Adem ile Havva Hakkında | Adem ve Havva ile ilgili her şey!
Adem ve Havva, İbrahimi dinlerin yaratılış efsanesine göre ilk erkek ve kadındır.
İnsanlığın özünde tek bir aile olduğu ve herkesin tek bir çift orijinal atadan geldiği inancının merkezinde yer alırlar. Ayrıca, Yahudilik veya İslam'da tutulmasa da Hristiyanlıkta önemli inançlar olan insanın düşüşü ve orijinal günah doktrinlerinin temelini oluştururlar.
NET HABERLER | NURAN KIRLAK
Tevrat'ın Yaratılış Kitabı'nda, birden beşe kadar olan bölümlerde, iki farklı bakış açısına sahip iki yaratılış anlatısı vardır. İlkinde, Adem ve Havva'nın adı yoktur. Bunun yerine, Tanrı insanı Tanrı'nın suretinde yarattı ve onlara çoğalmalarını ve Tanrı'nın yaptığı her şeyin üzerinde vekil olmalarını emretti. İkinci anlatıda Tanrı, Adem'i topraktan biçimlendirir ve onu Aden Bahçesi'ne yerleştirir. Adem'e, iyiliği ve kötülüğü bilen bir ağaç dışında, bahçedeki bütün ağaçlardan yiyebileceği söylenir. Daha sonra Havva, Adem'in kaburga kemiklerinden birinden onun arkadaşı olması için yaratılmıştır. Masumdurlar ve çıplaklıklarından utanmazlar. Ancak bir yılan, Havva'yı yasak ağaçtan meyve yemeye ikna eder ve o meyvenin bir kısmını Adem'e verir. Bu eylemler onlara yalnızca ek bilgi vermekle kalmaz, aynı zamanda onlara utanç ve kötülük gibi olumsuz ve yıkıcı kavramları çağrıştırma yeteneği verir. Tanrı daha sonra yılanı ve toprağı lanetler. Tanrı, kadına ve erkeğe, Tanrı'ya itaatsizlik etme günahlarının sonuçlarının ne olacağını peygamberlik niteliğinde söyler. Sonra onları Aden bahçesinden kovar.
Mit, daha sonraki İbrahimi geleneklerde kapsamlı bir şekilde detaylandırıldı ve modern İncil bilginleri tarafından kapsamlı bir şekilde analiz edildi. Adem ve Havva ve onların etrafında dönen hikâye ile ilgili yorumlar ve inançlar, dinler ve mezhepler arasında farklılık gösterir; örneğin, hikâyenin İslami versiyonu, Havva'nın ilk sadakatsiz olması yerine, Adem ve Havva'nın kibir günahlarından eşit derecede sorumlu olduğunu savunur. Adem ve Havva'nın hikâyesi genellikle sanatta tasvir edilir ve edebiyatta ve şiirde önemli bir etkiye sahiptir.
Adem ve Havva'nın düşüş hikâyesi genellikle bir alegori olarak kabul edilir. Popülasyon genetiğindeki bulgular, özellikle Y kromozomlu ve Mitokondriyal Havva ile ilgili olanlar, tek bir ilk "Adem ve Havva" çiftinin hiçbir zaman var olmadığını göstermektedir.
Tevrat hikayesi
Yaratılış Kitabı'nın başlangıç bölümleri, kötülüğün dünyaya sızmasının efsanevi bir tarihini sunar. Tanrı, ilk erkek ve kadını (Adem ve Havva) kendi Aden Bahçesine yerleştirir, oradan kovulurlar; ardından ilk cinayet ve Tanrı'nın dünyayı yok etme ve yalnızca doğru yolda olan Nuh ve oğullarını kurtarma kararı; daha sonra bunlardan yeni bir insanlık türer ve dünyaya yayılır, ancak yeni dünya eskisi kadar günahkâr olsa da, Tanrı bir daha Dünyayı tufanla yok etmemeye karar vermiştir ve Tarih, Tanrı'nın seçilmiş halkı İsrailoğulları'nın soyundan geleceği İbrahim'in babası Terah ile sona erer. Ne Adem'den ne de Havva'dan İbranice kutsal metinlerde, Tarihler 1:1'de bir soy kütüğünde Adem'in tek bir listelenmesi dışında bahsedilmez, bu da hikâyelerinin Yahudi hikâyesinin önüne eklenmesine rağmen, onunla çok az ortak noktası olduğunu düşündürür.
Yaratılış anlatısı
Adem ve Havva İncil'in ilk erkeği ve ilk kadınıdır. Adem'in adı ilk olarak Yaratılış 1'dekolektif bir anlamda "insanlık" olarak geçer; daha sonra Tekvin 2–3'te, bunun belirli bir kişi "adem" olduğunu belirten İngilizce "the"ye eşdeğer olan belirlilik eki ha taşır.
Bu bölümlerde Tanrı, topraktan (adamah) "insan"ı (ha adam) yaratır, burnuna ruh üfler ve onu yaratılışın gözetmeni yapar. Tanrı daha sonra bu insana yan tarafından ya da kaburgasından birezer kenegdo, yani "yardımcı" yaratır. "kaburga" kelimesi Sümerce bir kelime oyunudur, çünkü ti kelimesi hem "kaburga" hem de "yaşam" anlamına gelir.
Ona ishsha, "kadın" denir, çünkü metin, onun ish, (erkek)ten oluştuğunu söyler.
Adem onu sevinçle karşılar ve okuyucuya bu andan itibaren bir erkeğin anne ve babasını bir kadına "yapışması" için bırakacağı ve ikisinin tek beden olacağı söylenir.
Düşüş
İlk erkek ve kadın, tüm yaratılışın vejetaryen olduğu ve şiddetin olmadığı Tanrı'nın Cennet Bahçesi'ndedir. İyiliği ve kötülüğü bilme ağacı olan biri hariç tüm ağaçların meyvelerini yemelerine izin verilir. Kadın, konuşan bir yılan tarafından yasak meyveyi yemesi için ayartılır ve ondan Ademe de verir.(Popüler efsanenin aksine, yılanla karşılaşmada orada olduğu anlaşılan adamı kandırmaz)
Tanrı her üçünü de lanetler; erkeğe ömür boyu süren ağır bir çalışma ve ardından ölüm, kadını doğum sancısına ve kocasına tabi olmaya ve yılana da karnının üzerinde gidip hem erkek hem de kadının düşmanlığını çekmesi cezaları ile.
Sonra Tanrı, iyiyi ve kötüyü bilmekte ilah’a benzeyen erkek ve kadının çıplaklığını giydirir, onları ikinci bir ağacın, hayat ağacının meyvesini yemesinler ve ebediyen yaşamasınlar diye bahçeden kovar.
Cennetten Çıkarılma
Hikâye Tekvin 3'te "Cennetten kovulma" anlatısı ile devam ediyor. Tekvin 3'ün biçim analizi, hikâyenin bu bölümünün bilgelik geleneğinde bir mesel ya da "bilgelik masalı" olarak nitelendirilebileceğini ortaya koymaktadır. Bu bölümün şiirsel anlatımları, hayatın paradokslarını ve acı gerçeklerini sorgulayan spekülatif bir bilgeliğe aittir. Bu karakterizasyon anlatının formatı, ayarları ve olay örgüsü tarafından belirlenir. Tevkin 3'ün biçimi de kelime dağarcığı tarafından şekillendirilir, çeşitli kelime oyunları ve çift anlamlı sözcüklerden yararlanılır.
Aden'den kovulma anlatısı, Yaratılış 3:1'de Tanrı tarafından yaratılan diğer herhangi bir hayvandan daha kurnaz bir hayvan olarak tanımlanan yılan ve kadın arasındaki diyalogla başlar, ancak YaratılışYılanı, Şeytan ile özdeşleştirmez.Kadın, yılanla konuşmaya ve yaratığın kinizmine, Tanrı'nın bilgi ağacından meyve yemeye karşı olan yasağını tekrarlayarak karşılık vermeye isteklidir.
Kadın,Tanrı'nın buyruğuna doğrudan karşı çıkan yılanın şartlarına göre diyaloğa girer.Yılan, kadına, meyveyi yerse Tanrı'nın ölmesine izin vermeyeceğine ve ayrıca meyveyi yerse "gözlerinin açılacağına" ve "iyiyi ve kötüyü bilerek Tanrı gibi olacağına" dair güvence verir. (Yaratılış 3:5). Kadın, ilim ağacının meyvesinin göze hoş geldiğini ve meyveyi yiyerek hikmet kazanmanın makbul olduğunu görür. Kadın meyveyi yer ve birazını erkeğe verir (Yaratılış 3:6). Bununla erkek ve kadın kendi çıplaklıklarını tanırlar ve incir yapraklarından peştamallar yaparlar (Yaratılış 3:7).
Bir sonraki diyalogunda, Tanrı erkeği ve kadını sorgular, ve Tanrı, erkeğe yaptığı yanlışı düşünmek için tasarlanmış retorik bir soru ile seslenerek diyalog başlatır. Adam, kendi çıplaklığını fark ettiği için korkudan bahçeye saklandığını açıklar. Bunu, Tanrı'nın emrine karşı gelmenin farkındalığını göstermek için tasarlanmış iki retorik soru daha izler. Adam daha sonra asıl suçlu olarak kadını işaret eder ve bu trajediden Tanrı'nın sorumlu olduğunu ima eder, çünkü kadın ona Tanrı tarafından verilmiştir. Tanrı, kadını kendini açıklamaya zorlar ve kadın suçu yılana atar. Daha sonra tüm suçlulara karşı üç yargının ilahi beyanı verilir. Bir yargı kahini ve suçun doğası önce yılana, sonra kadına ve nihayet erkeğe verilir. Tanrı yılanın üzerine ilahi bir lanet yerleştirir. Kadın, kendisini iki temel rolde etkileyen cezalar alır: Doğurganlık sırasında sancılar, doğum sırasında ağrılar yaşayacak ve kocasını arzularken kocası ona hükmedecektir. Adamın cezası, Tanrı'nın geldiği toprağa lanet etmesiyle
sonuçlanır ve Adam, metinde ölümsüz olarak tanımlanmamış olmasına rağmen, daha sonra bir ölüm kehaneti alır.
Metnin akışı içinde birden Adam kadına "Havva" (İbranice hawwah) adını verir, (Yaratılış 3:20) "çünkü o tüm yaşayanların annesidir". Tanrı, Adem ve Havva için deri giysiler yapar (Yaratılış 3:20).
Yaratılış 3:19'da Adem'e verilen ölüm kehanetinin çapraz yapısı, insanın "toz"dan (Yaratılış 2:7) yaratılışı ile başlangıca "dönüşü" arasında bir bağlantıdır: "Toprağa geri dönersiniz, çünkü ondan alındın, çünkü tozsun ve toprağa döneceksin."
Bahçe öyküsü, çiftin kovulmasını ve bu müzakerenin yürütülmesini belirleyen bir ilahi monologla sona erer.
Swahili literatüründe Havva'nın yasak ağaçtan yemesi ve İblis tarafından ayartılarak kovulmasına neden olur. Bunun üzerine Adem, Havva'yı takip etmek ve yeryüzünde onu korumak için yasak meyveden kahramanca yer.
Sürgün için verilen sebep, adamın hayat ağacından yemek yemesini ve ölümsüz olmasını engellemekti: "İşte, Adam iyiyi ve kötüyü bilmekle bizden biri oldu; ve şimdi elini uzatır ve hayat ağacından da alıp ve yerse sonsuza kadar yaşayacak".
Tanrı, Adem ve Havva'yı bahçeden sürgün eder ve girişi korumak için girişe "sürekli dönen kılıç" ve Kerubileri (koruma sağlayan doğaüstü varlıklar) yerleştirir.
Metnin tarihi ve Mitolojik kökler
İlkel Tarih, İsrail'in kökenlerinin tarihini yazan beş kitap olan Tevrat'ın başlangıç bölümlerini oluşturur. Bu, MÖ 5. yüzyıldaki mevcut biçimine benzer bir şey elde etti, ancak Yaratılış 1–11, Mukaddes Kitabın geri kalanıyla çok az ilişki gösteriyor:örneğin, karakterlerinin adları ve coğrafyası – Adem (insan) ve Havva (hayat), Nod Ülkesi ("Gezici") ve benzerleri - gerçek olmaktan ziyade semboliktir ve burada bahsedilen kişilerin,yerlerin ve hikâyelerin neredeyse hiçbiri başka hiçbir yerde görülmemiştir. Bu, bilginlerin, Tarih'e bir giriş olarak hizmet etmek üzere Tekvin ve Tevrat'a eklenmiş geç bir kompozisyon oluşturduğunu varsaymalarına yol açmıştır.
Ne kadar geç? bu bir tartışma konusu: bir uçta onu Helenistik dönemin bir ürünü olarak görenler var ki bu durumda MÖ 4. yüzyılın ilk on yıllarından daha erken olamaz; Yahvist kaynak bazı bilginler, özellikle de John Van Seters tarafından sürgünün Pers öncesi dönemine (MÖ 6. yüzyıl) tarihlenmektedir, çünkü İlkel Tarih, mit biçiminde çok fazla Babil etkisi içermektedir. İlkel Tarih iki farklı "kaynağa" dayanır: Rahip kaynağı ve bazen Yahvist kaynağı ve bazen de basitçe "Rahip olmayan" olarak adlandırılan kaynak; Yaratılış Kitabında Adem ve Havva'yı tartışmak amacıyla "Kâhin olmayan" ve "Yahvist" terimleri birbirinin yerine kullanılabilir olarak kabul edilebilir.
Mit yüksek sembolik öneme sahip insanlara, şeylere veya olaylara ya da sadece yanlış bir fikir veya yalana atıfta bulunur. Efsanevi" sıfatı, konuşma dilinde genellikle "masal benzeri, belirsiz, masalsı" ile eş anlamlı olarak kullanılır. Mit kavramı genellikle dinsel anlamda kullanılır ve anonim tasavvur edilen ve başlangıçta sözlü olarak yayılan olaylardır. Bu olaylar eski zamanlardan ve kahraman, cin ve tanrılardan bahseder.
Birçok araştırman Âdem ve Havva hakkındaki raporu bir mit olarak sayar. Birçoğu, Kutsal Kitap'ın yaratılış kaydını kabul etmeyi zor buluyor. Bu raporun eski halkların, özellikle de eski Babil’in yaratılış mitlerinden geldiğini iddia ediyorlar.
Bilmsel araştırmalar
Bilim camiasında genel olarak tüm canlıların aynı ortak ataya sahip olduğu kabul görür. Birçok din ve inanç ise canlıların birbirinden bağımsız ve kendine özgü tipler olarak yaratıldığı hikâyeleri dile getirirler.
Günümüzde yaşayan tüm insanlar, herhangi bir tür bariyeri tarafından bölünmemiş bir şekilde Homo sapiens’in tek bir popülasyonuna dahildirler.
Antropoglar, mevcut modern insan nüfusunun sadece Doğu Afrika’da evrildiği ve daha sonra Afrika dışına göç ederek –Afrika’dan çıkış modeli veya tümden yer değiştirme modeli olarak öne sürüldüğü şekilde. Avrasya’daki insan nüfusunu oluşturduğunu veya Çoklu bölge modelinin ileri sürdüğü gibi birbirine bağlı tek bir popülasyondan ayrılarak farklı bölgelerde evrildiği konusunda ikiye ayrılmıştır.
Yayılım modelleri
Chris Stringer ve Peter Andrews tarafından geliştirilen Afrika’dan çıkış modeline göre Homo sapiens, 200.000 yıl önce Afrika'da evrildi. 70.000 ile 50.000 yıl önce Homo sapiens Afrika'dan göç etmeye başladı ve sonunda Avrupa ve Asya'daki diğer Homo türleriyle yer değiştirdi. Afrika'dan çıkış modeli kadın mitokondriyal DNA ile erkek Ykromozomonun kullanıldığı araştırmalar tarafından desteklenir. MtDNA'nın 133 farklı çeşidinin kullanılarak inşa edildiği jeneaolik soy ağaçlarının analizlerinden sonra araştırmacılar, günümüzde yaşayan tüm insanların Mitokondriyal Havva adı verilen Afrikalı bir kadın atadan türemiş olduğu sonucuna varmıştır. Bunun yanında Afrika'dan çıkış modeli, insanlardaki mitokondriyal genetik çeşitliliğin Afrika nüfusu içinde en yüksek olduğu bulgusu tarafından da desteklenmektedir.
Afrika'dan tek bir çıkışla mı yoksa birden çok çıkışlarla mı göç olup olmadığı konusunda farklı teoriler vardır. Afrika'dan çoklu çıkışlarla göç etme ve dağılma modeli son yıllarda genetik, dilsel ve arkeolojik kanıtların desteğini kazanmış olan Güney yayılım kuramını içerir.Bu teoriye göre modern insan, 70.000 yıl önce Afrika Boynuzu’ndan başlayarak Asya kıtasının güney kıyıları boyunca yol alıp yayılmaya başlamıştır. Bu grup, Doğu Akdeniz kıyılarına kıyasla çok daha erken bir dönemde, ilk olarak Güneydoğu Asya ve Okyanusya bölgelerine yayılmış olup tarih öncesi bu ilk yerleşimler bu bölgelerde erken dönem insanlarına ait arkeolojik sitelerden elde edilen bulgular tarafından da desteklenmektedir. İkinci bir göç dalgası ise Sina Yarımadası üzerinden Asya’ya doğru olmuş ve insan kitlelerinin geniş Avrasya topraklarına yoğun şekilde yerleşmesiyle sonuçlanmıştır. Bu ikinci grup daha gelişmiş aletlere ve teknolojiye sahip olup ilk gruba kıyasla kıyısal besin kaynaklarından ve deniz ürünlerinden de daha az bağımlı idi. Diğer ilk grubun dağılımlarına dair birçok kanıt, her buzul çağın sonunda yükselen deniz seviyesi nedeniyle tahrip olmuştur.
Çok bölgeli evrim, Milford H.Wolpoff tarafından 1988 yılında insan evriminin örüntü ve şekillerini açıklamak için önerilmiş olan bir modeldir. Çok bölgeli evrim modeli, insan evriminin 2,5 milyon yıl öncesi Pleistosen dönemden günümüze kadar kesintisiz olarak sadece tek bir insan türünde gerçekleştiğini ve insanın dünya genelinde Home erectuc’tan modern Homo sapiens’e evrilmesiyle meydana geldiği görüşüne dayanır. Çoklu bölge hipotezine göre,fosiller ve genetik veriler insanın dünya çapında gerçekleşen evrimine dair kanıtlar olup Afrika’dan çıkış modeli tarafından öne sürülen insanın sadece Afrika kökenli olduğu ve Afrika'daki atalardan evrildiği varsayımıyla çelişmektedir. Nitekim Richard Leakey, bu tartışmayı çözmek için fosil kanıtların yetersiz olduğu görüşündedir.Ancak son zamanlarda özellikle Y-kromozom DNA’sı ve mitokondriyal DNA’daki haplo dair yapılan çalışmalar insanın Afrika kökenli olduğunu büyük ölçüde desteklemektedir. Bunun yanında otozomal DNA’ dan elde edilen kanıtlar da ağırlıklı olarak insanın Afrika kökenli olduğunu desteklemektedir. Aynı zamanda modern insanda ilksel ve arkaik karışımların da olduğu bazı çalışmalar tarafından gösterilmiştir.Yakın zamanda Neandertal genomu sıralaması ile Denisova insanı genom sıralaması da bu karışımların meydana geldiğini gösterebilmiştir. Buna göre Afrika kıtası dışında yaşayan modern insanlar genomlarında %2-4 arası Neandertal alelleri taşırken bazı Melanezyalılar buna ek olarak %4-6 arasında Denisova alelleri de taşımaktadır. Bu yeni sonuçlar, mutlak yorumlanması dışında Afrika'dan çıkış modeli ile de çelişmemektedir. Toba volkan felaketi nedeniyle oluşan genetik darboğaz atlatıldıktan sonra oldukça küçük bir grup Afrika'dan ayrıldıktan sonra –büyük olasılıkla OrtaDoğu’ da, hatta Kuzey Afrika'da henüz tam olarak ayrılmadan önce– Neandertallerle melezleştiler ve onların hala ağırlıklı olarak Afrikalı olan torunları dünyanın tüm bölgelerine yayıldılar. Onların torunlarından bir kısmı Bunun yanında Neandertal ve Denisova insanının majör histokompatibilite kompleksihaploptipleri MHC sınf molekülleri aynı zamanda modern Avrasya ve Okyanusya nüfuslarında da tespit edilmiştir.
Çoğalma
Tekvin 4, Adem ve Havva'nın ilk çocukları Cain ve Abel’ın doğumu ve ilk cinayetin hikâyesi de dahil olmak üzere bahçenin dışındaki hayatı anlatır. Adem ve Havva'nın üçüncü oğlu Şit doğar ve Adem'in "başka oğulları ve kızları" vardır (Yaratılış 5:4).
Tekvin 5, Adem'in Şit'ten Nuh'a kadar olan torunlarını, ilk oğullarının doğum ve ölüm yaşlarıyla birlikte listeler. Adem'in ölüm yaşı 930 olarak verilir. Bitiş Kitabına göre, Kain, Adem ve Havva'nın kızı olan kız kardeşi Awan ile evlenir.Adem ve Havva İbrahimi dinlere göre yaratılan ilk insanlardır ve dünyadaki tüm insanlar onların soyundan geldiğine inanılır. İbrahimi dinlere göre farklılık gösterebilir hatta din içinde dahi görüş ayrılıkları vardır.
Bilimsel Açıdan
Bilimsel olarak, insanların kendine özgü olmadığından ve genetik kanıtların gösterdiği gibi hominidlerle yakın akrabalığından dolayı efsanenin bilimsel açıdan bir değeri yoktur.
Tevrat'ta Havva'nın işlediği günah için cezalandırıldığı yazar. Ceza olarak Havva doğum yaparken çok acı çekecektir. Yahudilere göre bütün doğum sancısı, adet, hamilelik, mide bulantısı gibi etkiler bu cezadan kaynaklanır. Adem ve Havva'nın çocuklarının isimleri
· Kabil (Cain olarak da geçer)
· İklima
· Abdülmugis
· Emtülmugis
· Şît
· Habil (Abel olarak da geçer)
· Lebuda
· Kainan
· Kelimath
· Luiza
· Aklejane
· Azura
· Luluva
Bu isimler İsrailiyat kaynaklıdır. Gazi Nasruddin Beyzavi, Nizamu’t-Tevarih adlı kitabında Adem ve Havva’nın çocuklarının sayısı hakkında şunları demiştir: Havva her hamile kaldığında bir erkek ve birde kız çocuğu dünyaya getirirdi. O hamilelikten dünyaya gelen her kız çocuğu bir önceki hamilelikten dünyaya gelen erkek çocuğuyla evlendirilirdi. Gazi devamında şöyle demektedir: Havva 120 kez hamile kaldı ve kabil dördüncü hamileliğinden dünyaya gelmiştir. Habil’in ölümünden beş yıl sonra bir erkek çocuk dünyaya tek bir erkek çocuk geldi. Hazreti Âdem onun ismini “Şis” koydu ve buyurdu ki : “bu Habil’in yerine mübarek bir çocuktur. O peygamber olacaktır.“ Kendisine göre Havva ve Adem'in toplam 239 çocuğu vardır. Taberi'e göre 3 olasılık vardır: ya 120 çocuk kız ve erkek karışık ya 40 erkek ve kız ya da 25 erkek ve dört kız.
Kutsal Kitap’a dayanan kronoloji
Kutsal Kitap'ın ayetlerine dayanan bir hesaplama MÖ 4026'yı Adem ve Havva'nın yaratılış yılı olarak gösterir.
Yahudilikte
MS 9. yüzyıldan bu yana, MÖ 3762 ile 3758 arasındaki çeşitli tarihler, Yahudi bilginler tarafından yaratılış zamanı olarak öne sürülmüştür. Ancak kesin tarih MÖ 7 Ekim 3761, artık Yahudilikte genel olarak kabul edilmektedir. Bu hesaplamaların altında yatan tarihler belirsizdir. Hahamlar, Başlangıç kitabındaki soy kütüklerini yaratılış tarihini hesaplamak için kullandılar ve ardından hesaplarına Başlangıç kitabının yazılışından bu yana geçen zamanı eklediler. Belirsizliklere rağmen, birçok Yahudi bu tarihleme sistemini geleneğe bağlılığın bir işareti olarak kullanıyor.
Erken Hristiyanlıkta
İlk Hristiyan tarihçiler Sezariyeli Eusebius (MS 325 civarında) ve Hieronymus (MS 380 civarında), Yunanca Septuagint'e dayanarak, Mesih'in doğumunu MÖ 5200'e ve dolayısıyla yaratılışı MÖ 5199'a tarihlendirdiler. Bunu Martyrologium Romanum'un ilk baskıları ya da İrlandalı Dört Usta'nın Yıllıklar'ı izledi.
Hippolytus, İskenderiyeli Klemens ve diğerlerinin ilk tarihlendirmelerinden sonra, İskenderiyeli yaratılış tarihi hesaplaması MÖ 25 Mart 5493'e hesaplandı.
İskenderiye dönemi İskenderiyeli Panodoros tarafından da hesaplanmıştır. 19 Mart veya 29 Ağustos 5492'de başlar.
Bizans İmparatorluğu'ndaki veya Yunan-Bizans takvimindeki kronolojiye göre, ilk Hristiyan tarihçilerden farklı olarak, Mesih'in doğumu, AM 5510 yılında ve dolayısıyla yaratılış yılı MÖ 5509 yılına konulmuştur.
Beda Venerabilis, yaratılış gününü MÖ 18 Mart 3952 olarak hesapladı. Joseph Justus Scaliger, 1583'te yaratılış tarihinin MÖ 3950 olduğunu belirledi. O, Papa XIII. Gregor için tarihsel olayların tutarlı bir kronolojisi hazırladı. James Ussher’ın 1650'de oluşturulan Ussher-Lightfoot takvimi de yaratılıştan beri dünya tarihinin bir kronolojisini temsil ediyor. Yaratılış MÖ 22 Ekim 4004'e (Gregoryen takvime göre MÖ 20 Eylül 4003'e eşdeğer). John Lightfoot ise yaratılış yılı olarak MÖ 3929 yılını hesapladı.
Aden Bahçesi
Aden Bahçesi (İbranice: גַּן עֵדֶן, Gan Eden; Arapça: جنة عدن, Jannat ‘Adn), Kitab-ı Mukaddes’te Adem ile Havva’nın yaşadığı cennet bahçesidir. Eden'in Orta Doğu’da bir yerde olduğu düşünülmektedir. Aden sözcüğü zevk anlamına geldiğinden Zevk Bahçesi olarak da adlandırılabilir. Kitabı Mukaddes Aden Bahçesi'ni Tanrı'nın Bahçesi ve cennet olarak da adlandırır. Aden Bahçesi'nin doğuda yer aldığı ve içinden geçen bir ırmağın bölünerek dört kol olduğu belirtilir. Bu ırmaklar Aden Bahçesi'ni sulayıp bahçenin dışından akmaya devam ederler. Adem ile Havva'nın Tanrı'ya itaat ettikleri sürece bu bahçede sonsuza dek yaşayabilecekleri belirtilir.
Bahçenin yeri
Aden bahçesinin yeri hakkında Kutsal Kitap şunu belirtir:
Bahçeyi sulamak için Aden’den doğan bir ırmak vardı; sonra orada bölündü ve dört kol oldu. Birincisinin adı Pişon’dur; altın yatakları olan tüm Havila diyarının çevresinden akan budur. Bu diyarın altını iyidir. Kokulu reçine ve oniks taşı da vardır. İkinci ırmağın adı Gihon’dur; tüm Kuş diyarının çevresinden akan budur. Üçüncü ırmağın adı Dicle’dir; Asur’un doğusundan akan budur. Dördüncü ırmak ise Fırat’tır.”
1. Fırat (İbranice Peráth): Türkçe adı Fırat Nehri, İbranice Peráth ve Eski Farsça Ufratu'ya çok benzer. Yaklaşık 2.700 km uzunluğundaki Fırat'ın iki ana kaynak nehri vardır. Karasu olarak bilinen biri, Karadeniz'in güneydoğu köşesinden yaklaşık 100 km uzaklıkta, Türkiye'nin kuzey doğusunda yer alır. Murat Nehri adı verilen diğeri ise Van Gölü ile Ağrı Dağları arasında yaklaşık olarak yarı yolda başlar. Birleşmelerinden sonra nehirler Basra Körfezi'ye akan Fırat'ı oluşturur.
2. Dicle (İbranice Hiddekel): "Hiddekel" eski yazıtlarda Dicle'yi temsil eden isimdir. Eski Farsça adı Tigra'ydı ve Yunanca Tigris adı da buradan geliyor. Arapçada buna Shatt Ad Didschla denir.
Dicle, Ermeni yaylalarında çıkar (bugünkü Türkiye'nin doğusunda). Dicle'nin batılı kaynak nehri en uzaktadır; Elazığ'ın yaklaşık 25 km güneyinde ve Fırat'ın kaynağından sadece birkaç kilometre uzaklıkta Antitoros'un güney yamaçlarından geliyor. Bu nedenle, küresel tufan dünya yüzeyinde topografik değişikliklere neden olmadan önce bu iki akıntının tek bir kaynağa sahip olması mümkündür. Batı kaynak nehri 240 km güneydoğu yönüne akar ve daha kısa olan doğu kaynak nehirleriyle birleşir. Daha sonra ırmak, Van gölünün batı ucunun güneyinde daha güneye doğru bir rota alır. Basra Körfezi'ne erişmeden önce Fırat'la birleşir.
Genel olarak, eski zamanlarda Dicle ve Fırat'ın ayrı ayrı denize döküldüğü, ancak yüzyıllar boyunca körfezin üst ucunun kademeli olarak nehir tortuları tarafından doldurulduğu ve böylece şimdi iki nehrin Basra Körfezi'ne erişmeden önce birleştiği varsayılır. Daha sonra, yaklaşık 160 km sonra Basra Körfezi'ne akan geniş Şatt El Arab'ı oluştururlar.
3. Gihon: Bugün bu ırmağı tanımlamak mümkün değildir. Uzmanlar arasında değişik görüşler var.
İngiliz Mısırbilimci David Rohl, , Türk nehri Aras'ı Gihon olarak tanımladı. Rohl, Aras'ın 7. yüzyıla kadar Gyhun adı altında iyi bilindiğini kanıtlayan İslam'ın İran'ı işgali zamanından bir belgeden alıntı yapıyor. Gyhun etrafındaki bölgenin eski adı, Başlangıç Kitabı'nda da geçen bir isim olan Kuş'tu. Bölgedeki tepelerden biri hala Kuscha-Dagh ("Kuş Dağı") olarak adlandırılıyor.
4. Pişon: Pisonun tespiti sadece varsayıma dayalıdır.
İslam'da
İslam'da, rolü insanlığın babası olan Adem (Ādam; Arapça: آدم), Müslümanlar tarafından saygıyla karşılanır. Havva (Ḥawwāʼ; Arapça: حواء) "insanlığın annesi"dir. Adem ve Havva'nın yaratılışına Kuran'da atıfta bulunulur, ancak farklı Kuran yorumcuları gerçek yaratılış hikayesi hakkında farklı görüşler verirler. (Kur'an, Nisa Suresi, 1. ayet)
Kur’ân-ı Kerîm’e göre Âdem’in yaratılışının diğer insanlarınki gibi olmadığı kesindir. Özellikle Âl-i İmrân sûresinin elli dokuzuncu âyetinde, “Allah nezdinde -yaratılış bakımından- Îsâ’nın durumu Âdem’e benzer; Allah onu topraktan yarattı; sonra ona ‘ol!’ dedi ve oluverdi” denilerek bu iki peygamberin yaratılışlarındaki olağan üstü duruma işaret edilmiştir.
Hz. Âdem’in yaratıldığı madde, çeşitli âyetlerde değişik terimlerle ifade edilmektedir. Fahreddin er-Râzî bu âyetlerde onun yaratılış keyfiyetinin muhtelif şekillerde tasvir edildiğini belirterek bunları şöyle sıralamaktadır: Toprak (türâb), su (mâ’), çamur (tîn), akışkan veya süzme çamur (sülâle min tîn), yapışkan çamur (tîn lâzib), kurumuş çamur (salsâl). Salsâl Kur’an’da farklı ifadelerle tekrarlanmıştır. (Hicr 15/26, 28, 33; er-Rahmân 55/14). Râzî’ye göre bunların ilkinde “porselen (hazef) gibi ses çıkaran (fehhâr) kurumuş çamur”, ikincisinde “bir müddet suda kaldığından rengi siyahlaşmaya yüz tutmuş madde (hame’)”, üçüncüsünde de “kokusu değişmiş madde (mesnûn)” kastedilir. Bu âyetleri ve burada belirtilen tabirleri bir nevi tekâmül anlayışı içinde yorumlamak isteyen teşebbüsler görülmektedir. Özellikle, “İnsanın üzerinden öyle uzun bir zaman geçti ki -o vakit- o, anılmaya değer bir şey bile değildi” meâlindeki âyetten (el-İnsân 76/1), Hz. Âdem’in yaratılışından bedenî ve ruhî yönleriyle tam bir insan haline gelmesine kadar uzun bir zaman geçtiği mânası çıkarılabilir. Nitekim Abdullah b. Abbas’tan nakledilen bir rivayette, Âdem’in çamur halinden başlayarak her yaratılış safhasında kırk yıl kaldığı belirtilmektedir. Fakat bu rakamı kesin kabul etmeyip çokluktan kinaye saymak gerekir. Ayrıca göklerin, yerin ve bunlardaki şeylerin altı günde yaratıldığını bildiren âyetlerdeki “gün” tabirini “devir” şeklinde yorumlayan görüşün tercih edilmesi ve Râzî’nin de işaret ettiği gibi gerçek insanın “düşünen nefs” olduğunun kabul edilmesi halinde, bedenin bu nefsi yahut ruhu kabullenecek duruma gelinceye kadar uzun bir gelişme devresi geçirdiğini düşünmek mümkündür.bedenin bu nefsi yahut ruhu kabullenecek duruma gelinceye kadar uzun bir gelişme devresi geçirdiğini düşünmek mümkündür.
Bütün ilgili âyetlerde Âdem’in yaratılması olayında Allah’ın irade ve kudretinin etkisine özellikle dikkat çekilmiştir. Ayrıca Âdem’in herhangi bir başka canlıdan tekâmül suretiyle değil, topraktan ve tamamıyla bağımsız bir canlı türün ilk atası, yeryüzünde, öteki bütün canlı ve cansız varlıkların aksine, yükümlü ve sorumlu tutulan ve bunun için gerekli mânevî, ahlâkî, zihnî ve psikolojik kabiliyetlerle donatılmış bir varlık olarak yaratıldığı, tartışmaya yer vermeyecek şekilde açıklanmıştır. Bu sebepledir ki insanın yaratılışının bu özel yanını bütünüyle reddederek onu bayağı canlılar seviyesine indiren teorileri İslâm inançları ile bağdaştırmak mümkün değildir.
İslâmî kaynaklarda da Âdem’in yaratıldığı toprağın nereden alındığına ve mahiyetine dair rivayetler vardır. Bir rivayete göre Allah, Âdem’in yaratılacağı toprağı getirmesi için yeryüzüne önce Cebrâil’i göndermiş, fakat yeryüzü kendisinden toprak alınmasına müsaade etmemiştir. Bunun üzerine Mîkâil görevlendirilmiş, o da başaramayınca bu defa “ölüm meleği” bu işe memur edilmiştir. Ölüm meleği, yeryüzünün itirazına rağmen toprağı almayı başarmıştır. Bu melek yeryüzünün çeşitli yörelerinden aldığı kırmızı, beyaz ve siyah toprak örneklerini birbirine karıştırmış, daha sonra göğe çıkarak toprağa su katmış ve onu yapışkan çamur haline getirmiştir. Çamur siyahlaşıp kokmaya başlayınca Allah bu çamurdan Âdem’i yaratmıştır.; Âdem’in yaratılışı ile ilgili başka bazı rivayetlerde onun baş ve yüzünün Kâbe toprağından, göğsünün ve sırtının Beytülmakdis, baldırlarının Yemen, bacaklarının Mısır, ayaklarının Hicaz, sağ elinin doğu, sol elinin de batı topraklarından yaratıldığı nakledilmektedir. Ancak, menkıbeyi andıran bu rivayetler İslâm âlimlerince itimada şayan görülmemiştir.
Tevrat’ta Âdem’in yeryüzünde, altıncı günde yerin toprağından yaratıldığı bildirilmekte, başka bilgi verilmemektedir. Apokrif kabul edilen kitaplarda ise Âdem’in, yaratılışın altıncı günü olan cuma gününün ilk saatinde Kudüs’te yaratıldığı nakledilmektedir. Yine yahudiler Âdem’in milâttan önce 3761-3760’ta yaratıldığını kabul ederler Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Âdem’in hangi günde yaratıldığı belirtilmemekte, ancak hadislerde onun cuma günü yaratıldığı, o günde cennete konulduğu, yine cuma günü cennetten çıkarıldığı, aynı günde tövbesinin kabul edildiği ve yine bir cuma günü vefat ettiği haber verilmektedir. İslâmî kaynaklarda, Hz. Âdem’in yaratılmasından önce yeryüzünde insan veya ona benzer akıllı ve şuurlu bir varlık bulunup bulunmadığı konusu tartışılmıştır. Bu tartışmanın sebebi, Âdem’in yaratılışıyla ilgili âyetlerde geçen halîfe kelimesiyle, Bakara sûresinde meleklere atfedilen, “Yeryüzünde orayı fesada verecek ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” anlamındaki ifadedir. Bir görüşe göre, Kur’ân-ı Kerîm’de Âdem’e ve onun soyuna halife denildiğine bakılırsa yeryüzünde Âdem’den önce başka bir insan türü yaşamış olmalıdır. Bunlar orayı fesada verdikleri ve kan döktükleri için helâk edilmişlerdir. Bu sebeple Âdem ve soyu halife yani bu eski insanların halefi olmuş, onların yerine geçmiştir. Melekler Âdem’in neslinin fesat çıkaran ve kan döken varlıklar olacağını bu eski insanlarla kıyaslayarak ileri sürüyorlardı. Bundan başka, Hz. Âdem’den önce yeryüzünde Hin ve Bin veya Tim ve Rim diye adlandırılan varlıklar bulunduğu, bunların cinlerden önce var olduğu, dünyada fesat çıkardıkları, kan döktükleri ve bu yüzden Allah’ın bunları helâk ettiği şeklinde rivayetler varsa da bunlar İsrâiliyat’tan veya eski İran folklorundan geçmiş hikâyeler olup İslâmî bir temele dayanmamaktadır. İbn Haldûn bu tür rivayetleri asılsız bulmakta, Âdem ve soyu hakkında Kur’an’da bildirilenlerden başka güvenilir bilgiye sahip olmadığımızı belirtmektedir.
Bütün güvenilir tefsirlere göre, meleklerin Hz. Âdem ve soyu hakkındaki bilgileri ya Allah’ın daha önce bu konuda onlara mâlûmat vermesinden veya levh-i mahfûzda yazılı olanları öğrenmiş olmalarından kaynaklanmış, yahut melekler günahsız oldukları için kendileri gibi olmayan varlıkların günah işleyecek bir tabiatta yaratılmış olmaları gerektiğini düşünmüşlerdir. Aynı şekilde Hz. Âdem ve soyunun halife diye tanıtılması da Âdem’den önce bir insan türünün yaşamış olduğu sonucuna götürmez. Zira daha tutarlı ve genel kabul gören bir görüşe göre bu kelime, “daha önceki bir insan topluluğunun halefi, onların yerini alan” mânasında değil, “Allah’ın vekili, yeryüzünde O’nun hükümlerini yaşatan, uygulayan, dünyayı imar, insanları idare ve terbiye eden, dünyadaki diğer bütün canlılardan üstün olan, onları emri altına alan” anlamında kullanılmıştır. Bu kelimeden, Âdem ve soyunun daha önce yeryüzünde yaşamış olan cinlerin veya meleklerin halefleri olduğu mânasını çıkaranlar da vardır. İbn Abbas’tan nakledilen bir rivayete göre de yeryüzünde daha önce cinler yaşamaktaydı; Allah bunları oradan uzaklaştırdı ve yerlerine Âdem ile soyunu yarattı. Hasan-ı Basrî ise En‘âm sûresinin 165. âyetini delil göstererek insanların, tarihin akışı içinde birbirlerinin yerine geçtikleri için halife diye nitelendirildiklerini söyler.
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Âdem’le ilgili âyetlerde bu konu genellikle üç ayrı noktadan ele alınmıştır. Öncelikle Âdem’in son derece önemsiz bir madde olan topraktan başlamak üzere bedenî ve ruhî yönleriyle tam ve kâmil bir insan haline gelinceye kadar geçirdiği safhalardan söz edilir ve bu suretle Allah’ın kudretinin üstünlüğü vurgulanmış olur. İkinci olarak Âdem’in varlık türleri arasındaki mevkiinin yüksekliğine işaret edilir. Bu âyetlerde hem Âdem’in hem de onun soyunun yeryüzünün halifeleri olduğu, Allah’ın kendilerine verdiği aklî, zihnî, ahlâkî vb. meziyetlerden, dolayısıyla hem Allah’a ibadet eden hem de yeryüzünde Allah’ın hükümlerinin yerine getirilmesini sağlayan, ayrıca diğer birçok varlık türlerini kendi hizmetinde kullanabilen varlık olduğuna dikkat çekilir. Çeşitli âyetlerde Allah’ın emri uyarınca meleklerin Âdem’e secde ettikleri bildirilmektedir Buna göre Allah Âdem’i meleklerden daha üstün ve onların saygısına lâyık bir mertebede yaratmıştır. Bu meziyet yalnız Âdem’e münhasır olmayıp aynı zamanda bütün insanlığa şâmil bir şereftir. Kur’an’da başka vesilelerle de insanoğlunun bu meziyetine işaret edilmiştir Kur’ân-ı Kerîm’in Âdem’le ilgili olarak ele aldığı üçüncü konu onun peygamberliğidir. Hz. Âdem’in nebî veya resul olduğunu açık ve kesin olarak ifade eden âyet yoksa da yine Kur’an’ın açıkladığına göre, “Âdem rabbinden vahiy (kelimât) almıştır” (el-Bakara 2/37). Allah ona hitap etmiş, yükümlülük ve sorumluluğunu bildirmiştir. el-Bakara 2/33, 35; el-A‘râf 7/19; Tâhâ 20/117). Başka bir âyette de Allah’ın Nûh, İbrâhim hânedanı ve İmrân hânedanı ile birlikte Âdem’i de âlemlere üstün kıldığı belirtilmekte Âl-i İmrân 3/33), böylece dolaylı olarak onun peygamber olduğuna işaret edilmektedir. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer alan bir hadiste ilk peygamberin kim olduğu yolundaki bir soruya Hz. Peygamber’in Bütün ilgili âyetlerde Âdem’in yaratılması olayında Allah’ın irade ve kudretinin etkisine özellikle dikkat çekilmiştir. Ayrıca Âdem’in herhangi bir başka canlıdan tekâmül suretiyle değil, topraktan ve tamamıyla bağımsız bir canlı türün ilk atası, yeryüzünde, öteki bütün canlı ve cansız varlıkların aksine, yükümlü ve sorumlu tutulan ve bunun için gerekli mânevî, ahlâkî, zihnî ve psikolojik kabiliyetlerle donatılmış bir varlık olarak yaratıldığı, tartışmaya yer vermeyecek şekilde açıklanmıştır. Bu sebepledir ki insanın yaratılışının bu özel yanını bütünüyle reddederek onu bayağı canlılar seviyesine indiren teorileri İslâm inançları ile bağdaştırmak mümkün değildir.
Tevrat’taki bilgilerin aksine Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Âdem’in ilk günahı kadının teşvikiyle işlediğine dair hiçbir ifade yoktur. Nitekim Tevrat’ta yılanın Havvâ’yı, onun da Âdem’i kandırdığı belirtilirken Kur’an’da şeytanın ikisinin içine vesvese soktuğu (el-A‘râf 7/20), ikisine de hata işlettiği (el-Bakara 2/36) bildirilmektedir. Tâhâ sûresinde (20/120-121), “Şeytan onun aklını karıştırdı ve ‘Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?’ dedi. Bunun üzerine ondan (ağacın meyvesinden) yediler” denilmektedir. Muhtemelen bu âyette, vahye muhatap olması sebebiyle asıl sorumluluk Âdem’e ait olduğu için şeytanın doğrudan ona hitap ettiği bildirilmiş, Havvâ’ya hitabından söz edilmemiştir.
İslam'da "asli günah" kavramı yoktur, çünkü İslam'a göre Adem ve Havva Tanrı tarafından affedilmiştir. Allah meleklere Adem'e secde etmelerini emrettiğinde İblis, "Neden insana secde edeyim? Beni saf ateşten onu ise topraktan yarattın" demiştir. (Kur'an 7:12)
Kur’ân-ı Kerîm’de Havvâ’nın yaratılışından bahsedilmemekte, kocası Âdem ile birlikte cennete yerleştirilmeleri ve sonra oradan çıkarılışları anlatılmaktadır (el-Bakara 2/35-38; el-A‘râf 7/19-25; Tâhâ 20/117-123). Yine Kur’an’da Hz. Âdem’in topraktan yaratıldığı belirtilmekte (Âl-i İmrân 3/59), öte yandan, “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinizden sakının” (en-Nisâ 4/1; el-A‘râf 7/189; ez-Zümer 39/6) denilmektedir. Genellikle müfessirler, âyetteki nefis kelimesiyle Hz. Âdem’in kastedildiğini söylemekte ve buna delil olarak da şu hadisi göstermektedirler: “Kadınlar hakkında hayır tavsiye ediniz (onlara iyi davranınız); çünkü kadın eğri kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburgakemiğinin en eğri kısmı baş tarafıdır. Onu doğrultmaya çalışırsan kırarsın, hali üzere bırakırsan öyle eğri kalır. Kadınlar hakkında hayır tavsiye ediniz”
Kummi'nin Cennet Bahçesi hakkındaki tefsirinde böyle bir yer tamamen dünyevi değildi. Kuran'a göre, hem Adem hem de Havva göksel cennette yasak meyveyi yediler. Sonuç olarak, ikisi de Tanrı'nın temsilcileri olarak Dünya'ya indirildiler.
Âdem’in Cennetten Çıkarıldıktan Sonraki Hayatı. Hz. Âdem’in hayatının yasak meyveyi yedikten ve cennetten çıkarıldıktan sonraki dönemi hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de bilgi yoktur. Diğer İslâmî kaynaklardaki haberler ise genellikle yahudi geleneğinden aktarılmış bilgilerdir. Tevrat’a göre Âdem, iyiliği ve kötülüğü bilme ağacından yedikten sonra Rab Allah, hayat ağacından yiyip ebediyen yaşamasın diye onu Aden (Eden) bahçesinden çıkarıp kovar. Kur’ân-ı Kerîm’de ise şeytanın iğvâsı sonucu Allah’ın yasağını çiğneyen Âdem ile Havvâ’ya (ve şeytana), “Birbirinize düşman olarak inin; yeryüzünde kalıp bir süre yaşamanız lâzımdır” (el-Bakara 2/36); “Hepiniz oradan inin” (el-Bakara 2/38) denildiği belirtilmektedir. Âdem ile Havvâ’nın cennetten veya Aden bahçesinden çıkarıldıktan sonra nerede, ne kadar yaşadıkları konusunda Ehl-i kitap literatüründeki bilgiler, Kitâb-ı Mukaddes dışı kaynaklara dayanır. Apokrif sayılan kitaplara göre Âdem ile Havvâ Aden bahçesinden atıldıktan sonra aç kalmışlar, cennette yediklerine benzer yiyecek bulamayınca tövbe etmeye karar vermişlerdir. Havvâ boynuna kadar Dicle sularına girerek otuz yedi gün, Âdem ise Erden ırmağında kırk gün kalmış, böylelikle Tanrı’nın lutfuna nâil olmak istemişlerdir. On sekizinci günün sonunda şeytan bir melek şeklinde Havvâ’ya görünmüş, Âdem ile Havvâ’nın suçlamaları karşısında kendi düşüşünün de Âdem yüzünden olduğunu, çünkü ona secde etmek istemediğini, dolayısıyla da Âdem’e karşı öfke dolu olduğunu bildirmiştir.
Âdem ile Havvâ cennetten atıldıktan sonra pek çok güçlükle karşılaşırlar. Tanrı onların ikametleri için kaya içinde bir mağara tahsis eder. Çeşitli sıkıntı ve güçlükler karşısında Tanrı her defasında yardımlarına gelir ve onlara, 5500 sene sonra, bütün iyilerin tekrar cennete döneceklerini müjdeler; teselli için de cennetten bazı hâtıralar verir. Tâlimatı üzerine melek Mîkâil altın çubuklar, Cebrâil buhur, İsrâfil ise mür getirir. Bu üç nesne, hayat ağacının yanındaki kaynakta ıslatıldıktan sonra Âdem’e verilir. Âdem de bunları mağaraya koyar. Bu sebeple bu mağaraya “Hazineler Mağarası” denilmiştir. La caverne des trésors’da ise, Âdem ile Havvâ’nın, daha evlenmeden cennetten çıktıkları, cennetin yakınındaki bir dağın tepesinde buldukları bir mağarada saklandıkları bildirilmektedir. Bir kısım müslüman tarihçilerin naklettikleri, ancak Kur’an ve sahih hadislerde yer almayan bazı rivayetlere göre cennetten yeryüzüne inme emri üzerine, Âdem Hindistan’a, rivayetlerin ekserisine göre ise Seylan (Serendib) adasına, Havvâ da Cidde’ye inmiştir. Daha sonra onlar Müzdelife ve Arafat’ta buluşmuşlardır. İslam'da "asli günah" kavramı yoktur, çünkü İslam'a göre Adem ve Havva Tanrı tarafından affedilmiştir. Allah meleklere Adem'e secde etmelerini emrettiğinde İblis, "Neden insana secde edeyim? Beni saf ateşten onu ise topraktan yarattın" demiştir. (Kur'an 7:12)
Hz. Âdem’in dili İslâmî telakkiye göre Arapça, yahudi ve hıristiyanlara göre ise Ârâmîce idi. Cennette Arapça, yeryüzüne inince de Süryânîce konuştuğu, on iki yazı çeşidi ile 700 dil bildiği de öne sürülmüştür.
Bir kısım yorumcular Meleklerin Adem'in önünde eğilme emrini insanlığın yüceltilmesi, diğerleri ise Adem'e dünyadaki insanların en büyük düşmanının egoları olacağını gösterme eylemi olarak görüyor.
Hz. Âdem’in dili İslâmî telakkiye göre Arapça, yahudi ve hıristiyanlara göre ise Ârâmîce idi. Cennette Arapça, yeryüzüne inince de Süryânîce konuştuğu, on iki yazı çeşidi ile 700 dil bildiği de öne sürülmüştür.
İsrâiliyat’tan kaynaklanan bazı bilgilere göre Âdem ile Havvâ, cennetten çıktıktan 223 gün sonra evlenmişlerdir. İnsanlar Hz. Âdem’le Hz. Havva’dan doğarak çoğalmışlardır
Havvâ, Âdem’e her batında bir kız ve bir erkek olmak üzere, yirmi batında kırk çocuk doğurmuştu. İlk ikizler Kābil ile kız kardeşi Aklîmâ, son ikizler ise Abdülmugīs ve Emetülmugīs’tir. Sadece Şît tek doğmuştur. Kābil ve Aklîmâ’dan sonra ise Hâbil ile Lebûda doğmuştur. Âdem’in ilk çocuklarının isimleri, apokrif kabul edilen kitaplarda farklı şekillerde verilmektedir. “Hazineler Mağarası”na göre Kābil ile (Caiǹ) Lebûda, Hâbil ile (Adel) Kelimath; “Âdem’in Vefatı” (La mort d’Adam) adlı esere göre Kābil ile Kainan, Hâbil ile Ema; “Âdem ve Havvâ’nın Mücadelesi”ne göre ise Kābil ile Luva, Hâbil ile de Aklejan dünyaya gelmiştir.
Hz. Âdem, aynı anda doğan ikizleri, bir önce veya bir sonra doğan ikizlerle evlendiriyordu. Habil’le beraber doğan kız çirkin, Kabil’le birlikte doğan kız ise güzeldi.
Bu durumda Hz. Âdem, Habil’in, Kabil’le beraber doğan kızla, Kabil’in de Habil’le beraber doğan kızla evlenmesini istedi. Fakat Kabil buna razı olmadı, kendisiyle doğan güzel kızı Habil’e vermek istemeyerek kendisi almak istedi.
Hz. Âdem buna müsaade etmedi ve meseleyi Allah’a havale etti. Cenab-ı Hak’tan gelen emir üzerine her ikisinin de Allah’a birer kurban takdim etmelerini, hangisinin kurbanı kabul edilirse Kabil’in bacısının ona ait olacağını söyledi. Bunun üzerine Kabil bir demet buğday, Habil de bir koyunu kurban olarak takdim etti. Gökten inen bir ateş Habil’in kurbanını aldı, Kabil’inki olduğu yerde kaldı. Bu durumda Habil haklı çıkmış ve kızı almaya hak kazanmıştı Fakat Kabil iyice çileden çıkmıştı. Bu hâdise Kur’ân’da şöyle anlatılır:
“Onlara Âdem’in iki oğluna dair haberi hak ile oku. Onlar birer kurban takdim ettiklerinde, birisinin kurbanı kabul olunmuş, diğeri kabul olunmamıştı. Kurbanı kabul olunmayan diğerine, ‘Ben seni öldüreceğim.’ dedi. O da ‘Allah ancak takva sahiplerinin kurbanını kabul eder’ diye cevap verdi."
“Habil şöyle devam etti: ‘Eğer sen öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi kaldıracak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. Dilerim ki, sen benim günahımı yüklenesin de, Cehennem ateşinin ehlinden olasın. Bu da zalimlerin cezasıdır.'"
“Sonra nefsi, kardeşini öldürmeyi ona kolay ve hoş gösterdi; o da kardeşini öldürüp hüsrana uğrayanlardan oldu. Sonra Allah, kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstermek için, ona, yeri eşeleyen bir kargayı gönderdi. Kabil, ‘Yazıklar olsun bana!’ dedi. ‘Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtemedim!’ Artık o yaptığına pişmanlık duyanlardan olmuştu.”
Hz. Âdem’in çocuklarının birbirleriyle evlenmelerinin dindeki yerine gelince; Hz. Âdem’den Peygamber Efendimize gelinceye kadar bütün peygamberler hak dini tebliğ etmişlerdir. Dinin temeli olan îman esasları hep aynı kalmıştır. Fakat şeriat dediğimiz, ibadet ve dünyaya ait işlerde Hz.Âdem’den Peygamberimize kadar her devrin icaplarına, insanların ihtiyaçlarına göre bazı hükümler değişerek gelmiştir.
Cenab-ı Hak her devrin insanının yaşayışını ve menfaatini gözeterek her ümmete ayrı bir şeriat göndermiştir. Mâide Sûresinin 48. âyetinde bu hususta, “Sizin her biriniz için Biz bir şeriat ve açık bir yol tayin ettik.” buyurulur. Evlenmişlerdir.
Tevrat’a göre Âdem 930 yıl yaşamıştır. Hz. Âdem, ölmeden önce oğlu Şît’e son vasiyetini yapar ve bir cuma günü vefat eder. Rivayete göre Cenâb-ı Hak, Âdem’e ileride türeyecek bütün soyunu göstermiş, Âdem Hz. Dâvûd’un ömrünün altmış yıl olduğunu görünce kendi 1000 yıllık ömrünün kırk yılını ona vermiştir. Ancak eceli geldiğinde bu vaadinden dönmek isteyince Allah onun ömrünü 1000’e, Dâvûd’un ömrünü de 100’e tamamlamıştır.
Kitâb-ı Mukaddes, Hz. Âdem’in kabrinin nerede olduğunu bildirmemektedir. Fakat ilk dönem yahudi ve hıristiyan yazarları, özellikle de apokrif kitaplar çeşitli görüşler nakletmektedir. Eski yazarlara göre Hz. Âdem, atıldığı yeryüzü cennetinin civarında bir yere gömülmüştür. Bazı yazarlar -Saint Jerome da dahil- Hebron’a, III. asırdan itibaren ise pek çoğu, Îsâ Mesîh’in çarmıha gerildiği iddia edilen Calvaire’e gömüldüğünü savunmuşlardır. Hz. Âdem’in kabrinin nerede olduğu konusunda İslâmî kaynaklarda çeşitli rivayetler vardır. İbn İshak’a göre Âdem’in kabri cennetin doğusunda bir yerde, diğer rivayetlere göre ise Mekke’de Ebûkubeys mağarasında veya Hindistan’daki Nevz dağındadır. Başka bir rivayete göre de tûfanda Hz. Nûh, Âdem’in tabutunu gemiye almış, tûfandan sonra da Beytülmakdis’e defnetmiştir. Hindistan’daki Nevz dağındadır. Başka bir rivayete göre de tûfanda Hz. Nûh, Âdem’in tabutunu gemiye almış, tûfandan sonra da Beytülmakdis’e defnetmiştir.
ADEM PEYGAMBER İLE İLGİLİ AYETLER
Hani Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım” dediğinde onlar: “Orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek birini mi yaratacaksın? Halbuki biz, seni övgüyle tesbih ve takdîs ediyoruz” demişlerdi. Allah da onlara “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim” buyurmuştu. (Bakara suresi, 30)
***
Meleklere: “Âdem’e secde edin!” dediğimizde İblîs dışındakiler derhal secdeye kapandı. İblîs ise direnerek bundan kaçındı, kibirlendi ve kâfirlerden oldu. (Bakara suresi, 34)
***
Âdem’e de: “Ey Âdem, eşinle beraber cennete yerleşin, oradaki nimetlerden istediğinizi bol bol yiyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zâlimlerden olursunuz” dedik. (Bakara suresi, 35)
***
Muhakkak ki Allah Âdem’i, Nûh’u, İbrâhim âilesini ve İmrân âilesini tertemiz bir hülâsa hâlinde seçip bütün insanlık üzerine üstün kılmıştır. (Al-i İmran suresi, 33)
***
Bunlar birbirininin zürriyetinden gelmedir. Allah, hakkiyle işiten, kemâliyle bilendir. (Al-i İmran suresi, 34)
***
Bu Kur’an, kendisiyle insanları uyarman ve mü’minlere öğüt vermen için sana indirilen bir kitaptır. Onu tebliğ etme işinden ve buna karşılık alacağın tepkiden dolayı sakın göğsünde bir daralma olmasın! (Araf suresi, 2)
***
Allah: “Ey Âdem! Sen de eşinle beraber cennete yerleşin. Dilediğiniz yerden canınızın çektiği her çeşit nimetten yiyin, için. Fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zâlimlerden olursunuz!” buyurdu. (Araf suresi, 19)
***
İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerden olup, Âdem’in zürriyetinden, Nûh ile birlikte gemide taşıdıklarımızın neslinden, İbrâhim ve İsrâil’in zürriyetinden, kendilerine hidâyet yolunu gösterip seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. (Meryem suresi, 58)
***
Biz bir vakit meleklere: “Âdem’e secde edin” demiştik. Hepsi secde ettiler; ancak İblîs secde etmekten kaçındı. (Taha suresi, 16)
***
Bunun üzerine şöyle buyurduk: “Ey Âdem! Şüphesiz bu İblîs, senin ve eşin için çok tehlikeli bir düşmandır. Dikkat edin de, sizi cennetten çıkarmasın! Yoksa ihtiyaçlar içinde koşturur durur, sıkıntı çeker, perişan olursun.” (Taha suresi, 117)
***
Derken şeytan ona vesvese verip: “Ey Âdem! Ne dersin, sana ölümsüzlük ağacını ve asla yok olmayacak bir saltanatın yolunu göstereyim mi?” dedi. (Taha suresi, 120)
***
Böylece Âdem ve Havva o yasak ağaçtan yediler. Bunun üzerine ayıp yerleri kendilerine açılıp belli oluverdi de oraları hemen cennet yapraklarıyla örtmeye çalıştılar. Böylece Âdem, Rabbinin emrine karşı geldi ve şaşırıp kaldı. (Taha suresi, 121)
***
Allah Âdem’e isimlerin tamamını öğretti, sonra da onları meleklere gösterip: “Haydi, doğru söylüyorsanız bunların isimlerini bana haber verin” buyurdu. (Bakara suresi, 31)
***
Sonra Âdem, Rabbinden öğrendiği sözlerle Allah’a yalvardı, tevbe etti, Allah da tevbesini kabul buyurdu. Doğrusu O, tevbeleri çok kabul eden, nihâyetsiz merhamet sahibi olandır. (Bakara suresi, 37)
***
Allah katında İsa’nın yaratılmasındaki durum, Âdem’in durumu gibidir. Allah Âdem’i topraktan yarattı, sonra ona “Ol!” dedi, o da oluverdi. (Al-i İmran suresi, 59)
***
Onlara Âdem’in iki oğlunun başından geçen ibret verici şu gerçeği anlat: Onlar Allah’a birer kurban takdîm etmişlerdi de birinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen kıskanıp: “Seni mutlaka öldüreceğim” deyince, öteki şu cevabı vermişti: “Allah ancak takvâ sahiplerinin ibâdetini kabul buyurur.” (Maide suresi, 27)
***
Sizi yarattık, sonra size şekil ve biçim verdik, sonra da meleklere: “Âdem’e secde edin!” buyurduk. Hepsi hemen secde etti. İblîs müstesnâ; o, secde edenlerden olmadı. (Araf suresi, 11)
***
Allah: “Ey İblîs! Emrettiğim zaman seni secde etmekten alıkoyan nedir?” diye sordu. İblîs: “Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten onu ise çamurdan yarattın” dedi. (Araf suresi 12)
***
Allah, sizi başlangıçta tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle ünsiyet edip gönül huzuru bulacağı eşini de aynı cins ve mâhiyetten var etti. İnsan nesli bu ikisinden türeyip çoğalarak bugüne kadar sürüp geldi. Bilindiği üzere erkek eşine yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklenip hamile kalır ve onu karnında bir müddet taşır. Nihâyet hamileliği ağırlaşınca, eşler birlikte, bir endişe ve telaşla Rableri olan Allah’a yönelerek: “Eğer bize eli ayağı düzgün kusursuz bir çocuk verirsen, yemin olsun ki, biz de karşılığında şükredenlerden olacağız” diye dua ederler. (Araf suresi, 189)
***
Gerçekten biz insanı pişmemiş kuru çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık. (Hicr suresi, 26)
***
Hani Rabbin meleklere şöyle demişti: “Ben pişmemiş kuru çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım.” (Hicr suresi, 28)
***
Bir zamanlar meleklere: “Âdem’e secde edin!” diye emretmiştik de İblîs dışında hepsi derhal secdeye kapanmıştı. İblîs ise şunları söyledi: “Çamurdan yarattığın şu kimseye mi secde edeceğim?” (İsra suresi, 61)
***
Bir zamanlar meleklere: “Âdem’e secde edin!”diye emretmiştik de hepsi secdeye kapanmış, fakat İblîs secde etmemişti. O cinlerdendi ve bu yüzden Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Böyle iken siz, beni bırakıp da, size düşman oldukları halde onu ve soyunu mu dost ediniyorsunuz? Zâlimler için bu ne kötü bir değiştirmedir! (Kehf suresi, 50)