Cumartesi, Eylül 30, 2023

Araştırmacı yazar Mehmet Memdoğlu: Mahinur’un Çilesi!..

Adalet, bir ülkenin mutluluk terazisidir

Henüz on beşindedir Mahinur. Buğday tenli, elâ gözlü, selvi boylu dünyalar güzeli genç bir kızdır. Görenler, yirmili yaşlarda zanneder Mahinur’u. Köyde büyümüştür; mahirdir, çalışkandır, her iş gelir elinden. Çalışkanlığı dillere destandır adeta. Tarla işleri, ev işi ve temizlik derken, en çok da yaptığı güzel ve lezzetli yemekler ile konuşulur.  

Her genç kız gibi, onun da pembe hayalleri vardı.  En büyük hayali de sık aralıklarla köylerine gelen ebe gibi, okuyup ebe olmaktı. Okumayı yazmayı çok sevse de maalesef ailesi tarafından okula gönderilmemiş, “ebe” olma hayali sonlandırılmış, çilesi başlamıştı Mahinur’un.

Temmuz ayının ortaları, yine sıcak bir gündü.  Bahçelerindeki böğürtlenler olgunlaşmıştı. Herkes gibi Mahinur’un da canı çeker, böğürtlen yemek için çalılıklara yaklaştı. Çile bu ya tam da böğürtleni koparacağı esnada ayağı kayar ve çalılıkların ortasına yuvarlanır. Kurtulmak için çabalasa da nafile…

Mahinur’un feryadını duyan civar komşular, bahçeye koşarlar. Vücuduna dolanmış olan çalılıkları keserek o narin bedenini kurtarırlar. Saçları da dolanmıştır, bu kez çalılar değil;  o çok sevdiği saçları kesilmek zorunda kalınır. Metanetli görünmeye çalışsa da gözyaşlarını gizleyemez. Çok üzülmüştü…

Çileli doğmuştu…

Yakın akrabalarından bir taliplisi çıkar. Ailesi yaşı ve akrabalığı bahane ederek, böyle bir evliliğe rıza göstermez. Arkadaşlarının ikna etmesiyle çocuk yaşta evliliği kabul ederek Türkiye’nin “çocuk gelinler” kervanına katılır Mahinur.  Aileler arasında tatsız olaylar yaşanmasına rağmen,  o yılın sonbaharında düğünü yapıldı.

Düğün sonrası Mahinur’un çilesi daha da artmaya başlamıştı.  Gelin olarak gittiği evde itilip kakılır, hakarete uğrar. Ses çıkarmasa da sahipsizlik hissi yüreğine hançer gibi saplanır durur. Yanlıştır tabi. Ama dönemin adetleri gereği babasının: “Kızım bu ev artık sana yabancıdır. Unutma ki bu eve ancak cenazen gelebilir” sözü, işkence görmesine rıza göstermek mecburiyetinde bıraktırır kendisini.

Çektiği çile yetmezmiş gibi hamileyken eşi askere gitti.  Artık onun için günler ay, aylar yıl, yıllar asır gibiydi.  O kutsal annelik duygusunu tattığında eşi henüz askerden dönmemişti. Dokunaklı sesiyle söylediği hüzünlü ninnilerle büyütür yavrusunu. Sayılı ve zahmetli günler gelir geçer, eşi askerden döndüğünde oğlu yaşına girmek üzereydi.

Çektiği tüm acıları yüreğinin heybesine koyan Mahinur, eşinin askerden dönmesiyle birlikte, daha iyi bir yaşam için şehir merkezine taşındı. Geçim şartları, hayalini kurdukları gibi bir yaşam sunmaz kendilerine; hayat, eşini ve Mahinur’ugurbete mecbur eder.

Nereyi mi? Taşıyla toprağıyla altın (!) olan İstanbul’a. Nice türkülere, şarkılara, âşıklara, sevdalara, romanlara konu olan İstanbul, Mahinur’un beklediği mutluluğu esirger kendisinden. Sözbirliği etmişçesine, insana mutluluk veren Boğaz’ın masmavi suları, Üsküdar sahilleri, tarihi Eminönü Çarşısı, Sultan Ahmet ve Taksim Meydan’ı, İstiklal Caddesi, Galata Kulesi… Eyüp Sultan da esirger mutluluğunu Mahinur’dan. İstanbul maceraları kısa sürdü. Onun için İstanbul’un ne taşı, ne de toprağı altın oldu; geldikleri gibi memleketlerine geri dönmek zorunda kalındı.

Köylerine vardıklarında  ikinci kez anne olmuştu ancak ciğerparesi özürlüydü. “O neylerse güzel eyler” diyerek, Allah’a şükretti.  Yıllarca eşinden sözlü taciz ve hakaretlere maruz kalsa da yüreğine taş basmıştır bir kere. “Ya Sabır” der, O’na sığınır.

Yıllar geçti, çocuklar yetişkinliğe erişti ama Mahinur’unçilesi devam etti. Eşinin sorumsuzluğuna kendisinin çaresizliği de eklenince, psikolojik sorunları olan özürlüçocuğuna iyi bir eğitim veremedi. Bu eksikliğe toplum ve mahalle baskısı da eklenince, evladı kendisini insanlardan soyutlamaya, huzuru ve mutluluğu yanlış olan mecralarda aramaya başladı. 

Psikolojik sorunlu evladının “ölçüsüz” yaşantısına, çevresine verdiği zarar ile fiziki işkence de eklenince, oğlu; bir zamanlar “taşı toprağı altın” diye gittikleri İstanbul’a gitmeye karar verdi. Ciğerparesini bu kararından vazgeçirmek için çok yalvarır, çok ağlar ama nafile, “kararım kesin” der ve İstanbul’a gider oğlu. Ne gariptir ki psikolojik sorunları olan oğlunun İstanbul’a gidişine en çok, çocuğuna yeterince sevgi ve şefkat verememiş babası sevindi.

Mahinur’a mutlu ve huzurlu bir yaşam sunmayan İstanbul, Mahunur’un oğlundan da esirger bu güzellikleri. Psikolojik sorunlarına korkusuzluğu da eklenince,  gayri kanuni işlerle uğraşır evladı.

İstanbul’a gidişinin üzerinden bir yıl geçmemişti ki gencecik oğlu güpegündüz, İstanbul’un merkezinde ticari sebeplerden ötürü, önceden de birkaç kez tartıştığı bir grup tarafından silahla vurularak öldürüldü. O günden sonra faili belli ama bulu(n)amayan bu cinayet dosyası, diğer faili meçhul dosyaların bulunduğu tozlu raflardaki yerini aldı.

Allah hiçbir anneye evlat acısı yaşatmasın. Yavrusunu meçhul bir cinayet sonrası kaybeden Mahinur, üzüntü ve kederden sağlığını yitirdi. Genç annenin yaralı yüreği bu acıya, bu çileye fazla dayanamadı. Bir temmuz günü saçları kesilerek başlayan Mahinur’un bu fani dünyadaki çilesi,  yine sıcak bir temmuz günü Rahmet-i Rahman’a ruhunu teslim ederek son buldu.

Faili belli olan “faili meçhul” dosyalar, yüzlerce, binlerce annenin yüreğini, acısını sızlatmaya devam etmekte. Faili meçhul dosyaların varlığı ülkemiz için yüz kızartıcı bir durum olsa gerek. Aydınlatılacak her faili meçhul dosya, hayattakiannelerin acılarını biraz olsa da hafifletecek, bu acıyla vefat etmiş annelerin ruhlarını da huzura erdirecektir.

Adalet, bir ülkenin, bir milletin huzur terazisidir. Hiçbir cinayet faili meçhul kalmasın, adalet yerini bulsun; anneler ağlamasın.

(2020 yılında Lamure Yayınları tarafından yayınlanan “Yırtık Ayakkabı” adlı öykü kitabından alınmıştır.)

İLGİLİ HABERLER

ÇOK OKUNANLAR