Fatih Çiçek: Bu günlerde hepimizin psikolojisi bozuk
Bu günlerde hepimizin psikolojisi bozuk.
Hatta bırakın başkalarını kendimize normlar yani sağlıklı standart bir birey gözünden baktık mı? Bir çoğumuz anormal davranışlar sergiliyoruz. Öncelikle farklı farklı örneklendirmeler ile sizleri soruna odaklayacağım. Sonra çözümüne dair köklerimizden bulup çıkaracağımız bir reçetemiz muhakkak olacak.
1- Kaygı Bozukluğu (Anksiyete): Psikiyatri bilimi bunu da kendi içinde çeşitlendirir ancak biz sosyolojisini konuşacağımız için genel bir yaklaşım sergileyeceğiz. Çağımızda neredeyse hepimizin hayatının bir bölümünde düştüğü haldir bu. Gelecek endişesi yaşamaktan bugünü yaşayamayız. Bu hastalık yarının sorunlarını bugüne taşımaktır. Geçmiş travmaların gelecek bakışına olumsuz katkısı muhakkak vardır ama genelde gelecekle ilgilenir bu rahatsızlığı yaşayanlar. Bazen somut bir soruna odaklanıp istidatına (yeterliliğine) bakmadan onu çözme isteğinden de kaynaklanır bazende “ne olacak benim halim” gibi soyut bir karamsarlık yaklaşımından da kaynaklanır. Yaratılışa aykırı şekilde beceriksiz, özgüvensiz, yetersiz hisseden biri kendini inşâ edemez, ruhu tekamüle giremez. Sosyal medya, bireyleri sürekli olarak filtrelenmiş başarı hikayeleri ve idealize edilmiş yaşamlarla karşılaştırır. İşte bunlar hep gerçekçi olmayan bir yeterlilik çıtası koyar. Sonuçta kişi kendi doğal gelişim hızını (tekamül) engelleyecek şekilde daha başlangıçta yenilmişlik hissine kapılır. Bu durum insanın "eylemsizlik tuzağına" düşüşünü hızlandırır, çünkü atılacak her adım, sosyal medyada sergilenen gösterişli başlangıçlar ile kıyaslandığında yetersiz kalacaktır.
Yine başaramayacağı ve tek başına altından kalkamayacağı sorunları çözme isteği ve nereden başlayacağını bilememesi sebebiyle düşünceleri kısır döngüye giren insanlarla dolu etrafımız. Örneğin kira, gıda ve temel ihtiyaçlardaki öngörülemeyen artışlar, bireyin yeteneklerinin (istidatının) ötesinde bir "hayatta kalma" sorununu sürekli gündeme getirir. Genç nesiller için ev sahibi olma veya emekli olabilme gibi hedeflerin erişilmez hale gelmesi, gelecekle ilgili somut bir endişe kaynağı yaratır. Gelecek kaygısı, kişinin sadece kendisini ilgilendiren bir olgu olmaktan çıkarıp, toplumsal bir sorununun doğal bir sonucu haline getirir. Sonucu uzak görüp ulaşamayacağını düşündüğü için eylemsizlik tuzağına düşen insanların çözümü yine kadim değerlerimizden gelmektedir. İnsanın kontrol gücü sınırlıdır. Olayların sonucunu (kaderini) değil, o sonuca giden yolda gösterdiği çabayı, niyeti ve kararı kontrol edebilir. Bu rahatsızlığı olan insanlar tedirginliklerini ve tereddütlerini, sürekli sorunları dile getirip onay bekleyerek belli ederler. Eylemsizliklerine kılıf arayışıdır aslında bu. Modern çağda bu durumu hayatının en azından bir bölümünde yaşamayan yoktur desek yeridir. Gerçi hayatlarının bir bölümünde bu buhranları çeken insanlar ortaya güzel bir ürün koyabiliyorlar ancak bizim sorun olarak gördüğümüz kitle yıllar boyunca bu sıkıntıdan kurtulamayanlar. 10-20-30 belki 40 yıl boyunca bu kaygı bozukluğu içinde yaşayanlar durumun normalinin bu olduğunu düşünüp iyimser yaklaşımlara mesafe besliyorlar. Hatta aynı sorunla yıllar boyunca yaşayan 2 kişiyi daha yanına aldığında sağlıklı insanı sağlıksız diye yaftalayabilecek bir noktaya kadar gelebilirler. Böyle insanlar istişare heyetlerinin çok önemli yerlerinde birçok hayırlı kararı engellemeye de sebep olurlar. Toplumsal bazda bu kaygı bozukluğunun ileri seviyesinde ki insanları çokça görüyorsak onları ötekileştirmeden sosyal hayatın içinde yer almalarını teşvik edecek nitelikte iletişim kurmalıyız fakat içinde bulundukları durumları da göz önünde bulundurarak toplum adına karar alacak kritik noktalardan uzak tutmalıyız.
Aslında bu rahatsızlık biraz da modern çağın getirdiği bir sorunlar yumağı. Zira günümüzde zihinsel olarak yorulup bedenen yorulmayan insan fizyolojisi dinlenemiyor. Beden yorulmadığı için dinlenme sinyali vermezken zihin sürekli aktif ve alarm vaziyetinde. Bu durum, kadim değerlerimizden gelen çözüme istinad eden beden ve zihin dengesini yani çalışma ve tefekkür dengesini kaybetmemize neden oluyor.
Ulvi bir hedef baskısı hissetmeyen ve hedefi öteler ötesine bağlayamayan insan ölümden de ömürden de korkuyor. İnsan, dünyadaki görevini tanımlayamama sorunuyla baş başa kalınca anksiyetenin "ne olacak benim halim" soyutluğunu da besmeleye başlıyor. Kişi, kısa vadeli haz ve hıza odaklandığında, ölüm korkusu (hayatın sonluluğu) karşısında savunmasız kalıyor. Haz ve hız çağında daha kendini bulamamış ama sosyal medyadan birkaç dakikalık quantum fiziğinin tanımını öğrenmiş konuşmaya çalışan insan dünyada ki görevini tanımlayamama ve nereden başlayacağını bilememe sorunuyla baş başa kalıyor. Fizik, kimya, biyoloji, teoloji ve teknoloji alanında ileri boyutta şeyler düşünmek ve konuşmak kişinin kendi zekasına dair yalancı bir tatmin duygusu oluşturuyor. Bu da hatalarına, eksiklerine ve kusurlarına örtü vazifesi görüyor.
Eğer bu kaygı somut bir soruna odaklıysa kişi onun çözümüne dair sonucu düşünür ama sonuca gidecek bütün yollara olumsuz yaklaştığı için yine adım atamaz. Çünkü ona düşenin o çözüm için iyi ya da kötü bir karar verip adım atmak olduğundan fazlasını yükler omuzlarına. Tevekkül, yanlış anlaşıldığı gibi pasif bir kadercilik değil, eylemden sonra kalbi sükûnete erdirme sanatıdır. Sonuç almayacaksam hiç yola çıkmayayım gibi mesnetsiz bir yaklaşıma insanoğlu öyle dayanaklarla öyle deliller bulur ki sonra o sorunun altında ezilir gider. Oysa büyük bir sorunu küçültüp yönetilebilir adımlara bölmek gerekir. Burada ki planlanan çözümleri istişare edip en az efor sarfederek, en hızlı ve en kolay şekilde iş sırası oluşturmak gerekir. Buraya kadar söylediğim bütün olgulara toplumumuzun %90’ı yabancı değildir ama çoğumuz kurtulabildiğimiz için normal insanlar tarafına geçebilmişizdir. Tabi her birimiz ne kadar kurtulduğumuzu tekrar ve tekrar düşünmeliyiz.
Fatih ÇİÇEK
28.11.2025