.

Hz. Ömer radıyallahu anh kumandanlarından yeni şehirler kurmalarını, yeni fethettikleri İran şehirlerinde fazla kalmamalarını istedi. Muhtemelen o, bölge insanının âdetlerinin ve lüks anlayışının Müslümanlara geçmesinden korkmuştu. Bu sebeple Müslümanlar için Basra, Kûfe, Fustat gibi düzenli şehirler kuruldu. Ömer radıyallahu anh, Basra ordugâh şehrini kurarken aynı zamanda İran ve Hindistan tarafından gelebilecek deniz akınlarına karşı bir hazırlık yapmış oluyordu. Bu şehrin mevkii bizzat Hz. Ömer radıyallahu anh tarafından tesbit edildi. O, şehrin kurulma vazîfesini sahâbî Utbe bin Gazvân radıyallahu anh’a verdi. Utbe radıyallahu anh, sekizyüz adamıyla o zaman boş ve ıssız olan Haribe bölgesine gelip hicrî 14 senesinde Basra şehrinin inşasına başladı.

Sa’d ibn-i Ebî Vakkas radıyallahu anh, Kadisiye’de kazandığı büyük zaferden sonra İran içlerine akınlara başlamıştı. Ordusu Medâin’de bulunmaktaydı. Ancak buranın iklimi Müslüman askerlerin sıhhati için münâsip değildi. Ömer radıyallahu anh, Hz. Sa’d’dan iklimi güzel ve merkez ile arasında deniz bulunmayan bir yer bulup orada bir şehir kurmasını istedi. Selmân ve Huzeyfe radıyallahu anh, Kûfe mevkiini uygun buldular ve hicrî 17’de kırk bin kişilik Kûfe şehri kuruldu. Amr ibn-i Âs radıyallahu anh, Mısır’ın fethinden sonra İskenderiye’yi karargâh edinmek istedi. Ömer radıyallahu anh, haberleşme açısından endişe duyduğu için kendisiyle Mısır’daki kuvvetler arasında bir nehrin bulunmasını münâsip görmedi. Amr radıyallahu anh da Nil’in doğusuna geçerek hicrî 21’de Fustat şehrini kurdu.

Verimli Irak toprakları fethedilince Ömer (r.a) oraları askerlere taksim etmedi. Eski ahâlîyi yerinde bırakarak topraklardan haraç aldı. Böylece fâtihler fellâh hâline gelmedi. Öyle olsaydı Müslümanların savaş gücü zayıflar, tecrübeleri olmadığı için ziraat gelirleri de düşerdi. Hâlbuki toprak sâhipleri ziraatı iyi bildikleri için daha iyi mahsul elde ediyor, Müslümanlar da doğuda İranlılarla, batıda Bizanslılarla cihât ediyorlardı. Ayrıca Ömer radıyallahu anh haraç arazilerinin satın alınmasını da yasakladı. Çünkü onlar bütün ümmetin vakfı idi, gelirlerinden bütün Müslümanlar istifade ediyordu.

Hz. Ömer Döneminin İlkleri

Hz. Ömer’in (ra) icraat ve kararları hem kendi döneminde, hem de sonraki dönemlerde etkili olmuş; bu açıdan İslam âlimlerinin en çok referans verdiği liderlerden biri haline gelmiştir. İslam cemaatinde birlik ve beraberlik mefhumunu kuvvetlendiren, idarî kadroda disiplin sağlayan, imar ve iskân politikası tesis eden, vergi usullerini ve güvenlik tedbirlerini standarda bağlayan uygulamalarına göz atmak elzemdir:

Hz. Ömer’den (ra) önce halife olan Hz. Ebubekir (ra), “Halifetü Resulillah (Allah Resulü’nden sonra gelen)” şeklinde çağrılıyordu. Hz. Ömer halife olunca ona da “Halifetü halifeti Resulillah (Allah Resulü’nden (sas) sonra gelenden sonra gelen)” denilmeye başlandı. Hz. Ömer bunun uzun olduğunu düşünerek alternatif bir unvan aradı ve “Emirü’l-Müminin (Müminlerin Emiri)” unvanında karar kılındı. 

Hicretin 16. yılının Rebîülevvel ayında Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicretini esas alarak tarih kaydını ilk oluşturan kişidir. Daha önce Müslümanlar farklı olayları takvim başlangıcı olarak kullanıyorlardı. Bunun karışıklıklara sebep olduğunu gören Hz. Ömer, yaptığı istişareler sonunda hicreti takvim başlangıcı olarak belirledi. Böylece hicretin yapıldığı yılın ilk ayı, takvimin ilk ayı oldu. O gündür bu gündür Hicri Takvim hayatımızda var olmaya başlamıştır. 

Ramazan gecelerini ihya etmeyi gelenek haline getiren, insanları bunun için toplayan ve bunu Medine’nin dışındaki beldelere yazıyla bildiren ilk şahıstır. Hz. Ömer vefat edince Hz. Ali (ra), “Ömer bizim mescitlerimizi aydınlattığı gibi Allah onun kabrini aydınlatsın” demişti. Özellikle Peygamberimizin cenazesine az kişinin katılmasından Hz. Ebu Bekir’le Hz. Ömer’i sorumlu tutan ve Peygamberimizin cenazesinin az sayıda kişiyle birlikte Hz. Ali tarafından kaldırıldığını iddia edip Hz. Ali üzerinden Hz. Ebu Bekir'le Hz. Ömer’e saldıran necis kesimlere karşı bu gerçeği ortaya koymak da vicdani ve insani bir vazifedir. 

Bu ihya geleneği hicretin 14. yılının Ramazan ayında başlamıştı. Bunun için Medine’de, biri erkeklere, diğeri kadınlara namaz kıldırmak üzere okuyuşları güzel olan iki imam tayin etti.

Hz. Ömer döneminde süte su katılması yasaklanmıştır. Öyle ki Hz. Ömer bir gece Medine sokaklarında dolaşırken yorulur ve biraz soluklanmak için bir evin dış duvarına yaslanır. O esnada evin içinden gelen sesleri gayr-i ihtiyârî işitir. Konuşulanlar dikkatini çekince kulak kabartır. Evde bir kızın annesiyle yaptığı konuşma duyulur:

-Kızım, kalk da şu sütlere su koyuver. 

-Anne, Halife’nin süte su konmasını yasakladığını bilmiyor musun? 

-Evet, biliyorum. 

-Öyleyse Halife'nin yasakladığı bir şeyi nasıl yapabilirim? 

-Kızım kalk da su koy şu sütlere. Ömer seni nereden görecek? 

-Ömer görmez ama Rabbim görür. Vallahi ben onun görmediği yerde de yapmam. 

Hz. Ömer, bu kızın sözünü ve davranışlarını çok beğendi ve eve girerek kıza talip olup oğlu Asım'a istedi. Daha sonra onu oğlu Asım’la evlendirdi. Bu gelinin bir torunu, en meşhur ve en adaletli halifelerden biri olan Ömer b. Abdülaziz’dir. 

Hasan-ı Basri Hz. Ömer hakkında diyor ki:

"Mahşer günü İslam,insan kılığına girecek ve insanlara gözükecek. Kimilerine bu insan beni yüceltti sen de onu  yücelt ya Rab. Kimilerine bu insan beni yarı yolda bıraktı, ihanet etti sen de o insanı  yarı yolda bırak. Ben Mekke sokaklarında boynu bükük bir çocuk gibi dolaşıyordum.

Bu insan (Hz.Ömer) İslam'a girdi beni de aynı  şekilde yüceltti, o İslam'a girdikten sonra benim de Kabe'ye girmeme vesile oldu. O İslam'ın yüzünü ak eyledi sen de onun yüzünü ak eyle”

Hz. Ömer radıyallahu anh hicretin 24. senesinde Zerdüşt bir köle olan Ebû Lü’lü tarafından şehit edildi ve Efendimiz’in ayakları dibine defnedildi. Enes radıyallahu anh şöyle der: “Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem altmış üç yaşında vefat etti. Ebûbekir radıyallahu anh de altmış üç yaşında vefat etti, Ömer radıyallahu anh de altmış üç yaşında vefat etti.” (Müslim, Fedâil, 114)

Hz. Ömer radıyallahu anh’in kabri Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in Medine’de vefat ettikten sonra ebedi istirahata çekildiği Ravza-i Mutahhara’nın yanında bulunmaktadır.