Asıl doğum tarihi 27 Nisan 1966 olan şairin nüfus kaydında 25 ocak 1967 yazar.
Denizli’nin Tavas ilçesine bağlı Vakıf köyünde dünyaya geldi. 4 kardeşin en küçüğüdür.

İlkokulu köyünde, ortaokul ve liseyi Tavas’ta bitirdi.
1987 yılında İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’na girdi.
1988 yılında gazetecilik yapmaya başladı.
1991 yılında ilk romanı olan “Kızıl Rüzgâr”ı yazdı.
Muhtelif gazetelerde kültür sanat muhabirliği yaptı.
Halen Anadolu Ajansı’nda (AA) görev yapıyor.
Şair, ilk şiirlerinde hocası Fuad Başar’ın verdiği “Hilmî Hân” mahlasını kullandı. Daha sonra şair Muhammed Ali Eşmeli’nin verdiği “Kâfî” mahlasını seçti.
Radyo programları hazırlayıp sunan şairin şiirleri ve yazıları, çok sayıda dergide yayınlandı.

Şiirde klasik üslubun imkanlarını sonuna kadar kullanan şair, çağdaşlarından ayrılarak kendine has bir ses ve ahenk yakalamayı başardı.
Şiirinin konularını daha çok tarih, kültür, din, tasavvuf ve en çok da aşk olarak seçen şairin 8’inci şiir kitabı “Yâre Yüz Süren Şiirler” adıyla yayınlandı.
Diğer Eserleri
Yeryüzü Melekleri (Roman-1995)
Beyaz Zambak Gölgesinde (Şiir-1997)
Gülistanbul (Şiir-1998)
Yâristanbul (Şiir-2001)
Kızıl Rüzgâr (Roman-2001)
Sebebi Sensin (Şiir-2005)
Bâd-ı Sabâ’ya (Şiir-2007)
Son İstanbul Şiirleri (Şiir-2007)
Üç Siyah Darbe (Roman-2008)
Aşkı Şairler Korur (Şiir-2011)
Uzak Aşk’a (Şiir-2017)
Hilâl’in Hüznü (Şiir-2021)
Bâb-ı Âlî’de 33 Yıl (Hatırat-2021)
Darbenin Gölgesinde (Roman-2021)
Söyleşi

~Hocam, usta şair kimdir, ya da kim olmalıdır?
~Usta şair, Allah’ın verdiği şairlik kabiliyetini, bilgiyle ve hisle yoğurarak, lisanının bütün zenginliklerini sonuna kadar kullanan ve çağlar ötesine sesini duyurabilendir.
Usta şair, milletinin tarihinin, dininin, duygusunun, yaşadığı felaketlerin ve/veya saadetlerin sesi olmayı başarandır. Usta şair, her ne kadar kendi duygu dünyasından hareketle şiirlerini milletinin gönlüne sunuyor olsa da aynı zamanda ma’şerî vicdanın ve umumî hislerin tercümanıdır. Usta şair, taşın usta mimar elinde Süleymaniye ve Selimiye’ye dönüşmesi gibi kelimenin şiire dönüşmesini temin eden sanatkârdır…
~Şiirde usta çırak ilişkisi var mıdır, varsa ilham bu işin neresindedir?
~Kanaatimce vardır, zira bendeniz hem hattat, hem ebru sanatkârı ve hem şair olan Fuad Başar hocamdan uzun zaman şiir meşk ettim. Yazdığım şiirleri kendisine götürürdüm. O da büyük bir dikkatle okur ve lüzum gördüğü ikazlarda bulunur, bazı kelimeleri ve/veya mısraları değiştirmemi isterdi.
İlham yoksa şiir de yoktur. Zira “şiirin onda biri ilham ise onda dokuzu gayrettir” diye bir söz vardır. Şiir bir mevhibe-i İlâhî’dir. Allah vergisidir. Ancak bu kabiliyetin bilgiyle beslenmesi şarttır. Şiir bir ilimdir. Şiirin teknik olarak türlerini, edebî sanatları bilmeyen birinin yazdığı şiir olmaz…
Bütün ilimler, şiir ilminin yardımcılarıdır. Şair, şiir ilmine vâkıf olduktan sonra din, tasavvuf, tarih, felsefe gibi şiirinde sanat halinde ortaya koyacağı bilgilere de sahip olmaya mecburdur.
Şiir, eşyaya, insana, hayata, aşka, bütün insânî duygulara kimsenin bakamadığı pencerelerden bakabilen insanların ortaya koyabildiği, bütün sanatların tâcıdır.
~Türk halkı için her 3 kişiden 4 ü şairdir denilerek ironi yapılıyor katılıyor musunuz? Herkes şiir yazabilir mi?
~Türk Milleti, fıtraten şiir sevgisine sahiptir diye düşünüyorum. Bozkırın havasını teneffüs ederek tarih sahnesine çıkan Türk milleti, belki gördüğü tabiatı şiir haline getirmeyi başardığı için ekseriyetle şiir sevgisine sahiptir. Ancak, şiiri sevmek başka, şiiri bir sanat eseri olarak ortaya koymak başkadır. Herkes şiir yazamaz, yazmamalıdır. Tıp tahsili görmeyen birinin hasta tedavi etmesi veya ameliyat etmesi nasıl mümkün değilse, şiiri bilmeyen birinin de şiir yazması mümkün değildir. Şiirin bir ilim olduğu gerçeğini göz ardı ederek, “içimden gelenleri yazdım” ifadesinin ardına sığınarak yazılanlar şiir değildir. Allah, kainatta her şeyi bir ölçü ile yaratmıştır. Şiir de en basit tarifiyle bir ölçüye vurulan sanattır. Serbest adı verilen –ki şahsen serbest şiir olduğuna inanmıyorum- şiirin de bir kendi ölçüsü, ahengi, mûsikîsi olmak mecburiyetindedir. Daha vezni ve kafiyeyi bile bilmeden şiir yazdığını iddia eden nicelerini tanıyoruz. Eskiler şiiri “mevzun ve mukaffa söz” olarak tarif etmiştir.
~ Mevlana, Yunus, Fuzuli vs. günümüzde yaşasalardı halkımız nezdinde itibar görürler miydi?
~Bu büyük insanlar, kendi çağlarının şartları içinde yetişmiş şairlerdir. O şartlar olmasaydı zaten Mevlânâ, Yunus, Fuzûlî olamazlardı. Bugün o şartlar mevcut olmadığı için bu insanların da olması mümkün değildir.
Bugün şiirin eğitimi olmadığı için, büyük şiirler yazan insanlar toplumun ekseriyeti tarafından bilinmemekte, bilinse de anlaşılmamaktadır. Şiir, bir milletin lisanının en zengin halidir. Bu zenginliği ortaya koyan şairlerin baş tacı edilmesi gerekirken, bu şairler kendi dünyalarında eserlerini gelecek nesiller belki anlar, düşüncesiyle vermeye devam etmektedir.
Zira şiir sanatımız irtifa kaybederse lisanın zenginliği ortadan kalkar, Lisan zenginliğini kaybederse medeniyet tasavvuru ortadan kalkar. Medeniyet tasavvuru ortadan kalkarsa bir milletin varlık sebebi ortadan kalkar ve tabii zamanla millet de ya bir başka milletin gönüllü sömürgesi olarak yok olur veya milli kimliğini kaybederek millet olma vasfı ortadan kalkar.
~ Şiirde metafizik, lahuti alem ve 3. buudla ilgili duyguları yazabilmek için insanda nasıl bir erişkinlik olmalı?
~Şiir, insanın Allah ile olan münasebetinde kat ettiği mesafeleri remzler (semboller) yoluyla anlatan bir sanattır. Her şair, eğer tasavvuf yolculuğu yapıyorsa, kat ettiği mesafelerde hissettiklerini veya yaşadıklarını şiirinde anlatmaya çalışır. Kaldı ki hiçbir şiir bir büyük maneviyat ehlinin hislerini, manevi yolculuğunu ve Allah’a yakınlığını tam mânâsıyla anlatamaz. Bu yüzden, hakiki Hak yolcuları klasik şiirimizin bilhassa tasavvuf şiirleri dalında sürekli sembollere sığınma ihtiyacı hissetmişlerdir. Nefsin mertebelerini bir mürşid-i kâmil vasıtasıyla kat eden şairin, her kattaki söyleyişi farklıdır. Çünkü her katta yaşadıkları, hissettikleri farklıdır.
Bu yüzden denir ki, şiir metafizik bir sanattır. Metafizik tarafı olmayan insanların söyledikleri, nefislerinin kendilerine verdiği vesveseden ibarettir.